Günahın Varlıksal Etkileri

GİRİŞ: 05.12.2021 08:16      GÜNCELLEME: 05.12.2021 08:16
Rasthaber -  Tanım

"Varlıksal etkiler" demekle kastettiğimiz şey, bu dünyada yüce Allah'a kulluğun veya itaatsizliğin gözle görülür etki ve eserleridir. Gerçekte kâinatın yaratıcısı olan Allah'a itaat, insanın ebedi yurdu olan ahiret hayatında belirleyici rol oynadığı gibi, bu dünyada da insanın bireysel ve sosyal yaşamında gözlemlenebilir ve açık etkiler bırakır.

Teheccüt namazı gibi bir ibadetin kendine has varlıksal etkileri vardır ve onlardan biri, insanın sağlıklı olmasına neden oluşudur.

Anne ve baba başta olmak üzere akrabalık bağlarını gözetmek, onlara sevgi ve saygı göstermek, insan hayatında açıkça görülür ve inkâr edilemez bereketlere neden olur.

Günah da böyledir; hem ahiret hayatında cezaya neden olacak ve hem de bu dünyada günahın doğal uğursuzluğu, gözle görülür bir şekilde bireyi ve toplumu etkileyecektir.

Korku

Korku, cesaretin karşıtıdır. İman cesaret doğurur, günah ise korku ve kaygı. Bu korku, ölümden ve yaratılmışlardan korkmak şeklinde kendini gösterir.

1- Bu insanın ölümden korkmasının nedeni, şunlardan biridir:

– Gönlünü dünyaya bağladığından dolayı kendini ondan alamaz; makam, servet, kadın ve evlattan ayrılmak çok zor gelir. Bu yüzden ölümden korkar.

– Kendisi için hazırladığı siyah dosyadan korkmaktadır.

– Dünyaya aldanarak bir ömür onunla meşgul olmuş ve ölümü de yok oluş gördüğü için ölümden korkmaktadır.

2- Günahkâr insanın yaratılmışlardan korkma nedeni ise şudur: Günah işleme sonucunda Allah'ın yardımından ümidini kesmiş ve günah neticesinde düşünce ufku daralmıştır. Bu nedenle de "dilediğini yapan" üstün gücü nazarda tutmaz ve başkalarına ümit bağlar. Bu nedenle de başkalarından korkar.

Oysaki korkulacak ve ümit bağlanacak tek varlık yüce Allah'tır.

Ümitsizlik

Ümit, varılmak istenen hedeflere ulaşma yönünde bir tür özgüvenden kaynaklanan ruh hâlidir. Ümit her zaman gizli ruhsal misyonda temel bir rol ifa eder ve yaşam sevin-cini canlı tutar. Bazı büyükler, hadislere dayanarak ümide dörde ayırmışlar:

1- Ümit (Recâ)

Hedefin gerçekleşmesi için gerekli neden ve koşulların tümünün mevcut olduğu durumdur. İşte bu durumda ümit yerli yerinde ve akılla uyumludur. Tarıma elverişli bir yere, uygun koşullarda, doğru bir yöntemle, kaliteli tohum eken ve sağlıklı su ile yeterli derecede sulayan kimsenin ürün almasına ümit beslemesi gibidir.

2- Arzu (Emel)

Gerekli koşulların bir kısmı mevcutken, bir kısmını da çaba ve gayretleriyle gerçekleştirmeye yönelen şahsın başarıyı ümit etmesidir.

3- Dilek (Ümniye)

Bir girişimde bulunarak sadece gerekli bazı koşulları hazırlayan ve bu kadarıyla yetinerek kendinden ciddiyet göstermeyen insanın yetersiz ve programsız gayretiyle sonuç beklemesi.

4- Hamakat (Humk)

İnsanın hiçbir şekilde gayret etmeksizin, gerçekleşme ortam ve zemini olmayan temelsiz arzularla kendini meşgul etmesidir.

En yüce ümit, gelişim ve olgunluk ümididir. Günahı terk etmeyen insan, gerçek anlamıyla kurtuluşa, yüce Allah'a yakınlaşmaya, ruhsal olgunluk kazanmaya, dünya ve ahiret mutluluğundan yararlanmaya ümitlenmiş olmaz. Bu hususta ümidi varsa da bu, dilek ve hamakattan öteye geçmeyecektir.

