Yıllarca süren savaşlar, yıpratıcı rekabetler ve derin siyasi ayrışmaların ardından bugün Ortadoğu’da bir değişim ihtimalinin işaretleri görülüyor. Ancak bu değişim, kalıcı bir barışın başlangıcı mı yoksa sadece yeni bir diplomatik yanılsama mı?
Ortadoğu’nun bölgesel yapısının dönüştüğü özel bir dönemde, Çin gazetesi Wen Hui Bao, Çin’in Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi kıdemli araştırmacısı ve Çin Ortadoğu Araştırmaları Derneği başdanışmanı Pan Guang ile bir röportaj gerçekleştirdi.
7 Ekim 2023’te Filistin ile İsrail arasında yeni bir çatışma dalgası başladı. Aradan geçen iki yılı aşkın sürede bu çatışma sürekli genişledi. Ortadoğu’nun bölgesel düzeni de bu süreçte değişti: İsrail, askeri açıdan güvenliğini sağlasa da dünya çapında sert eleştirilerin hedefi haline geldi, Filistin’i tanıma dalgası dünyaya yayıldı, “Direniş ekseni” ağır bir darbe alıp ciddi şekilde zayıfladı, ABD’nin tutarlı bir stratejiye dayanmayan aceleci arabuluculuk girişimi bölgeye yeni kriz tohumları ekti ve bölge ülkeleri ise daha sessiz, kalkınma odaklı bir çizgide “uzlaşı” sürecini ileri taşımaya başladı.
Wen Hui Bao: Geçen ay ABD, Mısır ve iki ülke lideri Şarm eş-Şeyh’teki barış zirvesinde “Gazze Kapsamlı Ateşkes Anlaşması’nı” imzaladı. İki yılı aşkın süren çatışmaların ardından savaşın sona ermesine dair bir umut belirdi. Ancak gerilim hâlâ birçok noktada devam ediyor. Bu barış zirvesi sonrasında Gazze’nin savaş sonrası yeniden inşası ne tür zorluklarla karşı karşıya?
Pan Guang: 7 Ekim 2023’te başlayan yeni çatışma, süresi, etkisi ve kayıp sayısı bakımından Ortadoğu ve dünya üzerinde büyük sonuçlar bıraktı.
Bazı araştırmacılar bu çatışmayı “Altıncı Ortadoğu Savaşı” olarak nitelendiriyor, çünkü etkileri önceki tüm savaşlardan daha geniş. Bu yönüyle bu görüş desteklenebilir. Ancak aktörlerin niteliğine bakıldığında, geçmişteki Ortadoğu savaşları İsrail ile Arap devletleri arasındaydı, bu defa ise çatışmanın temel tarafı İsrail ve devlet dışı bir aktör olan Hamas. Bu nedenle tarihsel açıdan “Altıncı Ortadoğu Savaşı” demek çok isabetli olmaz.
Bana göre, Şarm eş-Şeyh zirvesinin ardından Gazze’nin “çatışma sonrası döneme” girdiğini söylemek mümkün değil. Daha olası olan, “eşzamanlı savaş ve müzakere” sürecinin devam etmesidir. Tarihte bu durum sıkça yaşanmış, kalıcı barışa ulaşmak ise nadiren mümkün olmuştur. Mevcut koşullarda Gazze için savaş sonrası düzenlemelerden söz etmek bile erken.
Her taraf Gazze’nin geleceğine dair kendi zihinsel tasavvuruna sahip. Trump yönetiminin 20 maddelik planında, Gazze’nin Filistinli teknokratlardan oluşan geçici bir yönetim tarafından idare edilmesi, bu yapının ABD’nin Arap ve Avrupa ortaklarıyla istişare ederek kuracağı yeni bir uluslararası kurumun denetimine verilmesi, Gazze’nin “aşırılıkçılıktan ve terörden arındırılmış” bir bölgeye dönüştürülmesi yer alıyordu.
Planın özü, Gazze’de ne Hamas’ın ne de Filistin Yönetimi’nin hâkim olduğu yeni bir yönetim oluşturmak. Gazze böylece Batı ve İsrail’in ortak yönetimi altına girebilir, hatta kalıcı biçimde Filistin’den ayrılarak Batı Şeria benzeri, İsrail’in kontrolündeki özerk bir yapıya dönüşebilir. Ancak bu plan İsrail’in görüşleriyle tam anlamıyla uyumlu değil.
Ateşkes müzakerelerinin ikinci aşaması daha çetrefilli olacak, yani Hamas’ın silahsızlandırılması, Gazze’nin askerden arındırılması, Hamas’ın gelecekte yönetime dönmeyeceğinin güvence altına alınması, bölgede “uluslararası istikrar gücü” konuşlandırılması gibi konular gündeme gelecek.
