Şarm eş-Şeyh Anlaşması çerçevesinde gerçekleşen esir takası, çağdaş Filistin tarihinin bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Direniş, kararlılığıyla halkların iradesinin savaş makinelerini alt edebileceğini bir kez daha gösterdi.
Muhammed Rıza Muradi: Filistin direnişi ile Siyonist rejim arasında gerçekleşen esir takası süreci ve Gazze Şeridi’ndeki ateşkes, Ortadoğu’daki savaş ve barış denkleminde belirleyici bir anı temsil ediyor. Bu an, yalnızca Gazze krizinin insani boyutuyla bağlantılı değil; aynı zamanda derin siyasi, güvenlik ve stratejik mesajlar taşıyor.
Netanyahu için bir kaçış merdiveni
Trump yönetiminin doğrudan arabuluculuğu ve bazı Arap aktörlerin katılımıyla Şarm eş-Şeyh’te varılan bu son anlaşma, aslında Benjamin Netanyahu’ya sunulmuş “siyasi bir hediye” niteliğinde. İki yıldır art arda gelen askeri yenilgiler, iç meşruiyet krizi ve uluslararası baskılarla karşı karşıya kalan Netanyahu, ateşkesi şimdi kendi konumunu onarma fırsatı olarak görüyor.
Analistlerin belirttiği gibi Trump’ın amacı, Netanyahu’yu “savaş ağacından aşağı indirmek için bir merdiven” sağlamaktı. Çünkü bu savaş, ne İsrailli esirleri kurtarabildi ne de Filistin direnişini ortadan kaldırabildi.
Trump’ın planı dışarıdan “barış yanlısı” görünse de aslında Netanyahu’nun savaş alanında elde edemediğini müzakere masasında kazandırmayı hedefliyor: görece bir istikrar, siyasi varlığını sürdürme ve İsrail’in caydırıcılık imajını koruma. Bu yüzden birçok gözlemci, Şarm eş-Şeyh anlaşmasını İsrail için “diplomasi kılıfına sarılmış bir yenilgi” olarak nitelendiriyor.
Askeri gücün mantığının çöküşü
Buna karşılık Filistin direnişi, iki yıl boyunca en yoğun saldırılara direnerek mutlak askeri gücün siyasi iradeyi dayatamayacağını kanıtladı. Kassam Tugayları’nı ifade ettiği gibi, “Düşman, tüm istihbarat ve askeri üstünlüğüne rağmen askeri baskıyla esirlerini geri getirmekte başarısız oldu. Şimdi teslim olmuş durumda ve direnişin söz verdiği gibi, İsrailli esirler yalnızca müzakere yoluyla dönecektir.”
İsrail, bu savaşta tam kapsamlı istihbarat desteği ve ABD’nin lojistik yardımlarına rağmen askeri operasyonların sahadaki kaderi değiştirmeye yetmediğini anladılar. Esirlerin müzakereyle serbest bırakılması, Tel Aviv’in “zor kullanma” stratejisinin başarısız kaldığını itiraf etmesi anlamına geliyor; oysa bu strateji, 1948’den beri İsrail güvenlik doktrininin bel kemiğini oluşturuyordu.
Savaş meydanından meşruiyet savaşına
Esir takası aynı zamanda sembolik ve psikolojik bir boyut taşıyor. İsrail, direnişi “terörist” bir güç olarak göstermek istese de bu anlaşma, Tel Aviv’in meşruiyetini reddettiği o güçle aynı masaya oturmak zorunda kaldığını gösterdi.
Başka bir ifadeyle, direniş bu süreçle birlikte askeri bir örgüt düzeyinden siyasi bir aktör seviyesine yükseldi ve artık ateşkes, müzakere ve anlaşma yoluyla kendi iradesini dayatabilen bir özneye dönüştü. Bu durum, Hamas ve diğer direniş gruplarının uluslararası algısını da değiştiriyor; onların gelecekteki Filistin siyasal yapısındaki rollerinin yeniden tanımlanmasının önünü açıyor.
Buna karşılık İsrail, iki yönlü bir meşruiyet krizine sürüklendi: Hem Gazze’deki insanlık suçlarını gören dünya kamuoyu karşısında, hem de “yenilmez ordu” imajının sarsıldığını hisseden kendi iç kamuoyunda.
Esir takasının insani ve toplumsal mesajı
İnsani açıdan bakıldığında, 1986 Filistinli esirin yurtlarına ve ailelerine dönüşü tarihi bir andı. Han Yunus’taki Nasır Hastanesi’nde yapılan karşılamalar yalnızca bir sevinç anı değil, Gazze halkının kolektif ruhunun zaferinin simgesiydi. Bu olay, iki yıllık açlık, göç ve kuşatmaya rağmen Filistin toplumunun içten çökmediğini; hâlâ sivil ve sosyal direniş kapasitesini koruduğunu gösterdi.
Siyasi literatürde bu durum “yıkım anlatısı karşısında direniş anlatısının zaferi” olarak adlandırılabilir. Esirlerin dönüşü, aslında kolektif hafızanın yeniden mücadele sahnesine dönmesi anlamına geliyor; Çünkü her biri suçun ve azmin canlı tanığı oluyor.
Sonuç
Şarm eş-Şeyh anlaşması çerçevesinde gerçekleşen esir takası, çağdaş Filistin tarihinin bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Burada direnişin kararlılığı güç dengelerini değiştirmiş ve halkların iradesinin savaş makinelerini alt edebileceğini bir kez daha göstermiştir.
Öte yandan Trump’ın planı her ne kadar Netanyahu için “zafer görüntüsü” yaratmaya çalışsa da, gerçekte İsrail’in askeri stratejisinin başarısızlığını teyit eden bir belgedir. Bu anlaşma, İsrail’in sahada kazanamadığını diplomasi masasında da elde edemediğini ortaya koymuştur.
Bugün asıl soru şudur: Bu ateşkes kalıcı bir barışa mı dönüşecek, yoksa işgalci için yeniden güç toplama fırsatına mı? Geçmişteki deneyimler, İsrail’in hiçbir anlaşmaya sadık kalmadığını açıkça göstermektedir.
Netanyahu ve Siyonist rejimin Savunma Bakanı’nın “Hamas’ı yok etme” ve “tünelleri imha etme” yönündeki açıklamaları, Tel Aviv’in gerçek niyetini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, çatışmaların yeniden başlaması ya da anlaşmanın maddelerinin seçici biçimde uygulanması ihtimali hâlâ güçlüdür/mehr