Gerçek anlamıyla ümidin kesilmesine neden olan günahların bazıları şöyledir: Allah'tan başkasına mutlak an-lamda güven, yüce Allah'a güvensizlik, Allah'ın vaatlerini yalan sanmak veya önemsememek.
İmam Zeynelabidin (a.s) şöyle buyurmuştur:

Ümidi kesen günahlar şunlardır: Allah'ın rahmet esintisinden ümitsizlik, Allah'ın rahmetinden meyus olmak, Allah'tan başkasına güvenmek ve Allah'ın vaadini yalanlamak.(1)

İnançlı bir insan sürekli bir çaba ve gayret içindedir, yüce Allah'a güvenerek ve yardım dileyerek yapıcı işlere girişir. Böyle bir insan, sonuç itibariyle gerçek başarıya ulaşmış ve zafer kazanmıştır; ister görüntü itibariyle zafer kazansın, ister yenilgiye uğrasın.

İnançlı insanın ümitli olmasının nedeni şudur:

– İlâhî lütuf ve yardımın, gaybî bir elin her zaman kendisiyle birlikte olduğunu görür ve yüce Allah tarafından korunduğunu bilir.

– İlâhî sorumluluğunu doğru olarak yerine getirmek onun için daha önemlidir, sonucun ne olacağını ön plânda tutmaz ve onu Allah'a bırakır.

– Dünyayı her şeyin sonu olarak görmez ve hatta yenilgiye uğrayacak olsa bile bu samimi gayretinin mükâfatını ahrette görecek ve iki güzellikten birine kesinlikle ulaşacaktır.

– Sonuç itibariyle dünyaya salih kulların hükmedeceğini bilmektedir ve bu yüzden de hedefinin kalıcı olduğuna, batılın ise yok olacağına inanır.

Bu insan türünün karşıtı olan günahkâr insan ise kendiliğinden ümitsizliğe düşer, gayret şevkini ve moralini kaybeder. Bu ümitsizlik ve yenilgi tedrici olarak bütün hayatını etkiler.

Duanın Kabul Edilmemesi

Dua ve yakarış, yüce âleme açılan bir penceredir; ebedi ve ezeli mabut ve sevgili ile hasbıhâl etmektir. Duanın fayda ve etkilerinden bazıları şöyledir:

– Dua insanın varlıksal değerini yükseltir ve dua sayesinde yüce Allah'ın ona teveccüh etmesine kabiliyet kazanır.(2)

– Dua bir ibadet türüdür ve hatta ibadetin özüdür; insana ibadetin bereket ve sonuçlarını kazandırır ve yüce Allah'a yakınlığa neden olur.(3)

– Dua, dileklerin gerçeğe dönüşme yoludur.(4)

– Dua, belaların ve sıkıntıların defedilmesini sağlar.(5)

– İmanlı insanın dış ve iç düşman karşısındaki savunma silahıdır.(6)

– Dua, insana huzur veren etkendir.(7)

– Dua, ahiret sevabını kazandırır.

– Dua, en üstün aklî ve manevî hazlardan biridir.

– Dua, akıl ve ruhu güçlendirir…

Günah, duanın kabul edilmemesine neden olur ve duayı şu olumsuz yönlerden etkiler:

– Günah, insandan dua başarısını alır.

– Günah, dua esnasındaki dikkati dağıtır ve solunması gereken güzel manevî havayı ortadan kaldırır.

– Günah insanın ufkunu daraltır, yüce istekleri insanın zihninden gizler, hakir ve naçiz isteklere yönelmesine neden olur.

– Günah, duanın hapsedilmesine neden olur.

– Günah, insanın yetenek ve kabiliyetini yok eder, kabiliyetten yoksun olan dua ise kabul olmaz.

– Günah, duanın kabulü yönündeki inanç ve ümidi yok eder ve böylece de dua, icabet hedefine ulaşmaz.

– Günah, dil ile gönül arasında uyumsuzluk ve ayrılık oluşturarak duanın kabul zeminini yok eder.

