İsrail hükümetiyle etkileşim halinde olan BESA isimli düşünce kuruluşu, İran savaşının ardından Ortadoğu’da yeni paradigmaların uygulanması gerektiğini ve İsrail’in de bu nedenle yeni bir rolü olduğunu savunuyor.
- Yeni paradigmalar ve İsrail’in yeni rolü
- Likud Partisi’yle olan etkileşimi dikkat çekiyor
- Bir 1967 uğrağı: İran Savaşı’ndan sonra ilerlenecek yol
- Arap cephesi 1967 Savaşı’nın ertesi gününü nasıl görüyordu?
- Hâkim paradigmalar artık geçersizdir
- Bölgesel jeo-strateji için yeni düşünme yolları
- İsrail’in kendi stratejik değişimi
Ortadoğu’da, özellikle son iki yıl içerisinde yaşananlar, bölgedeki güç dengelerinde önemli değişikliklere neden oldu. Bu değişiklikler, yeni bir dengeye ulaşmış değil. Çok kısa bir süre içerisinde, böyle bir dengenin oluşabilmesi de mümkün görünmüyor. Ancak bölgede söz sahibi olmak isteyen tüm aktörler, bir yandan sahada kimi adımlar atarken, bir yandan da yeni koşulları kendileri açısından nasıl değerlendirebileceklerini tartışıyorlar.
Tartışmaların, günlük değerlendirmeler dışında kalan bölümünde, “uzun vadeli” analizlere ve hedeflere odaklanan düşünce kuruluşları bir ağırlık kaplıyor. Hazırladıkları raporlar ile bu tartışmaları yönlendirmeye çalışıyorlar.
İsrail’deki Bar-Ilan Üniversitesi’ne bağlı olarak faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşu olan Begin – Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA) tarafından hazırlanan ve “İsrail – İran Savaşı: İsrail’in Yeni Stratejik Açılımı” başlığını taşıyan rapor da bunlardan biri.
Yeni paradigmalar ve İsrail’in yeni rolü
Raporda İsrail’in bölgesel jeo-strateji üzerine yeni bir düşünce tarzına uyum sağlaması gerektiği vurgulanıyor ve pragmatik fikirlerin önemine vurgu yapılıyor. Eski paradigmalar rafa kaldırılırken, yeni strateji için de ön fikirler sunuluyor.
Bu fikirler arasında; uzun süreli ilişkiler için karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin kurulmasına, güvenlik kaygılarından uzak durarak güvenlik kaygılarından uzaklaşılarak daha çok sivil ve ekonomik vizyonun benimsenmesine, farklı siyasi statülerin birbirinden ayrıştırılarak yeni melez modeller yaratılmasına, “radikallerin” ılımlaştırılmasındansa marjinalleştirilmesine, yarı özyönetime izin verilmesine kadar birçok başlık yer alıyor.
Bahse konu fikirlerden hareketle, Ortadoğu’daki yeni paradigmaların uygulanmasında İsrail’in yeni bir rolü olduğu belirtiliyor.
Likud Partisi’yle olan etkileşimi dikkat çekiyor
BESA, bürokrasi içerisinde de etkileri olmakla birlikte, daha çok kamuoyuna seslenmesi ile ön plana çıkan, ABD ile işbirliğinin sürdürülmesinin çok önemli olduğunu savunan ve ideolojik açıdan Netanyahu’nun başında olduğu Likud Partisi ile etkileşimde olan bir düşünce kuruluşu. İsmini de 1978 yılında İsrail ve Mısır arasında imzalanan, resmi adı “Orta Doğu’da Barış Çerçevesi” olan ancak daha çok “Camp David Anlaşması” olarak bilinen barış anlaşmasını imzalayan iki isimden, Likud’un kurucusu olan İsrail Başbakanı Menahem Begin’den ve dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’tan alıyor.
BESA tarafından eylül ayının sonunda Gazze’de imzalanan ateşkes öncesinde yayınlanan rapor, farklı yazarlar tarafından ele alınan bir derleme niteliğinde. Raporda, İsrail – ABD ilişkileri, İsrail’in hava gücü ve füze savunma sistemi, Rusya’nın ve Çin’in süreçteki tutumları değerlendiriliyor ve raporun sonunda yeni dönemin nasıl ele alınması gerektiğine dair bir son yazı da var.
Shay Shabtai1 tarafından kaleme alınan “Bir 1967 Uğrağı: İran Savaşı’ndan Sonra İlerlenecek Yol”2 başlığını taşıyan son yazının, İsrail’in içindeki tartışmalarda, Likud cephesinde neler düşünüldüğüne dair veriler içermesi nedeni ile çevirisini yayınlıyoruz.
