Devirmek” ile aynı kökenden gelen “devrim” arasında siyah ve beyaz kadar fark var. Devrimi, “bir toplumun yaşamında önemli işlevi olan kurumların hızlı ve geniş kapsamlı bir biçimde kökten değiştirilmesi, ya da yenileştirilmesi, yeniden biçimlendirilmesi ya da belli bir alanda birdenbire gerçekleşen kökten değişiklik, herhangi bir olaydaki hızlı ve geniş kapsamlı niteliksel değişme” olarak anlayanlar ve anlatanlar var. Bu büyük bir yanılsama ve aldatmadır. Zira her devirmek, kökten değiştirmek devrim ve bir devrimci eylem olsaydı Yezit Bin Muaviye, Adolf Hitler, Kenan Evren, Netanyahu, Abu Muhammed El-Colani en büyük devrimciler olarak kabul edilmeli. Bir değişimi-dönüşümü devrim olarak isimlendirmek için devirdiği rejim yerine daha ileri, daha özgür, daha adil, daha güvenli, daha huzurlu ve halkın barınma, iaşe, eğitim, sağlık alanında daha müreffeh bir nizamı tesis etmesi gerekir. Devrim bir siyasi, ekonomik, sosyal, hukuksal ve kültürel diriliştir.
Bir zümrenin maddi-manevi çıkarlarını çiftçinin, işçinin, öğretmenin, meslek erbabının, sanatçının, sanayicinin, zanaatkârın, memurun, tüccarın menfaatleri ve huzuru üstünde tutmaz. Hâlbuki devrilenin yerine “niteliksel köklü değişim” getirenlerin yeni rejimini değerlendirdiğimizde bir devrimin değil mevcut olandan daha geri, daha adaletsiz, daha diktatör, daha vicdansız, daha kanlı ve bir zümrenin, taifenin, dinin, mezhebin, bölgenin tekelci çıkarlarını gözeten bir karşı-devrim programının ikame edildiğini görürüz. Kıssadan hisse mevcut zalimi bir zalim veya daha zalim ile değiştirmek devrim değil sadece köhnemiş bir rejimi daha Y-köhne bir rejimle değiştirmektir.
KENDİNİ HALİFE GÖRÜYOR
8 Aralık’ta devirdikleri Beşar Esad rejiminin birinci senesi kutlamaları esnasında deviren rejimin başı Ahmet Şara (Ebu Muhammed El-Colani) Şam Emevi Camisi Minberi’ne askeri kıyafetiyle çıktı. Temmuz 2014’te Musul şehrinin Büyük Cami Minberi’ne çıkıp halifeliği ilan eden eski cihatdaşı Ebu Bekir El-Bağdadi’nin sözlerini harfiyen kullandı; “Sizden Allah’a itaat ettiğiniz gibi bana itaat etmenizi talep ediyorum.”
Nisâ Suresi, 59. Ayet şöyle der: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve içinizden kendilerine yetki verilenlere de itaat edin.”
Bu emre istinaden El-Bağdadi ve El-Colani kendilerini “yetki verilenlerden” saymaktadır. O vakit her Müslüman kayıtsız-şartsız onun emrine itaat etmelidir. Zira artık o kendisini “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” olarak görmektedir. “Müminlerin Emiri” sıfatıyla ve onun emirlerine itaatsizlik Allah’ın ve Peygamber’in emirlerine itaatsizlik olarak kabul görecektir.
NERDEN ÇIKTI BİR ANDA FİLİSTİN?
Katar’da 6-7 Aralık’ta yapılan Doha Forumu, Arap Atı Dünya Şampiyonası Töreni’ne katılan Ahmet Şara ilk kez Filistin, özelde Gazze ile dayanışma mesajları verdi. Bir senedir Gazze için suskun kalanlar, Suriye’deki Filistin örgütlerini silahsızlandırıp dağıtanlar, bürolarını kapatanlar, okul müfredatlarından Filistin konularını kaldıranlar, İsrail tarafından istenen Suriye’de ikamet eden Filistinlilerin sorgulanmasına onay verenler bu noktadan “Gazze, Kudüs bekle bizi geliyoruz!” noktasına neden geldiler? Şara’nın komutanları ve askerleri, törende “Ey Hayber Yahudileri, bekleyin Muhammed’in ordusu geliyor!” sloganları neden attı?