– Bazı günahlar, kul hakkını ihlaldir ve hakkı zayi olan kulların bedduası sonucu dua kabul olmaz.

– Bazı günahlar, anne ve babanın öfkesine neden olur; anne-babasının kendisinden razı olmadığı evladın duası ise boşunadır.

– Bazı günahlar, belli bir süre için duanın kabul edilme zeminini ortadan kaldırır. İçki içmek, kırk gün boyunca duayı etkisiz kılar. Onu bunu çekiştirmek ve dedikodu etmek de belli bir süre zarfında duayı etkisizleştirir.
İyi İnsanların Gözünde Değer Kaybetme

Müminler birbirlerini severler, en yüce sevgili olan Allah, onların sevgisini kalplere yerleştirir. Gerçekte bu sevgi, Allah sevgisinin uzantısıdır. İnsanların sevilmesi, onların kazandıkları olgunluklardan ve yaptıkları iyiliklerden kaynaklanır. Olgunluk kazanmış salih bir insan, başkaları tarafından sevilmek istiyorsa gerçekte bu, bizzat kendisinin diğer insanlar tarafından sevilmesi isteği değildir, bilakis iyiliklerin ve güzelliklerin sevilmesi yönünde bir istektir.

Kalpleri değiştiren ve kalplerin sahibi olan yüce Allah, salih kulların sevgisini kalplere yerleştirir ve böylece de o kullar tarafından insanların hidayet bulma zeminini yaratır. Sonuç itibariyle imanlı kullar, birbirlerinin yar ve yaveridirler.

Günahların etkilerinden biri, diğer insanlar ve özellikle de iyi kullar tarafından sevilmemek ve onların gözünde değer yitirmektir. Yüce Allah, günahkârların sevgisini kalpler-den çıkarır. İnsanlar, görüntü itibariyle sever gibi görünse ve saygı gösterseler bile, kesinlikle kalplerinde sevgi yoktur. Bu etkiye sahip olan günahlardan biri, başkalarının ayıp ve kusurlarını aramaktır. Müminlerin Emiri Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır:
Münezzeh olan Allah, başkalarının gizli ayıplarını arayan kimseyi kalplerin sevgisinden mahrum eder.(8)

İnsanların gözünden düşmeye neden olan günahlardan bir diğeri, insanın bencilliği ve kendini beğenmişliğidir.
Müminler Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Her kim kendini beğenirse ondan razı olmayanlar çoğalır."(9)

Din Önderlerine Karşı Nefret

Dinî öğretiler, din önderlerine sevgi beslenmesi gerektiği konusuna önem ve ağırlık vermiştir. Bunda yatan sır ise, yüce Allah'ın ve evliyalarının velayetini kabul etmeyen insanın kesinlikle hidayete kavuşamayacağıdır. Velayetin ilk basamağı Allah'ın velisini sevmektir. Ayete'l-Kürsî'nin(10)fevkalade önemi, Allah'ın velilerinin sevgisini, Allah'ın velayetini kabullenme ve tağutun velayetini reddetme olarak vurgulamasından kaynaklanmaktadır belki de. Yüce Allah'ın bu husustaki vurgusu şöyledir:

Allah, dostudur inananların. Onları karanlıklar-dan ışığa çıkarır. İnanmayanlarınsa dostları tağuttur, onları ışıktan karanlıklara götürür. Onlardır ateş ehli, onlardır orada ebedî kalanlar.(11)

Aslında yüce Allah, birçok rivayetler uyarınca, yeryüzü ve gökyüzünü ve de bütün varlıkları kendi evliyasına olan sevgisinden dolayı yaratmıştır. Yüce Peygamberimize (s.a.a) hitap edilen bir hadis-i kutsîde şöyle buyrulur:

Eğer sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.

