Lübnan, güvenliğinin hiçbir zaman kendiliğinden oluşmadığı vemdevletin yapısal zayıflığının direnişi siyasi bir tercih olmaktan çıkarıp varoluşsal bir zorunluluğa dönüştürdüğü bir ülkedir.
Lübnan konusunda direnişin konumunu anlamak, bu ülkenin kırılgan yapısı, inişli çıkışlı tarihi, özel coğrafyası ve güvenlik konusunda ortak bir bakış açısının yokluğu olmak üzere bu ülkenin doğasını kavramadan mümkün değildir. Lübnan, ortaya çıkışından bu yana çoğu zaman sınırlarını koruyacak ve tehditleri dengeleyecek etkili bir savunma sistemi kurmasını engelleyen hassas ve aynı zamanda kırılgan dengelere saplanıp kalmıştır. Bu temel boşluk, direnişin Lübnan’da neden yapısal bir ihtiyaç ve varoluşsal zorunluluk olduğunu derinden açıklamaktadır ve bu zorunluluk ne devletten ne bölgesel gerçeklikten ne de Lübnan’ın çatışma haritasındaki konumundan ayrıdır.
Gökyüzünün ve toprağın onlarca yıl boyunca defalarca savaşın sesiyle titrediği yer olan Güney Lübnan’da basit bir gerçek vardır ve o da güvenliğin hiçbir zaman kolay elde edilmez olduğudur. Buradaki sınır, masa başında çizilmiş bir çizgi değildir, defalarca silinmiş, yer değiştirmiş ve yeniden yıkılmış beldelerin sakinlerinin kanıyla çizilmiştir. Her evin bir hikâyesi vardır ve her bir arazi şahitlik etmektedir.
Sınırda yaşayan bir çiftçiye “Lübnan direniş olmadan yaşayabilir mi?” diye sorduğunuzda belki kısa bir an durur, ama cevabı onun gözlerinde açıktır ve bu cevap, nesiller boyu işgal, saldırı, kaçırma ve yıkım deneyiminin şekillendirdiği bir cevaptır ve o da şudur: “Direnişten önce yalnızdık.”
Tam da bu noktada “direnişe ihtiyaç var mı yok mu?” tartışması anlamını yitirir ve yerini çıplak bir gerçekliğe bırakır: Lübnan, güvenliğinin devletten doğmadığı, aksine, “tamamlayıcı bir güç” yaratmaktan başka seçeneği olmayan bir toplumun kalbinden ortaya çıkmış bir ülkedir.
Lübnan’ın Karmaşık Konumu
Karmaşık demografik yapı, paylaşıma dayalı mezhepçi siyasi sistem, halkını sürekli bölgesel krizlerin arasına sıkıştıran coğrafya ve onlarca yıl süren iç savaşlar ile uluslararası baskılar, bu ülkeyi şu kaçınılmaz bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır:
1943’teki bağımsızlıktan bu yana Lübnan ordusu, isteksizlikten değil, siyasi yapının niteliği ve dış kısıtlamalar nedeniyle İsrail rejimine karşı caydırıcı bir güç haline gelemedi. Orduyu gerçek bir güç haline getirme girişimlerinin her biri, iç engeller ve dış kırmızı çizgilerle karşılaştı.
Direniş: Devletin Değil, Toplumun Ortaya Çıkardığı Bir Olgu
Dünyadaki bazı hareketlerin aksine, Lübnan direnişi bir darbe projesi değildi, devlete karşı bir milis de değildi, sistemi değiştirmeyi amaçlayan bir örgüt de değildi. Bu direniş, 1980’lerde zorlu bir gerçekle yüzleşen toplumun içinden yükseldi, güney işgal altındaydı. Köyler ateş altındaydı. Binlerce kişi kaçırılmıştı. Devlet fiilen yoktu.
Bu koşullar altında direnişin ilk hareket motoru toplum oldu, siyasi partiler sadece onu örgütledi. Bu temel bir noktadır. Lübnan’daki direniş, sosyal bir ihtiyaçtan doğmuştur, siyasi bir talimattan değil.
Bu yüzden bütün dış baskılar, tüm yaptırımlar, tüm medya operasyonları ve psikolojik savaşlar bu olguyu dağıtamadı, çünkü kökleri “halkın hafızası” ve birkaç neslin “yaşanmış deneyiminde” yer almaktadır.
