"Son birkaç haftadır bana eşlik eden generallere...
Yarın yollarımız ayrılacak gibi görünüyor ama size tüm
kalbimle teşekkür ediyorum. Kızım Emilia'ya gösterdiğiniz olağanüstü insaniyet
için minnettarım. Siz onun ebeveyni gibiydiniz. Onu istediği zaman odanıza
davet ediyordunuz ve şefkatle davranıyordunuz.
(Emilia) Hepinizin sadece arkadaş değil, aynı zamanda gerçek, iyi kalpli
sevilen kişiler olduğunuzu hissetti. Teşekkür ederim, teşekkür ederim. Onunla
geçirdiğiniz saatler için teşekkür ederim.
Ona karşı sabırlı olduğunuz ve onu tatlılarla, meyvelerle
şımarttığınız için teşekkür ederim.
Çocuklar savaş bölgelerinde olmamalı ama sizin sayenizde ve
yol boyunca tanıştığımız diğer nazik insanlar sayesinde kızım kendini Gazze'de
kraliçe olarak gördü. Bize nezaket, özen ve sevgiyle davranmayan tek bir kişiye
bile rastlamadık.
Sonsuza dek size karşı minnettarlığın esiri olacağım çünkü
kızım buradan kalıcı bir psikolojik travmayla ayrılmadı. İçinde bulunduğunuz
zor duruma ve Gazze'de uğradığınız ağır kayıplara rağmen gösterdiğiniz nazik
davranışı hiç unutmayacağım. Bu benim için çok iyi bir anı olacak. Hepinize ve
ailelerinize sağlık ve sevgi diliyorum. Çok teşekkür ederim."
(Danielle ve Emilia)
Sayın okuyucumuz, bu teşekkür mektubu her şeyi ayan beyan
ortaya koyuyor. Hamas mücahitleri bir taraftan en ağır ve en zor koşullarda,
yani tamamen orantısız bir şekilde vahşet örneği sergileyen acımasız düşmana
karşı savaşırken diğer taraftan düşmandan aldıkları esirlere nasıl bir muamele
yaptıklarına bakar mısınız? (Üstelik bu esirler Filistinlilerden gasp edilmiş
evlerde oturuyorlardı.) Allah Resulü'nü örnek almak böyle oluyormuş. Televizyon
ekranlarına ve sosyal medyaya düşen görüntülere bütün insanlık takdir ve
hayranlık içerisinde tanık oldu. Esir takası esnasında insanların vedalaşma şekli,
teşekkür edişleri, mütebessim bir şekilde minnet duygularıyla bakmaları ve el
sallamaları nasıl bir muameleye tutulduklarını anlatıyordu. Bir de işgalci
İsrail'den takas yolu ile alınan gençlerle ve bayanlarla yapılan röportajlara
bakın! Nasıl kötü muamelelere maruz kaldıklarını, yıllarca nasıl çile
çektiklerini anlattılar. Bazıları gördükleri işkencelerden dolayı aklî
yetilerini yitirmiş. Özellikle 7 Ekim sonrası insanlık dışı işkencelere maruz
kaldıklarını dile getirdiler. Gâvur, gâvurluğunu, Müslüman, Müslümanlığını
yapıyor. Bütün gâvurların özelliği zalim ve acımasız oluşlarıdır. Biz bunların
destekçisi olan ABD gâvurunun Ebu Gurayb ve Guantanamo hapishanelerinde
Müslüman esirlere nasıl insanlık dışı muameleler yaptıklarını çok iyi
biliyoruz. Sayın okuyucumuz hemen şunu da belirtmiş olalım ki, terminolojik
olarak "gâvur" sözcüğü bütün gayrimüslimleri kapsamamaktadır. Zira
gayrimüslimler arasında erdem sahibi nice insanlar var. Biz bunları, işgalci
Siyonist katillerin yapmış olduğu soykırıma tepki gösteren ve büyük protesto
mitingleri yapan Batılı ülkelerin başkentlerinde gördük. Bu yüzden böyle bir
tasnif yapmak durumundayız. İnsanî hasletler herkes için geçerlidir. İnsanî
haslet ontolojiktir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz, "Her insan İslâm
fıtratı üzere tertemiz doğmaktadır." diye buyuruyor. Örneğin Firavun veya
Hitler, Firavun ve Hitler olarak dünyaya gelmemiştir. Sınav dünyamızdaki hayat
koşulları karşısında onlar kendi özgür iradeleriyle zalim ve acımasız olmayı
tercih etmişlerdir. Hâlbuki adalet ve insaf sahibi yönetici olmayı da tercih
edebilirlerdi. İşgalci Siyonist İsrail yöneticileri için durum çok farklı. Öyle
ki, onların ellerinde bulunan muharref Tevrat bizzat onlara acımasız ve zalim
olmalarını öğütlüyor. Hatta öğütten öte, zalim ve acımasız olmayı emrediyor:
“Vurun; gözünüz esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı
ve çocuklarla kadınları helak için vurun.” (TEVRAT, Hezekiel 9/5-6)
Bu yüzden Siyonist akideye sahip olanlarda acıma duygusu ve
merhamet yoktur. Tahrifata uğramış Tevrat’ın içerdiği emirler, bildiğimiz dini
kitaplardaki telkinlerden çok farklıdır. Asıl dinin emirleri adalet, sevgi,
iyilik ve hoşgörü iken, muharref Tevrat, pek çok sapıklığın övüldüğü ve
cinayetlerin emredildiği bir zulüm ve vahşet kitabıdır.