Bir 1967 uğrağı: İran Savaşı’ndan sonra ilerlenecek yol
2025 İran Savaşı, Ortadoğu için bir 1967 uğrağıydı. Bu kıyaslama, birkaç basit benzerliğe dayanmaktadır:
- İsrail’in çeşitli cephelerdeki kesin askeri zaferi, bölgesel stratejik konumunu değiştirmiştir.
- Savaş, döneminin radikal ideolojik paradigmasını (geçmişte Nasırcılık, şimdi “Direniş”) geriletmiş ve sorgulanır hale getirmiştir.
- ABD’nin bölgesel pozisyonu savaş sonrasında güçlenmiştir. (Ülkelerin) bağlılıklarında, (geçmişte Mısır, şimdi Suriye’de –olduğu gibi-) Washington’a doğru kaymalar olabilir ancak başka güçler de, -ABD’nin- rakiplerine doğru yönelebilir.
- İsrail (geçmişte toprak, şimdi ise güvenlik üstünlüğü –olmak üzere-) önemli bir stratejik kazanım elde etmiştir ve bundan olumlu bir şekilde nasıl yararlanacağına karar vermek zorundadır.
- Hareketsizlik bir seçenek değildir. İsrail’in düşmanları, dengeyi (Gemişte Yom Kippur Savaşı ve Filistin mücadelesi ile, şimdi ise gayrimeşrulaştırma ve stratejik baskı ile) tersine çevirmek istemektedir ve bölgeyi derinden bir şekilde biçimlendirmek için somut adımlar atılmalıdır.
Arap cephesi 1967 Savaşı’nın ertesi gününü nasıl görüyordu?
1967 sonrasında, bölgede beş düşünce akımı vardı:
- Kimi liberal entelektüeller, barış hakkında konuşmaya başlamıştı. Çok küçük bir düşünür grubu, İsrail Devleti’nin tanınması ve İsrail Devleti ile bir arada yaşanması niyetindeydi. Bu grup arasında, 1973 savaşının ardından devlet başkanı –Enver- Sedat’ın yaklaşımını yansıtmak için “After the Guns Fall Silent” kitabını yazan Mısırılı Muhammet Seyit Ahmet de vardı.
- Resmi olarak ortaklaşılan en düşük payda, Hartum Arap Zirvesi’nin “Üç Hayır” (Barışa hayır, müzakereye hayır, tanımaya hayır) yaklaşımıydı. Zirveye, dönemin radikal Arap liderleri önderlik etmişti.
- 20. Yüzyılın en yenilikçi Arap lideri olan Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, ABD’ye ve İsrail ile barışa dönük bir paradigma değişimi ihtiyacı tanımlıyordu.
- Sosyalizm – Nasırcılık – Baasçılık zayıflarken, radikal İslam, baş paradigma olarak gelişti ve cihatçı terörizm çağı başladı.
- İsrail’e karşı verilen Arap milliyetçisi mücadele popülerliğini yitirirken, onun yerini FKÖ’nün liderliğini yaptığı radikal Filistin mücadelesi aldı.
Çıkarılması gereken ana fikir, bölgesel pozisyondaki stratejik bir değişikliğin, özellikle popüler kamuoyu açısından, pragmatik bir tepkiden daha çok radikal bir tepkiyi hızlandırma eğiliminde olduğudur. Asıl sınav, İran savaşı sonrasındaki dönemin Humeyni – Bin Laden – Hamas dönemi değil de, nasıl Sedat – Begin dönemi yapılacağıdır.
Hâkim paradigmalar artık geçersizdir
Böylesi kritik bir anda, bölgesel jeo-strateji üzerine yeni bir düşünce tarzına uyum sağlamamız gerekir. Bazıları, geçmişteki 1967 uğrağının sonuçları olan eski paradigmalar, bölgeyi son yarım yüzyılda, güvenli bir liman haline getirmedi. Ya tamamen masadan kaldırılmaları ya da günümüzde var olan gerilimlerle yüzleşmek için güncellenmeleri gereklidir. Pragmatik fikirler, diğerlerinin yanında yersiz kalan “büyük fikirler” ile yer değiştirmelidir.