Hz. Ali ve Peygamber torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i katleden, Kâbe’yi yıkan, Medine’yi kılıçtan geçiren, Ali ve taraftarlarını “en büyük düşman” olarak telakki eden Emevi Devleti’ni örnek alan zihniyete ne oldu da “Hayber Kalesi Fatihi” olarak bilinen Hz. Ali’nin cesaret ve kahramanlığına soyundu? Aslında yeni olan bir şey yok zira “amaca giden yolda tüm araçlar, söylem ve eylemler mubahtır.” Ahmet Şara’nın takım elbisesi ve kravatını çıkarıp askeri kıyafetiyle Emevi Camisi’nden kendisine biat istemesi, “Müminlerin Emiri ve Halife” niyetine açık delildir. Ahmet Şara ve Dışişleri Bakanı Şeybanî’nin “demokrasi” kavramını telaffuz etmekten kaçınmaları tesadüf değil tespitini yapmıştık.
Bu ve benzeri kavramları kabul etmeleri, kendi savaşçıları nezdinde meşruiyetlerinin çökmesi anlamına gelir. Çünkü bağlayıcı olan Allah’ın yeryüzündeki “halifesine” ve Allah’ın adaletini tesis edecek “Müminlerin Emiri”ne biat ve itaat etmektir. Bu nedenle, dışarıda takım elbiseli, ılımlı ve uzlaşmacı konuşmasıyla “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek”, içeride ise askeri kıyafet, radikal dinci slogan, kadim dini savaşlara, kahramanlıklara vurgu yaparak saltanatlarını pekiştirmek asıl gayedir. Bu zihniyet dışarıya başka bir şeyi söyler, içeride ise açıktan söylenemeyecek olanı vakti gelinceye kadar gizler.
ULUS DEVLETLE ÇELİŞİRLER
İtikadı bağlılığı her türlü millî aidiyetin üzerine koyar ve İslam ümmetini modern ulus-devletlerin ve sınırların meşruiyetinden önce gelen tek bir siyasî yapı olarak görür. Bu nedenle söylemleri, ulus-devlet kimliğini pekiştirmekten kaçınır ve “ümmet” kavramını ulusal kimliğin üzerine yerleştirir. Milliyetçiliği kökten reddeder, onu “cahiliye sancağı” olarak niteler. Onlara göre siyasî meşruiyet toplumdan veya toplumsal sözleşmeden değil, güç ve galibiyetle sağlanan hâkimiyetten doğar. Bu yüzden mevcut sınırların tanınması ya da ulusal devlet fikri onların inanç yapısıyla temelden çelişir. Bu inanç sistemi sebebiyle “yabancı savaşçılar” diye bir kavramı tanımaz. Onlar cihat savaşında kardeşleridir. Birliğin çimentosu dil, köken, ekonomi, vatan, millet değil, din ve mezhep kardeşliğidir.
Bu inanç Müslüman dünyada ciddi bir toplumsal kabarma yaratacak ve karşılık bulacak. Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Amerika kıtasına kadar birçok “Müslümanı” heyecanlandıracak. Hatta bu kabaran dalgaya kendilerini “anti-Siyonist”, “anti-Emperyalist” olarak tanımlayanlar, İsrail, ABD ve AB’ye öfkeli kalabalıklar, umutsuz kitleler, içinde yaşadıkları sistemden bıkmış olanlar, solcular, muhafazakârlar bile katılacak. Doha Forumunda Suriye’deki eski rejimi deviren Ahmet Şara’nın safında buluşanların geçmiş siyasi kimliklerine baktığınızda ne kadar farklı siyasi kulvarlardan geldikleri sizi şaşırtacaktır.
‘DAVUT İÇİN, İSA İÇİN, MUHAMMED İÇİN’
Siyonizm ile “Davut için Cihat” diyen Siyasal Yahudilik, “Muhammed için Cihat” diyen “Siyasal İslam” veya “İsa için Cihat” diyen (Haçlı Seferleri) Siyasal Hristiyanlık bir madalyonun iki yüzü gibidir. Birbirlerini beslerler. Yükselen “Müslüman” dalgasının “tehlike ve tehdidine karşı” Hristiyan dünyası kenetlenecek ve sistemin arzuladığı ekonomi ve sanayiinin askeri amaçlar için dönüştürülmesine boyun eğecek. Dünya Yahudileri İsrail etrafında kenetlenecek ve “Müslüman kardeşliğine karşı” “Yahudi-Hristiyan kardeşliği” daha da güçlenecek. Bu savaşların en büyük faturasını yine halklar ödeyecek. Dinler savaşı yürüttüğünü iddia eden ve buna inanan milyonlar aslında uluslararası finans, silah, petrol, doğal gaz, alternatif enerji, nadir elementlerin fırınlarında yakılacak odunlar olduklarını belki anlayacaklar ama Basra’nın harabesinden sonra iş işten geçmiş olacak.
Mehmet Yuva/aydınlık