Kisâ hadisinde de gökyüzünün, yeryüzünün, ayın, güneşin, uzayın, denizin onların hatırına ve onların sevgisinden dolayı yaratıldığını ifade edilir.(12)

Bazı arifler, yüce Allah'ın evrene ilişkin failiyetinin aşk üzere failiyet olduğuna inanmışlardır. Aşk üzere failiyet ile kastedilen şudur: Yüce Allah, varlığın gülü olan kâmil in-sanları kendisine "veli" olarak seçmiş ve böyle değerli bir ürünün yetişmesi için de âlemi yaratmıştır. Yani kâinatın yaratılmasında zatî ve hakikî olarak kastedilen Allah'ın evliyasıdır, diğer varlıklar ise onların hürmetine yaratılmıştır. Yüce Allah, lütfünü insanoğluna tamamlamak ve kâmil kılmak, velayeti kabullenme yolunu hazırlamak ve sonuç olarak da hidayet bulmalarını kolaylaştırmak için kendi evliyasının sevgisini insanın fıtratına yerleştirmiştir. Yani yüce Allah, kullarının öz yaratılış ve fıtratını evliyasının sevgisiyle yoğurmuştur.

Yüce Allah Resulü (s.a.a), Müminler Emiri Ali (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:

"Ey Ali! Seni ancak mümin sever ve ancak münafık (veya kâfir) senden nefret eder."

Yüce Efendimizin (s.a.a) bir diğer hadisi şöyledir:

"Bilesiniz ki Ali'yi seven kimse, yeryüzünde "Allah'ın esiri" olarak adlandırılır."

Bu hususta pek çok hadis aktarılmıştır.

Geçmiş peygamberler, on dört masumun velayet ve sevgisini ikrar ve itiraf etmekle ancak peygamberlik makamına ulaşmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak pek çok hadis mevcuttur.

Bazı rivayetlerde sadece Şehitler Efendisi İmam Hüseyin (a.s) hakkında şöyle buyrulur:

"Kuşkusuz ki müminlerin kalplerinde gizli bir Hüseyin sevgisi vardır."

Dinî eğiti ve öğretilerde Allah evliyasını sevmenin gerekliliğini kısaca açıklamış olduk. Günah, varlıksal yapı ve etkisi itibariyle din önderlerine karşı nefret doğurur. Bir açıdan bu, günahın en kötü ve en yıkıcı etkisidir. Çünkü bu durum, insanı Allah'ın velayetinden çıkarıp tağut ve şeytanın velayetine götürebilir niteliğe sahiptir. Böyle bir insan ise, artık kesinlikle mutluluk yüzü göremeyecektir.

Din önderlerine karşı düşmanlık ve nefrete sebep olan günahlardan biri haram yemektir. Bu nedenle de İmam Hüseyin (a.s), Aşura günü düşmanın katı kalpliliğini görünce şöyle buyurmuştu:

Sizi, Allah Peygamberinin (s.a.a) evladı ile savaşmaya iten şey karınlarınızın haramla dolu olmasıdır.
Bu yüzden can kulağınız sağırdır ve benim hak ve mazlumiyet sesimi duymuyorsunuz.

Rezil Olmak

İnsan, yüce konumu itibariyle onur ve haysiyetinin değerini korumalıdır. Onurlu bir insan, onurunu hiçbir şeyle değişmez; açlık, yokluk ve yoksulluğa katlanır, ama sırrının açılmasından ve yoksulluğunun bilinmesinden rahatsızlık duyar. Kur'ân-ı Kerim, onurlu insanın bu yüzünü çok güzel bir ifadeyle şöyle tanımlamaktadır:
Bilmeyen kişi, onların istiğnalarını görüp zengin sanır, hâlbuki sen, yüzlerinden tanırsın onları.

"Yüzsuyu dökerek halktan bir şey istemez onlar."(13)

Ar ve hayâ, bu bakış tarzının ve düşüncenin değerli ürünüdür. İman etmiş takvalı insan, yüce Allah'tan hayâ eder ve kulluğa ters düşen bir davranışta bulunmaz; diğer insanlardan utanarak onlara karşı küstahlık etmeyeceği gibi, yalnızlığında bile ar eder ve hayâ kurallarını gözetir. Çünkü böyle bir insan inanmaktadır ki yüce Allah'ın, meleklerin ve mümin kulların ruhlarının olmadığı bir yer yoktur.