- Barış uzlaşmaları ve resmi normalleşme. Geçmişte, İsrail ile birinci kademede yer alan Arap ülkeleri arasında var olan savaş hali nedeni ile, ilişkilerin normalleştirilmesi ve İsrail’in güvenliğinin garantiye alınması için resmi barış anlaşmalarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu tür uzlaşmalar, mevcut bölgesel dinamiklere çok da uygun değil. Filistin başlığı açısından, Suriye ve Lübnan’daki çarpıcı değişimlerin ve İbrahim Anlaşmaları’nın yeni çevresinin ışığında, pragmatik ve gerçekleştirilebilir güvenlik, sivil ve ekonomik protokolleri ve mutabakat zaptları, güncel gerilimlere daha uygun ve onlarla daha uyumlu olacaktır.
- İki devletli çözüm (Birleşmiş Milletler Kararı 242). Gazze’deki yirmi yıllık başarısızlık, Filistin başlığının, Avrupa’nın eski egemenlik ilkelerine yaslanmaması gerektiğine yeterli kanıt sunmaktadır. Hibrit çözümler benimsenmelidir.
- Eksen. İlişkilerin (radikal, cihatçı, İslamcı, pragmatik, v.b) “eksen” terminolojisi ile tanımlanması, ters etki yaratmaktadır. -Eksen terminolojisi- Birçok durumda, bölgenin jeo-stratejik karmaşıklığını fazla basitleştirmektedir. Bölge, kesinlikle dostlar ve düşmanlar barındırmaktadır, ancak bunların bir bölümü dost-düşmandır. İran ve vekilleri, aynı şekilde Hamas şiddeti ve tehdidi, kabul edilemez ve mutlaka ilgilenilmelidir. Daha akışkan olan dost-düşman kavramsallaştırması, bu ve diğer büyük sorunlar ile yüzleşmede, daha çok yardımcı olabilir.
- Demokrasi. Bölgedeki en gelişmiş, en istikrarlı ve en yenilikçi Arap devletleri, demokratik değildirler. Ortadoğu’da, karma yönetim biçimlerinin daha faydalı olduğu görünmektedir.
- “Arap Sokağı”. Yaygın his, korku ve nefrete dayalıdır. İlerleme ve sorun çözümü için temel oluşturamamaktadır. Pragmatik çözümler, yaygın görüşün ötesine geçmelidir. Gerçek liderlik, ortak duyguları şekillendirir, tersini yapmaz.
Bölgesel jeo-strateji için yeni düşünme yolları
Eski paradigmalar oyundan uzaklaştırılırken, yenileri benimsenmelidir. Aşağıda, yeni bölgesel jeo-strateji biçimlendirilirken elverişli olabilecek ön fikirlerin bir listesi bulunmaktadır:
- Güvenlik için işbirliği. Güvenlik ittifakları ve koalisyonları, güncel ihtiyaçları karşılamayacak kadar resmi ve kamusal olabilir ve askeri yenilgiden kaynaklı olarak İran’ın yapabileceği misilleme, Husilerin ölçüyü aşan suistimalleri ya da Suriye’deki kan döken istikrarsızlık gibi ortaya çıkması muhtemel zorlukları aşabilmek için gerekli çabaları kısıtlayabilir. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve benzer düşüncedeki bölgesel ve küresel güçler, anlaşmalar yerine daha çok mutabakat zaptlarına yaslanan, daha az resmi nitelik taşıyan işbirliği çerçeveleri kullanmalıdır. Bu tür bir temasın, hâlihazırda, İran saldırganlığına karşı savunma girişimlerinde ikili mekanizmalar ve çokuluslu gizli3 girişimler ile İran savaşı esnasında kendisini ortaya koyduğu görülmektedir.
- Altyapı ve ekonomi ağı. Uzun süreli ilişkiler kurmanın en iyi yolu, geri dönüşsüz bir karşılıklı bağımlılık kurmaktır. İstikrarsız duyguları aşabilmenin yolu budur. Ortadoğu ülkeleri öncelikle enerji, su, ulaşım ve iletişim kanallarını içeren bir ağ ile birbirine bağlanmalıdır. Bu ağ, ABD’nin Hindistan – Ortadoğu – Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) girişimini temel alabilir. Bu altyapı ve ekonomi ağı, istikrarsız Kızıl Deniz’e alternatif bir rota olarak inşa edilmelidir. Bu kapsamdaki projeler uzun süreli çalışmalar olacağı için, hemen başlamalıdırlar.
- Güvenlik vizyonundan daha çok sivil ve ekonomik vizyon. Yeni bölgesel vizyon güvenlik kaygılarından uzak olmalı, öncülüğünü sivil sektörün ve olabildiğince politika dışı sosyal katmanların yaptığı sivil ve ekonomik yaklaşıma odaklanmalıdır. Çevresel değişiklikler dâhil olmak üzere, teknolojik dönüşümleri yönlendirecek kadar önemli güvenlik dışı zorluklar bölgeyi çevrelemektedir.
