Batı Yanlılarının Dünya Gerçeklerinden Geri Kalması

Foreign Affairs dergisi, kısa süre önce eski ABD’li diplomat Philip Gordon imzasıyla yayımlanan “ABD’nin Müttefikleri Plan B Arayışında” başlıklı bir analizde şu ifadeye yer verdi:
“Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ilk yılı, küresel müttefiklerin dünya düzeninin korunması konusunda Amerika Birleşik Devletleri’ne duyduğu güvenin sona erdiğini göstermiştir.”

Amerikan dergisi devamında şunu yazdı:
“Günümüzde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin demokratik müttefiklerine verdiği destek üzerine kurulu küresel düzen fiilen anlamsız hâle gelmiştir.”

Foreign Affairs, analizinde şu tespiti de yaptı:
“Avrupa’da Trump, NATO Antlaşması’nın, bir üyeye yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayılmasını öngören 5. maddesini, müttefiklerin daha fazla ödeme yapması şartına bağlamıştır. Hatta Danimarka’ya ait bir bölge olan Grönland’ın kontrolünü ele geçirmeyi düşünmüş ve bunun zor kullanılarak da yapılabileceğini ileri sürmüştür. Bu tür adımlar, yalnızca ABD’nin müttefiklerini savunma taahhüdünü sorgulatmakla kalmamış, Washington’a duyulan küresel güveni de yok etmiştir.”

Raporda şu ifadelere de yer verildi:
“Asya’da ise Japonya ve Güney Kore gibi müttefikler, ABD’nin güvenlik desteğinin Trump’ın Çin’le olan ticari çıkarlarına bağlı hâle gelmesinden endişe duymaktadır. Trump, Tayvan’a silah teslimatını ve diplomatik desteği sınırlandırmış, karşılığında Tayvan’ın ileri teknoloji sanayi üretim kapasitesinin bir kısmının ABD’ye taşınmasını şart koşmuştur. Bu adımlar, ABD’nin ne müttefiklerinin güvenliğini önemsediğini ne de onları savunmak için büyük güçlerle yüzleşmeye hazır olduğunu göstermektedir… Orta Doğu’da (Batı Asya’da) da ABD müttefikleri Washington’a derin bir güvensizlik duymaktadır.”

Foreign Affairs şu değerlendirmeyi de yaptı:
“ABD’nin müttefiklerini savunma konusundaki isteksizliği, ülkeleri savunma alanında kendi kendine yeterlilik oluşturmaya ve askerî sanayilerini ABD’ye daha az bağımlı hâle getirmeye yöneltmiştir. ABD müttefikleri ayrıca bağımsız nükleer programlar geliştirmeyi de gündeme almaktadır. Güvenlik ve ekonomi alanında bölgesel bütünleşme ve iş birliğinin güçlendirilmesi de Washington’un müttefiklerinin izlediği bir diğer yoldur.”

Dergi ayrıca şunu yazdı:
“Avrupalı ve Asyalı müttefikler, ABD’nin desteğini korumak için Trump’ı pohpohlamak, savunma bütçelerini artırmak, ABD’de büyük yatırımlar yapma sözü vermek ve tek taraflı ticaret anlaşmalarını kabul etmek gibi yollara başvurmuştur. Ancak bu çabalar en fazla sembolik ya da kısa vadeli bir iş birliği sağlayabilir; kalıcı desteği garanti etmez.”

Ancak Foreign Affairs’in raporundaki son cümle son derece önemli ve düşündürücüdür:
“Amerika Birleşik Devletleri artık güvenilir bir küresel lider olarak hareket etmemektedir ve müttefikler güvenlik ve ekonomi alanında hızla alternatif seçenekler ve bağımsız planlar geliştirmelidir. ABD’ye mutlak güven, hayal kırıklığı yaratan ve tehlikeli bir yaklaşımdır.”

Ünlü dış politika ve uluslararası ilişkiler analisti Fareed Zakaria da kısa süre önce Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makalesinde şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bugün ABD politikası, iş birliği ve destekten ziyade baskı, uyarı ve siyasi tehdit üzerine kuruludur; bu yaklaşım çoğu devleti savunma pozisyonuna itmektedir.”

Zakaria sözlerini şöyle sürdürdü:
“Amerika’nın küresel liderlik dönemi sona ermiştir.”

Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası Siyasi Ekonomi Profesörü ve ABD Dış İlişkiler Konseyi kıdemli araştırmacısı Matthias Matthijs de geçtiğimiz günlerde Foreign Affairs’te yayımlanan makalesinde şunu yazdı:
“Avrupa, Trump karşısında direnişi bıraktığı ve teslimiyetçi bir tutum sergilediği anda kaybetti… Avrupa Birliği yalvarmayı bırakmalıdır.”