Hamas şu anda varoluşsal bir krizle karşı karşıya. Örgütün geleceği belirsizlik içinde. Dahası, Filistin içi siyasi yapı bölünmüş durumda, bazı gruplar Hamas’a açıkça karşı çıkıyor. Filistin Yönetimi uluslararası meşruiyete sahip olsa da zor bir dönemeçten geçiyor. Filistin’i tanıma dalgasına rağmen Arap ülkelerinin bu konudaki nüfuzu azalmış durumda. Tüm bu unsurlar Gazze’nin yeniden inşasını son derece zorlaştırıyor.”

Wen Hui Bao: Son iki yılda İsrail ile İran liderliğindeki “Direniş Ekseni” arasında ciddi bir gerilim yaşandı. Filistin–İsrail çatışmasının bölgeye taşıdığı jeopolitik artçı şoklar zincir yarattı. Bu gelişmeler Ortadoğu düzenini nasıl etkiledi?
Pan Guang: Filistin–İsrail çatışmasının genişleyip bölgesel krize dönüşmesinin en somut sonucu İsrail’in “Direniş Ekseni’ne” yönelik kapsamlı saldırılarıdır. Bu eksen, ABD ve İsrail’in büyük askeri kapasitesi karşısında zayıf bir konuma düştü.
Hamas varlık mücadelesi veriyor, Yemenli Husiler ağır darbeler aldı, Hizbullah’ın gücü büyük ölçüde azaldı, Lübnan hükümeti de Sünni ekseninin merkezi olan Suudi Arabistan’a yakınlaştı, Suriye’de Beşşar Esad yönetimi çöktü ve Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni hükümet hızla ABD ve Suudi Arabistan’a yakınlaştı, İran ve Rusya’nın Suriye’deki geleneksel nüfuzu büyük ölçüde geriledi, İran “12 günlük savaş” sonrası ciddi zarar gördü ve kısa vadede Direniş Ekseni’ni yeniden oluşturmaya gücü yetmeyecek.
Eksendeki toplu başarısızlığın tek nedeni ABD ve İsrail’in askeri gücü değildir ve bunda eksenin kendi içindeki ayrışma da büyük rol oynamıştır. Teorik olarak İsrail’e karşı direnmesi gereken bu yapı, pratikte Sünni güçlerle de çatışarak çok sayıda düşman yarattı. Hamas, Hizbullah ve Husiler bölgesel meşruiyet kazanamadı, bu nedenle “Filistin’i kurtarma” iddiasını gerçekleştiremedi.
Bölgesel düzenin değişimini anlamak için özellikle Suriye’ye bakmak gerekir. Esad yönetiminin hızlı çöküşü tamamen beklenmedikti. Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni yönetim, bölge ülkeleriyle hızla uzlaşıyor, ABD ve Batı’ya yaklaşıyor, İsrail ve Rusya’yla ilişkileri onarmaya çalışıyor. Hatta gelecekte Suriye ve İsrail ilişkilerinin normalleşmesi bile gündeme gelebilir.
Trump kısa süre önce Beyaz Saray’da Ahmed eş-Şara ile görüştü. Bu, 1946’daki bağımsızlıktan beri bir Suriye liderinin ABD’ye yaptığı ilk ziyarettir. ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına destek vermesi de Washington’ın Şara hükümetini kazanma çabasının göstergesidir. Bu durum hem ABD’nin bölgedeki nüfuzunu artırma hamlesini hem de Şara’nın siyasi ve diplomatik gücünü gösteriyor. Suriye gelecekte ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da yeni düzen kurma stratejisinin kilit noktalarından biri olacaktır.

Wen Hui Bao: Son iki yılda İsrail’in askeri şiddeti ve saldırılarının kapsamı dünyayı şoke etti. İsrail’in yayılımcı siyaseti neden bu kadar keskinleşti?
Pan Guang: Tarihsel olarak İsrail hep böyle davranmıştır. Vatandaşlarının zarar gördüğünü düşündüğünde hiç tereddüt göstermeden savaşa girer. Bugün de öyle. Kaybolmuş birkaç cesedin bile bulunmaması, İsrail için savaşı sürdürme gerekçesidir.
Çatışmanın başında dünya İsrail’e büyük empati gösterdi, ancak kriz büyüdükçe bu empati azaldı, İsrail’in imajı bozuldu ve küresel ölçekte daha da yalnızlaştı. Bu baskı altında Netanyahu hükümeti siyasi olarak nefes alacak bir alana ihtiyaç duyuyor. Şarm eş-Şeyh barış zirvesi de bu bağlamda gerçekleştirildi, fakat bu da sadece zaman kazanma hamlesi niteliğindedir.