Direniş: Lübnan’ın Caydırıcı Gücü
Direnişteki temel dönüşüm, tepkisel bir rolü aşarak caydırıcı bir güç haline geldiği zaman ortaya çıktı ve bu öyle bir güç ki sonunda, Güney Lübnan’ı işgalden kurtardı, yeni bir saldırıyı engelledi, ulusal egemenliği yeniden kazandırdı ve 2024 savaşında 1982 senaryolarının tekrarını bir kez daha önledi.
Bu aşamada direnişin konumu bir grubun silahı” olarak değil, “bir ülkenin kalkanı” olarak Lübnan’ın kolektif bilincinde pekişti.
Yerleşik devletlere kıyasla Lübnan, sadece “kelimeler” üzerinden müzakere yürüttüğü bir döneme asla giremez. Gücün ülkelerin kaderini belirlediği bir bölgede küçük Lübnan, caydırıcı bir güce dayanmadan müzakere masasına oturamaz.
Müzakere ancak arkasında “güç” olduğunda anlam kazanır, aksi halde müzakere, sonu gelmeyen bir tavizler zincirine dönüşür. Lübnan’ın tarihi bunu defalarca kanıtlamıştır.
Güç Olmadan Müzakere, Sonsuz Bir Düşüş Demektir
Lübnan ancak arkasında bir güç olduğunda müzakereye girebildi. Güç olmadan girdiği her müzakerenin sonucu teslimiyet oldu.
1960 ve 1970’lerde Lübnan, savunma gücünün yokluğu sebebiyle sürekli İsrail’in saldırılarına maruz kaldı.
1980’lerde 17 Mayıs Anlaşması işgal baskısıyla imzalandı ve anlaşma kısa sürede çöktü.
2000 ve 2006’dan sonra sınır müzakereleri ancak gerçek bir caydırıcılık gücü devletin arkasında olduğunda mümkün oldu.
Dolayısıyla “direnişin yerine doğrudan müzakereyi koymak” Lübnan gerçeğine uymayan iyimser bir siyasi hayaldir.
Direnişin Olmaması Neden Varoluşsal Bir Tehdittir?
-
İşgal siyasetinin geri dönmesi
Lübnan savunma gücünden yoksun olduğunda, İsrail rejimi açık ve sürekli biçimde sınırları ihlal etmiş, şehirleri bombalamış ve hatta kara saldırıları gerçekleştirmiştir. Direnişin yokluğu aynı modele dönüş demektir.
- Beyrut’a siyasi iradenin dayatılması
İsrail, caydırıcı güç olmaksızın, tek bir kurşun atmadan Lübnan’ın siyasi karar alma sınırlarını belirleyebilir.
- İç çelişkilerin patlaması
Direniş olmadığında Lübnan daha sakin değil, daha istikrarsız olur, çünkü direniş onlarca yıldır fiilen bir “toplumsal kalkan” işlevi görmüş ve iç çöküşü engellemiştir.
- Değiştirilemez coğrafya, ertelenemez tehdit
Sınırlar aynı, düşman aynı, devletin yapısal sınırlılıkları ise hâlâ mevcut. Tehdit ortadan kalkmamıştır, dolayısıyla onu dengeleyecek güç de ortadan kalkamaz.
Direniş “Ortadan Kaldırılabilir” Mi?
Ne güvenlik açısından, ne siyasi açıdan, ne de toplumsal açıdan bu mümkün değildir. Lübnan’da mesele “direniş kalsın mı gitsin mi” değildir, mesele şudur: “Lübnan’ın yapısı direniş olmadan hayatta kalabilir mi?” ve cevap açıktır: Direniş olmadan Lübnan savunmasız bir ülkedir.
Bu, ordunun niteliğinden değil, klasik bir caydırıcılık sistemi kurmasına izin vermeyen siyasi ve uluslararası sınırlardan kaynaklanır.
Lübnan güç zamanından siyaset zamanına geçiş yapamaz, çünkü bu tür bir ayrım bu ülkede işlemiyor. Lübnan yalnızca tek bir zamanda yaşar ve o da “güç” ve “siyasetin” iç içe geçtiği zamanda. Güç olmadan müzakere çöküştür, siyasetsiz güç çıkmazdır. Lübnan ancak bu ikisinin birleşimiyle var olabilir.
Direniş Lübnan’da tarihsel bir evre değil, varoluşsal bir mekanizmadır. Ne bir alternatifi vardır ne de benzer bir modeli. Ne görmezden gelinebilir, ne de klasik ulusal güvenlik formülleriyle değiştirilebilir.
SSNNews’den tercüme edilmiştir