- Hesap verebilirlik, ancak seçimlerle değil. Demokrasi, gelişmekte olan pragmatik bir bölge için bağlayıcı bir koşul değildir. Hesap verilebilirlik, insanlığın refahını ve yapıcı işbirliğini geliştirebilecek ortak temel prensipler doğrultusunda, karşılıklı anlaşmaları temel alarak inşa edilebilir. Bu prensipler, devlet ve devlet dışı düzeyde benzer düşüncelere sahip bölgesel ve küresel oyuncular tarafından karşılıklı açıklamalarda beyan edilmelidir.
- Hibrit devlet egemenliği: Ortadoğu’nun sorunları, kabul edilmiş egemenlik ilkelerine dayanarak çözülemez. Bu, sadece karmaşık Filistin sorunu ile değil, aynı zamanda Kürt otonomisi, Dürzilerin bir arada yaşaması ve Hristiyan azınlıkların özgürlüğü ve güvenliği gibi bölgesel nitelikteki, diğer önemli açık başlıklar ile de ilgilidir. Uluslararası ve bölgesel topluluklar, farklı siyasi statüleri (halk, toprak, hükümet, tanınma) birbirinden ayrıştırarak ve yeni melez modeller yaratarak diğer varoluş biçimlerini kabul etmelidir. Asıl zorluk, İran savaşı sonrası dönemin, Humeyni – Bin Laden – Hamas dönemi yerine, nasıl Sedat – Begin dönemi yapılacağıdır.
- Radikallerin (ılımlılaştırılması değil) marjinalleştirilmesi. Radikaller kuşatılmalı ve izole edilmelidir. Onları zarar verme güçlerinden yoksun bırakmak, desteklenmelerine neden olan ana saikleri ortadan kaldıracak ve –böylece- tabanını oluşturan destekçileri hatalarını anlayabilecek ve onlardan uzaklaşabilecektir.
- Yarı Özyönetim. Bu ilke hakkında, 26 Ocak 2025 tarihli ve 2326 sayılı “BESA Center Perspectives Paper”da yazmıştım. Yarı Özyönetim, sorunlar ortaya çıktığında dış müdahaleye izin verirken, yerel güçlerin sorumluluk almasına, sivil halkın yaşam kalitesini arttırılmasına olanak sağlayacaktır. Bu ilke, ABD’nin Husilere dönük müdahalesinde, (rejim değişikliğine değil de, kitle imha silahları tehdidine odaklanan) İran savaşında ve İsrail’in Suriye’de Dürzi soykırımını engellemek için yaptığı müdahalede, zaten görülmüştür.
İsrail’in kendi stratejik değişimi
Yeni bölgesel jeo-stratejide ve yeni paradigmaların uygulanmasında, İsrail’in yeni bir rolü vardır. İsrail, bölgesel bir güvenlik gücü olmuştur. Bu, ülkenin, varoluşundan beri Arap ülkeleri koalisyonundan daha aşağıda olduğu varsayımına yaslanan orijinal güvenlik stratejisinden çok daha farklı bir pozisyondur. İsrail bölgesel bir güce dönüşürken, güç kullanımına dayanmayan caydırıcı bir tavır ile gerektiğinde, stratejik açıdan daha incelikli ve daha hassas ama daha dikkatli bir güç kullanma hakkı arasında, akıllıca bir denge kurabilir.
İsrail, tüm devlet ve devlet dışı aktörler ile hem kendisinin hem de ortaklarının farklı ihtiyaçlarını karşılayabilecek esneklikte ikili ve çok taraflı işbirliği kurabilmeyi gözeten, Akıllı Ortaklık Stratejisi oluşturmalıdır. Buna da, bölgesel bir işbirliği ağı kurabilmek için Trump yönetimi ile birlikte sahip olduğu eşi benzeri görülmemiş ve bir daha tekrarlanması mümkün olmayan fırsatı değerlendirerek başlamalıdır.
- 1 Albay emeklisi olan Shay Shabtai, ulusal güvenlik, stratejik planlama ve stratejik iletişim konularından uzmanlaşmış kıdemli BESA araştırmacısıdır. Aynı zamanda, birçok İsrail şirketinde, siber güvenlik stratejisti ve danışmanı olarak çalışmaktadır.
- 2 https://besacenter.org/wp-content/uploads/2025/90902/2/index.html, sayfa 51 – 53.
- 3 Burada, herkesin kendisini ilgilendirdiği kadarını bilmesi gerektiğini belirten “Need-to-know” terimi kullanılmaktadır.
sol