Netanyahu içeride yolsuzluk davalarıyla karşı karşıya. Çatışmalar sona erer ermez yargı süreci işleyecek. Bu nedenle siyasi olarak hayatta kalmak için çatışmayı kolayca sonlandırması pek mümkün değil.
Netanyahu daha önce “tarihsel–manevi bir görev” yürüttüğünü, yani “Büyük İsrail Planı’nı” uyguladığını söylemişti. Bu plan, 1967 Altı Gün Savaşı sonrası İsrail’in kontrol ettiği toprakları (Doğu Kudüs, Batı Şeria, Gazze, Sina, Golan) kapsamaktadır. İlk Siyonistler bunu Ürdün’ün bazı bölgelerine kadar genişletiyordu.
Ayrıca, son yıllarda İsrail’de aşırı sağ büyüdü. İç Güvenlik Bakanı ve Maliye Bakanı gibi isimler yerleşimlerin genişletilmesini savunuyor, iki devletli çözüme karşı çıkıyor, sık sık kışkırtıcı açıklamalar yapıyor.
Neyse ki, bu görüş yelpazesi İsrail toplumunda çoğunluğu oluşturmuyor ve kamuoyu büyük ölçüde onların görüşlerine katılmıyor. Ancak tüm bunlara rağmen, evcut hükümet İsrail tarihinin “en sağcı hükümeti” sayılıyor.
Bu yüzden ateşkesin ilk aşamasına ulaşılmış olsa da bunun tam olarak uygulanacağına iyimser bakmıyorum. İsrail hedeflerine ulaşmadan saldırıları durdurmayacaktır.

Wen Hui Bao: Trump, Gazze ateşkesi için son derece aceleci bir arabuluculuk yaptı, fakat bu girişimin uzun vadeli etkileri oldu. ABD’nin Ortadoğu stratejisinin geleceği ne olacak? Bölgesel düzen nasıl şekillenecek?
Pan Guang: 2020 Eylül’ünde ABD’de İsrail, BAE ve Bahreyn “İbrahim Anlaşmaları’nı” imzaladı. Mısır ve Ürdün’den sonra bu iki ülke de İsrail’le diplomatik ilişki kurdu. Sonrasında Fas ve Sudan da katıldı. Trump bunu Başkanlık döneminin en büyük başarısı olarak sunuyor; ABD ve İsrail Arap ülkelerini bu sürece dahil etmeye çalıştı.
Bazı analistlere göre Hamas, Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşme ihtimaline karşı bir ön hamle olarak 7 Ekim saldırısını başlattı. Sebep ne olursa olsun, iki yılı aşkın çatışma gösterdi ki ABD öncülüğünde yürüyen Arap ülkeleri ve İsrail arasında uzlaşı süreci artık sürdürülemez. İsrail politikalarını kökten değiştirmedikçe başka Arap ülkelerinin normalleşmeye yanaşması zor.
Stratejik olarak ABD bölgedeki varlığını azaltmaya devam edecek. Ancak Trump’ın ikinci dönem politikaları tutarsız, belirsiz ve yan etkileri hesaba katmayan adımlarla dolu.
ABD’nin hedefi İsrail ile Arap ülkeleri arasında yakınlaşma sağlayıp İran’a karşı ortak bir cephe kurmaktı, fakat başarısız oldu. Birçok Sünni Arap ülkesi için İsrail artık İran’dan daha büyük bir tehdit haline geldi ve özellikle İsrail’in Katar’a saldırıları sonrası ABD ile Körfez ülkeleri arasındaki güven zedelendi. Böylece İsrail ABD için “ağır bir stratejik yüke” dönüştü.
ABD bölgedeki varlığını azalttıkça Körfez müttefikleri, özellikle Suudi Arabistan, kendi stratejik kararlarında daha özerk hale geldi. Her ülke kendi kalkınma rotasını çiziyor.
Öte yandan bu süreçte Türkiye’nin rolü de artıyor. Türkiye yakın zamanda Netanyahu ve bazı İsrailli yetkililer hakkında tutuklama kararı çıkardı. Bu karar daha çok sembolik, ancak bu, Erdoğan’ın “Filistin davasının güçlü savunucusu” imajını pekiştirme çabasını ve bölgesel nüfuz rekabetini gösteriyor.
ABD’nin geri çekilmesiyle Washington ile bölgesel ortakları arasındaki açık görüş ayrılıkları ilişkileri daha zor yönetilebilir hale getiriyor. Genel olarak, Trump’ın ikinci döneminde ABD’nin Ortadoğu politikasında ciddi çelişkiler mevcut; buna rağmen bölgesel düzen yavaş ve sessiz bir biçimde yeniden şekilleniyor.”
