Kant’a göre barış, “ Tüm düşmanlıkların sona ermesidir. Sadece saldırgan durumların ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda düşünce ve yaklaşım olarak da barışı kabul etmek gerekmektedir.” Diye belirtiyor. Aynı zamanda Kant “ yalan söylememe,gizli amaç gütmeme ve örtülü planlar yapmama” olarak da barışı ifade ediyor.
Elbette barışa hizmet edecek, kanın akmasını durdurabilecek girişimler desteklenmelidir. Otuz yıldır akan kanın durması ,Türk-Kürt düşmanlığının toplumsal kapışmanın sınırlarına dayanması açısından bu sürecin önemliliğinin yanında toplumsal bir görev de arz etmektedir. Ancak bu duyarlılık ve sorumluluk sahibi insanlardan bir vatandaş olarak bizim de istek ve temennilerimiz olacak. Elbette akil insanlardan önce devletin tepesinde bulunan akil yöneticilerimizden bu taleplerimize olumlu tepkileri bekliyoruz.
Türk-Kürt kardeşliğinin sağlanması ve barış sürecinin olgunlaşmasının kurgusunu yapanların Alevi sorunlarına da bir çözüm yolu bulması toplumsal barış açısından daha sağlıklı olmaz mı? Daha düne kadar “Kürt sorunu yoktur, pkk sorunu vardır “ diyenlerin ortada bulunan (adı ne olursa olsun) sorunu çözmeye kalkması elbette taktire şayandır. Çünkü olur ya “Alevi sorunu yoktur” diyerek alışkanlık halini almış bir ifade kullanılmasına hazırlıklı olmak gerekir.
Yaşadığımız bu yüzyılda milyonlarca alevi’yi görmemezlikten gelme, tanımamak akillere yakışmadığı gibi demokratik devlet iddiasına da yakışmaz. Demokrasi iddiasında bulunan yetkililerin Alevilere ibadetleri yeri konusunda yer göstermesi bu demokrat ifadesiyle çeliştiği gibi, insan hak ve özgürlüklerine de aykırıdır.
Ülkede Alevi sorunu var mı diye düşünebilirsiniz. Vardır ve maalesef Aleviler yüz yıllardan beridir çeşitli olumsuzluklarla karşılaştıkları gibi, günümüzde de bu olumsuzlukların bazıları devam etmektedir. İftiralar, karalamalar, dışlamalar devam ettiği gibi, devletin yapısında kaynaklanan sorunların varlığı bu inanç topluluğunu dışlamayı kolaylaştırmaktadır.
Halbuki değişen dünyaya ayak uydurmanın değişkenlik gösterdiği günümüzde, kriterlerin de değiştiğini, güçlü olmanın demir yumruk anlamına gelmediği, bu anlamda barışa ve kültürel çalışmalara ve eğitime önem vermeyi gerektirdiği unutulmamalıdır. Sivil örgütlenmenin ve siyasal örgütlenmenin önündeki engeller kalkmadıkça, ifade özgürlüğü sekteye uğradıkça barış sözcüğünün yetersiz kalacağını bilmemiz gerekir.
Bu barış çığlıkları toplumsal barışı sağlamak adınaysa; bizimde inancımıza saygılı olmayı istemek hakkımızdır sanırım. Aleviler ile Sünniler bir arada ve kardeşce yaşıyoruz deniliyor. Doğrudur. Ama bir koşulla: Alevi’nin İslâmi kimliğini kabul etmeyerek… Aleviyi dışlayarak,milli geliri eşit paylaşmayarak, ötekileştirerek, adil davranmayarak toplumsal barışı sağlamak….
Hepimiz,ben, sen ,o, biz, bizler toplumsal barışı istiyoruz. Evet, herkes toplumsal barış istiyor ama karşıdakinin kimliğini kabul etmeyerek…Herkes demokrasiden bahsediyor,ama demokratik davranmayarak.. İşte böyledir bizim toplumsal barış var dediğimiz memleketimiz. Devlet mi bizden, biz mi devletten korkuyoruz belli değil. Kısacası; Barış olacaksa, korkularımızla,korktuklarımızla, bizi korkutanlarla yüzleşmek adına güzel günlerin olacağı umuduyla.. Barış Alevileri kapsayacak mı?
Hüseyin KAYA