Kadim tarihte Tevrat’ın büyük bölümünü yazanlar, Kabbalist
hahamlardır. Yahudilerin üstün ırk oldukları ve kendileri dışında olan
insanları "Goim"
(kendilerine hizmet için yaratılmış hayvanımsı varlıklar)
olarak görmektedirler. Kısacası bu sapkın inançlarının temelini Kabbala
oluşturmaktadır. Kabbala inancına sahip bu Siyonist Yahudiler Mezopotamya
topraklarını kapsayan bölgeyi Arz-ı Mevud (Vaad edilmiş topraklar) olarak
bilmektedirler. Bu topraklarda yaşayan insanları ise gasıp olarak
görmektedirler.
Hahamların, Kabbala’nın içerdiği bu sapkın inanışlara olan
bağlılığı, Tevrat’ı da bu görüşler doğrultusunda bozmalarına yol açmıştır.
İşte bu tahrifat, vahşeti ve cinayet işlemeyi Siyonizm
dininin bir gereği haline getirmiştir. Hahamlar, fanatik ve sadist görüşlerinin
tümünü Tevrat’a ustaca yerleştirmişlerdir. Bu sayede Siyonizm dininin
buyrukları, asırlardır süren bir kin, nefret ve akıl almayacak katliam
duygularını son yüz yıl içerisinde Filistin topraklarında hayata geçirme imkânı
bulmuştur:
“İste benden; miras olarak sana milletleri, mülkün olarak
yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi
kabı gibi onları parçalayacaksın.” (TEVRAT, Mezmurlar Bölümü 2/8-9) İşgalci
İsrail'in parlamentosunda, hahamlardan fetva alınmadan hiç bir kanun yürürlüğe
girmez. İşgalci İsrail’in kutsal terör ve vahşetinin ardındaki gerçek budur.
Sosyal medyaya düşen videolarda izlemişsinizdir, baş hahamları Netanyahu'yu ve
genelkurmay başkanlarını azarlayıp, daha fazla katliam yapmalarını, bir an
evvel bu işi bitirmelerini ve Gazze'yi dümdüz etmelerini söylüyor. Ayrıca
gerekirse atom bombaları atmalarını öneriyor. (Zaten kimyasal fosfor bombası
atıyorlar.) Hahamların, fanatik ve sadist düşüncelerinden meydana gelmiş ırkçılığa,
kine ve vahşete dayalı bu sapkın dinin gerçeklerini insanlara ve insanlığa
acilen anlatmak gerekir. Gerçi onlar, nasıl bir sapkın inanca, nasıl bir
tıynete sahip olduklarını 75 yıldan beri zamana yayarak işledikleri soykırım
ile dünya kamuoyuna tanıtmış olmaktadırlar. Özellikle 7 Ekim'den bu yana
işledikleri vahşetle, savaş hukukunu çiğneyip hastaneleri, okulları ve
mabedleri bombalayıp çoğunluğu çocuk olan, kadın, yaşlı sivil insan olarak ne
varsa acımasızca katletmeleri sonucunda onların nasıl sadist canavar
olduklarını bütün dünya gördü. Siyonist katil sürüsünün ne sivile, ne esire, ne
ölüye (hastane morglarındaki ölüleri alıp götürdüler), yani kendileri dışında
hiç kimseye saygıları yok. Hapishaneleri çocuklarla dolu. Kendilerine taş atan
çocuğun yaşına başına bakmadan kurşun sıkıp katlediyorlar, sağ olarak
yakaladıklarını tutuklayıp zindana tıkıyorlar. İşgalci İsrail'in
hapishanelerinde 18 yaş altı çocuk sayısı 50 binin üzerinde. Diğer 22 hastaneyi
bombaladıkları gibi çocuk hastanesini de vurdular. Hastaneye girip sağ kalan
bütün doktor ve diğer personeli tutuklayıp götürdüler. Hastanede bulunan
çocukları ölüme terk ettiler. Bir müddet sonra o çocukların hepsi öldü. Bu
nasıl bir canavarlık böyle? Kutsal kitapları onlara, "Acımayacaksın,
beşikteki çocuklarına varasıya dek nefes alan her canlıyı öldüreceksin."
diyor. Bu vahşet karşısında 2 milyar İslâm ümmeti yaşanan acıyı kahır
içerisinde seyrediyor. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerin pek çoğu
sessizliğe bürünmüş. Siyonist katil sürüsünün lideri, Arap ülkelerine
seslenerek, "Ticaretinizin kötüye gitmesini istemiyorsanız susun."
dedi. Onlarda bunu yapıyor. Maatteessüf, maatteessüf.