Foreign Policy dergisi de son haftalarda Ukrayna’nın vahim durumuna dikkat çekerek şu ifadeyi kullandı:
“Bu, Amerika’yı dostu sanan herkes için iyi bir derstir.”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise kısa süre önce şunları söyledi:
“Avrupa, ‘ABD’nin takipçisi’ hâline gelmeye zorlanmaya karşı direnmelidir… Avrupa, ABD’ye olan bağımlılığını azaltmalıdır… Ayrıca ABD dolarının sınır ötesi hâkimiyetine olan bağımlılığını da düşürmelidir.”

Amerikan ve Avrupalı saygın yayın organlarının, önde gelen uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin ve hatta Batılı resmî yetkililerin açık itirafları, inkâr edilemez bir gerçeği haykırmaktadır: Amerika merkezli düzen çökmektedir. Bu çöküş, Washington’un rakiplerinin propagandasının ürünü değil; bizzat ABD’nin en yakın müttefiklerine yönelik davranışlarının sonucudur.

Ancak asıl soru şudur: Bugün Avrupa, Japonya, Güney Kore ve ABD’nin geleneksel müttefikleri bile “Plan B” arayışına girmişken, İran içinde hâlâ ülkenin kurtuluş reçetesini “ABD ile uzlaşmak”ta gören bir akım nasıl varlığını sürdürebilmektedir? Bu kadar itirafa rağmen gözler nasıl kapatılabilir ve Washington’la müzakere hâlâ tüm sorunları çözecek sihirli bir değnek olarak sunulabilir?

İran’daki Batı yanlısı akım, yıllardır ülkenin dış politikasını tek bir basit önermeye indirgemiştir:
“ABD ile anlaşırsek her şey düzelir.”
Bu iddia yalnızca nükleer anlaşma (JCPOA) tecrübesinde fiilen çökmekle kalmamış, bugün bizzat Amerikalı düşünce kuruluşları ve elitler tarafından da geçersiz kılınmıştır. ABD, müttefikleri için bile güvenilir değildir; bağımsız bir ülke için ise hiç değildir.

Bugün Avrupa’da yaşananlar, Washington’a güvenmenin geleceğini açık biçimde göstermektedir. Avrupa Birliği; askerî bütçesini artırarak, ABD’nin güvenlik şemsiyesinden uzaklaşarak, dolardan bağımsızlık arayışına girerek ve hatta bağımsız bir nükleer kapasiteyi tartışarak, ABD’ye mutlak bağımlılığın stratejik bir hata olduğu sonucuna varmıştır. Bu, İran’daki Batı yanlılarının yıllarca “siyasal aklın modeli” olarak sunduğu Avrupa’dır.

Ukrayna örneği, Foreign Policy’nin de ifade ettiği gibi, bu güvensizliğin zirvesidir. Tüm güvenlik yumurtalarını ABD ve NATO sepetine koyan bir ülke, bugün yıkım, borç, toprak kaybı ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıyadır. Bazılarının İran için önerdiği model gerçekten bu mudur?

Gerçek şudur ki ABD artık ne dünyayı yönetme gücüne sahiptir ne de bunun bedelini ödemeye isteklidir. Washington taahhüt vermek yerine şantaj yapar; destek olmak yerine pazarlık eder; güvenlik sağlamak yerine istikrarsızlık ihraç eder. Böyle bir ortamda ABD ile müzakerede ısrar etmek, gerçekçilik değil, analitik bir geri kalmışlıktır.

İran, bugün birçok ABD müttefikinin imrendiği bir noktadadır: bağımsız caydırıcılık gücü, bölgesel stratejik derinlik ve Washington’dan izin almadan karar verebilme kapasitesi. Bu kazanımlar ABD’ye güvenerek değil, tam tersine ona güvenmeyerek elde edilmiştir.

Dünya, Amerika sonrası döneme girmektedir; tek kutuplu düzenin yerini bölgesel güçler ve bağımsız bloklar almaktadır. Foreign Affairs, Foreign Policy, Zakaria, Macron ve diğerlerinin itirafları bu tarihsel geçişin yalnızca bir kısmını belgelemektedir. Böyle bir dünyada var olmanın ve ilerlemenin şartı; iç kapasiteye dayanmak, dış ilişkileri çeşitlendirmek ve müttefiklerini bile yalnız bırakan bir güce bağımlılıktan kaçınmaktır.

Batı yanlısı akımın “kurtuluşun yolu Amerika’dan geçer” ısrarı, siyasi bir analizden çok, küresel gerçeklerin inkârıdır. Artık dünya Washington’un iznini beklemiyor ve bu gerçeği daha erken kabul eden ülkeler, daha az bedel ödeyecektir.

Mesud Ekberi/Keyhan

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın