Dünya siyaseti içinde bulunduğu batı ekseni içinde kendisini
zora sokan şartlar ile kendi tabirleri ile “iç piyasa” diye
tanımladıkları Müslüman Türkiye halkının istek ve taleplerini aynı anda karşılamaya
çalışıyor ve bu da entrikavari ve ikiyüzlü bir siyaset izlemesine sebep oluyor.
Ancak buna rağmen Kudüs davasını cansiperane üstlenmiş ve
bunun için her şeyi göze almış bir İran varlığını görmezden de gelemiyor. Öyle
ki İran İslam Devrimi sanki sadece İran için değil de bilhassa Filistin ve
Kudüs için olmuşçasına halkıyla yöneticileri siyasetçileri muhalifleri ile
Kudüs’ü bayrak edinmiş bir millet haline dönüştü. Devrimin hemen ardından
rahmetli İmam Humeyni’nin ilk yaptığı şey Ramazan ayının son Cuma’sını Dünya
Kudüs Günü ilan ederek tüm dünyada Kudüs ve Filistin için büyük bir farkındalık
oluşturmak olmuştur.. Filistin’de İsrail’e karşı mücadele eden direniş
gruplarını silahlandırarak eğiterek bu gün İsrail’in baş edemediği Hamas,
İslami Cihad, Abdullah Azzam Tugayları, El Kudüs Tugayı, Filistin Demokratik
Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık,
Filistin Halk Mücadelesi Cephesi, Filistin Kurtuluş Cephesi, Filistin Kurtuluş
Ordusu, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, İzzeddin el-Kassam Tugayları, Kutsal
Cihat Ordusu ve benzerleri onlarca direniş grubuna kuruluşunda ve
silahlanmasında yardım etmiş askeri, teknik, siyasi eğitimler vererek
güçlenmelerini sağlamıştır.
En önemli örgütlerden
biri de yine İran tarafından kurulan İsrail işgali altındaki Lübnan’ın
topraklarının özgürlüğüne kavuşmasında büyük bir fark sağlamış olan Hizbullah
örgütüdür. Yetmediği gibi İran tüm dünyada BM gibi İslami birlik teşkilatları
gibi onlarca kuruluşta Filistin ve Kudüs davasını defalarca gündeme getirmiş
yoğun bir diplomasi ve kulis çalışması da yapmaktadır.
AKP yönetimindeki Türkiye jeopolitik konumu yüzünden
gerçekten çok zor ve dar bir kulvarda hareket etmek zorunda bırakılmıştır.
Bunun üzerine siyasilerin telaş ve iş bilmezlikleri uzun süredir Kudüs
konusunda ikircikli bir siyasetin sahnelenmesine maalesef sebebiyet vermiş ve artık
bu hal kanıksanarak reel politik bir ilke olarak asılı kalmıştır.
Mavi Marmara olayından sonra Türkiye’ye İsrail dostluk
anlaşması gibi tavizler dolu ve ülke açısından tükürdüğünü yalatan bir netice
ile sonuçlanmış olması ve artık geçen süre içinde duyarlı Müslüman halkın ve
bilhassa AKP tabanının bu Mavi Marmara tavrının bir ihanetle sonuçlandığı
düşüncesine kani olmaya başladı. Özellikle Mavi Marmara şehidlerini öldüren
İsrail askerlerine açılmış davaların yakınlarının karşı çıkmalarına rağmen TBMM’de
AKP çoğunluğuyla düşürülmesi ve tazminatların ne olduğunun belli olmaması ve
özür dilenmemesi AKP’ye güvenin sarsılmasına neden oldu.
Erdoğan yönetimi ile İsrail arasında imzalanan 6 maddelik
anlaşma 28 Haziran 2016 tarihinde yani darbe girişiminden yaklaşık 15 gün önce
imzalandı. Türkiye adına Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, İsrail
Dışişleri Müsteşarı Dore Gold arasında imzalanan bu anlaşma da, İsrail’in
başkenti Telaviv’de değil statüsü tartışmalı olan ve Erdoğan’ın şimdi tepki
gösterdiği Kudüs’te imzalandı. AKP hükümetinin 2016 yılında imzaladığı bu
anlaşmada Kudüs’ü Ankara ile eş tutmasının yanı sıra o sıralar arşivlerden
çıkarılan videoda Erdoğan 2005 yılında
dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la Başbakanlık Konutu’nda bir araya
geldiğinde Şaron Erdoğan’ı “Yahudi
milletinin başkenti ve İsrail’in başkenti Kudüs’e hoşgeldiniz” ifadeleri
ile karşılamış Erdoğan da bu sözlere dostça “hoşbulduk” yanıtını vermiş
ve iki lider el sıkışmıştı. Aslında bugün Kudüs davasını üstlenmeye çalışan
AKP’nin daha o zamanlar Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını kabullendiği bu
iki olayda açıktır.
Tüm bu sonuçlar AKP
kurmaylarını hayli tedirgin etmişti ve bu tedirginlik ve kaygı ile Erdoğan ve
AKP Kudüs konusunda durumu kendi lehlerine çevirecekleri ve Kudüs davasını
kendilerine has kılacakları birkaç manevraya giriştiler ve maalesef her
seferinde aynı sebeplerden dolayı bunları da batırarak daha büyük tepkilere
sebep oldular.
Bunlardan bir diğeri ise Trump döneminde ABD İsrail arasında
imzalanması öngörülen “yüzyılın anlaşması” isimli sözleşme ile dayatılan
Kudüs İsrail’in baş kenti olacak maddesi karşısında Erdoğan ve AKP’nin hemen
olaya müdahil olarak kendilerini ispat etmeye çalışırken her iki tarafı da
idare edeceklerini zannettikleri ve bunu yaparken aslında Kudüs davasına nasıl
bir ihaneti getirecek bir teklif olduğunu düşünmeden “Doğu Kudüs”
garabetini sunmaları ve bunu da İslam Teşkilatı Konferansında onaylatmaya
çalışmalarıydı.
Elbette tüm bunlar da sadece AKP yönetiminin zaafları değil
İsrail ve ABD’nin sinsi taktik ve yönlendirmeleri de etkili olmuştur.
Bu günlerde gündemde olan ve İsrail’in başlattığı ve
günlerce önceden duyurduğu Mescid’i Aksa’ya saldırı düzenlemesi sebebiyle
Türkiye’de oluşan olaylardır.
Bu saldırıdan birkaç gün önce Suriye ve Irak konusunda NATO
yanlısı yazıları ile kendini belli eden ve zaman zaman AKP’nin Suriye
politikaları ile örtüşen bir zihniyeti barındıran Haksöz sitesinin
yazarlarından Rıdvan Kaya’nın twiter da attığı;
“Ya Rab, Mescidi Aksa’yı necis Siyonistlerin işgalinden
ve Kudüs davamızı İsrail’e tek mermi atmayıp, Irak’ta, Suriye’de mazlumları
vahşice katleden, ‘Kudüs Ordusu’ adıyla Ümmeti aldatan nifak ehli, mezhepçi
zalimlerin tasallutundan azad eyle!”
mesajı ile Kudüs’ün kurtuluşunda mücadele eden ve çok büyük
kazanımları sayesinde oluşmuş Kasım Süleymani ve Kudüs Ordusu’nun Türkiye
Müslümanları açısından kazanılmış sempatisini hedef alan sözleri adeta yerLi
bir İsrail projesinin tedavüle sokulduğunun izlerini veriyordu.
Hemen ardından dün AKP’nin pravdası yani basın bülteni Yeni
Şafak gazetesinin mütaassıp yazarı İsmail Kılıçaslan’ın kaleme
aldığı “Bazı sorulara bazı cevap denemeleri” başlıklı kin ve nefret
kokan yazısı ile;
“Soru şu: “Türkiye’de İran tarafından fonlanan aşağılık,
rezil heriflerin berbat kampanyalarına karşı ne yapmak lazım gelir?
Hem Suriye meselesinde, hem Filistin meselesinde, hem
Doğu Türkistan meselesinde doğrudan suyu bulandıran, doğrudan ortalığı
karıştıran İran destekli aşağılık, rezil herifler var. Bunu biliyoruz. Aslında
burada devletin yapması gereken bir şey var. Bu heriflerin tamamına “ajan
muamelesi” yapmak. Fakat gördüğümüz kadarıyla yapmıyor. Pers imparatorluğu
hayali peşinde koşan mezhep devleti İran’ın çıkarları için tüm dünyayı ateşe
vermekten çekinmeyecek bu aklı tutulmuş insanlara gerçekten bir yaptırım
uygulamak gerekiyor. Çünkü gördüğüm kadarıyla bu ajan bozuntularına, bu
aşağılık heriflere devlet bir şey yapmazsa Türkiye Müslümanları bir şey yapacak
artık. Böyle bir şeyi can-ı gönülden istesem de doğru bulmuyorum. Hukukun işlemesi
gerekir, bunlara ajanlık muamelesi yapmak gerekir. Suriye’de İran’ın aşağılık
katliamlarını destekleyen kim varsa paketlenmesi gerekir.
Türkiye, etki ajanlığı yapan mezhepçi, Farsçı karaktersiz
karakterlerin ellerini kollarını rahatlıkla sallayarak dolaşabilecekleri bir
ülke olmamalı. Türkiye buna müsaade etmemeli. Egemenliği bakımından da
etmemeli, uzun vadeli çıkarları bakımından da etmemeli, toplum vicdanı
bakımından da etmemeli”
sözleri artık meseleye mim koyarak tekrar ettiği “ajan”
tanımı sanki AKP rejiminin bundan böyle İran İslam Cumhuriyeti’ne sempati
besleyerek kendilerini Türkiye-İran dostluğu ve ortak çalışmasına adamış bir
camianın profilini netleştirerek ifşa etmesi ve ardından ihtimâlen tasfiye
sürecine gireceği izlenimi veriyor gibiydi.
Tam da pandeminin en yoğun döneminde AKP hükümetinin milleti
kapatma kararı aldığı bu günlere denk gelen Kudüs Günü kutlamalarının her
zamanki gibi yapılamayacağı bu camia tarafından açıklanmışken Filistin
meselesinde her zaman ön planda olan ve en çok gündeme getirerek canlı tutan bu
camiadan adeta rol kapma çabasına girmiştir. Bunun için de ortaya AKP yanlısı
ve İslami tüm camialar tarafından şaibeli görünen ve bu yüzden sevilmeyen İHH
yöneticisi Bülent Yıldırım’ı hızla sahneye sürmüştür. Birden bire daha önce
asla izin verilmeyen gösteri, miting ve toplantılara ivedilikle izin çıkartarak
ve bilhassa en yüksek makam olan İçişleri bakanı Süleyman Soylu ekranlara
çıkartılarak onun ağzından pandemi tedbirlerini hiçe sayarak evlerine
kapatılmış tüm Türkiye sokaklara salınmıştır. Yetmediği gibi İsrail
konsolosluğu önünde tüm teknik tertibatın önceden alınmış olması da bir
hazırlığın göstergesidir. Gece ikiden sonra aniden hızla tertiplenen bu Kudüs
Günü mitingi birçok televizyondan da canlı olarak yayınlanmıştır.
Görünen o ki küresel Siyonizm etki alanlarını kullanarak AKP
yönetimine ve onun hinterlantındaki birkaç yazarı yönlendirerek bir proje
başlatmış ve belki de tüm dünyada gerçekten Kudüs sevdalılarını ve bunun için
ömür tüketen insanların Kasım Süleymani başta olmak üzere İran’ın Kudüs
konusunda yaptıkları tüm çalışmaları sekteye uğratmak, dünya nazarında onların
çabalarını faydasız göstermek ve Kudüs direnişinin ve mücadelesinin merkezini
kolaylıkla kontrol edebileceği yapıları getirebilme çabası içindedir.
İsrail’den elçisini çeken ve diplomatik ilişkiyi asgariye indirmiş olan
Türkiye’mizin bu durumu AKP rejimini hayli üzmüş olmalı ki pişmanlığa düşmüş ve
yeniden ebedi dostluğunu tesis etmenin yollarını arıyor. Tıpkı Mavi Marmara
neticesinde Sarkozi’nin ABD’deki diplomasi uzmanı lobi kuruluşlarına milyon
dolarlar vererek barış anlaşmasını daha önce yaptıkları gibi. Sadece o mu? Son
dönemlerde başta Suudi Arabistan ile normalleşme sözleşmeleri imzalamış olan
İsrail ile barışmak aynı zamanda Arabistan ile olan Türkiye gerginliğini de
belki bitirmek demektir.
Sahneye kulisten değil de seyirci koltuğundan baktığınızda
görülecek olan ise Mescid -i Aksa’ya günlerce önceden operasyon yapacağını
bağıra bağıra söyleyen İsrail’in bu hain saldırısına Ortadoğu’da İslam ülkeleri
nazarında ön saflarda olan geçmişte İslam aleminin hilafeti konumunda olan
İslam ülkesi Türkiye’nin İslamcı(!) partisi AKP’nin kontrolünde bir protesto
mitinginin düzenlenmiş olduğudur. Ama gerçekte olan ise Batıya entegre olmaya
çalışan, AB kapısında sıra bekleyen NATO üyesi stratejik ve coğrafi konumu
itibarı ile dünyanın ilgisine matuf ülkesindeki en kadim şehrinde her zaman
İran İslam Cumhuriyet’inin ve onun aziz rehberinin çağrısına uyarak Kudüs
Ordusunun ve Şehid Kasım Süleymani’nin duruşu nazarında tepki veren bir grup
Müslüman’ın böylesine ses getiren küçücük eylemlerinin provoke edilerek
sahiplenilmesi ve ne idüğü belli olmayan birilerinin sahnelenerek rejimin
kontrolüne verilmesi ile Kudüs konusunda direnen bir cephenin kontrol edilmesi
ve aynı zamanda normalleşme sözleşmesi hazırlığı içinde olan AKP’nin içeride
toplum ve kamuoyu nazarında itibarının ve elinin güçlendirilmesidir.
Konu Kudüs ve Ortadoğu olduğu zaman meselenin hep görünmeyen
bambaşka açıları her zaman olacaktır.
Fatih Bilgin