Ayrıca bu insan, kendini saygıya layık bir varlık gördüğünden dolayı utanacağı bir şey yapmaz. Hz. Ebuzer (r.a) hakkında şöyle aktarılmıştır: "Ebuzer (r.a) o kadar hayâlıydı ki mahrem yerine asla bakmazdı."

İnsan dünya ve ahirette hayâsıyla yücelir; dünyada insanların saygısına muhatap olur ve ahrette ise yüce Allah katında üstün tutulur. İşte bundan dolayı evliyalar, onurlarının dünya ve ahirette korunmasını, insanlar karşısında rüsva ve rezil olmamayı yüce Allah'tan dilemişlerdir.

Günahın hakikati rezillik ve zavallılıktır. İmam Zeynelabidin (a.s) bir duasında şöyle yakarmaktadır:

"Allah'ım! Hatalar, zavallılık elbisesi giydirdi bana."

Günah işleyen insan, kendini alçaltmış ve küçük düşürmüş olur. Bu da, hataları örten yüce Allah dilemedikçe, gönül gözü açık keskin görüşlü insanların gözünden kaçmaz. Ancak yine de yüce Allah'ın saklı ve örtülü tuttuğu şeyler, saklıların ortaya çıkacağı gün ayan olacaktır.

Ahiret hayatındaki rezilliğin dünyadakinden daha çetin olduğu unutulmamalıdır. Çünkü saklı ve örtülü tutulan çirkinlikler, ahiret hayatında peygamberlerin, imamların, meleklerin ve bütün varlıkların gözü önünde çirkin amellerin özü olarak ortaya çıkacaktır. Oysaki genellikle dünya hayatında çirkin amellerin haberi insanların kulağına ulaşır.

Münacat-ı Şabaniye'nin bir bölümü tam da bu noktaya temas etmektedir:

"Allah'ım! Dünyada benim günahlarımı örttün ve ben, ahirette günahlarımı örtmene daha muhtacım."

Unutulmamalıdır ki yüce Allah, insanın günahta ısrarcı olması durumunda, bu dünyada perdeyi aralayacak ve saklı tuttuğu günahları ortaya çıkaracaktır. Bu gerçeği anlayan insanlar, ölüm elçisi gelmeden kendilerini arındırabilmek için bir an bile gecikmeden yüce Allah'a dönüş yapmış ve nefislerini bu dünyada cezalandırmışlardır.

Buna ek olarak günah, hadislerin de buyurduğu gibi insanın ayıp ve kusurlarının ortaya çıkmasına neden olur:
Kötü adet, nefsini arındırmayan kimseyi rüsva eder.(14)

Allah'tan başkasına ümit bağlamak ve bir Müslüman’ın kusurlarını aramak, hadislerce insanı rüsva eden günahlardan sayılmıştır.

Kıtlık ve Yağmurun Yağmaması

Yağmur, yüce Allah'ın rahmetinin bir belirtisi olup İs-lâm dininde kendine özgü bazı adabı vardır. Bazı hadislerde, yağmur yağdığında yapılan duanın kabul edileceği ifade edilmiştir. Yine bazı hadislerde, yağmur yağmadığı zaman yağmur duasına çıkılması ve yüce Allah'tan yağmur dileğinde bulunulması tavsiye edilmiştir. Yağmur duasının kendisi de düşünmeye değer niteliktedir.

Kıtlık ve yağmurun yağmaması günahın varlıksal etki ve sonuçlarındandır. İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Hiçbir yılın yağmuru bir diğerinden az değildir. Ancak yüce ve izzetli Allah dilediği yere yağmuru indirir; bir topluluk günahlar işlediğinde onlar için takdir ettiği o yılın yağmurunu onlardan alır ve başkalarına yağdırır.(15)

Hadislerde, yağmurun yağmamasına neden olan günahlardan birinin zekât vermemek olduğu yer almıştır.(16)

Afet ve Belanın İnmesi

Günah, insanın temiz yaşam yolu üzerinde bir afet ve bela olmakla birlikte zahirî ve batınî belaların da birey ve topluma inmesine neden olur. Bu nedenle Allah velileri, kendi toplumlarının işledikleri günahın uğursuzluğundan yüce Allah'a sığınmış ve bağışlanma dilemişlerdir. Müminler Emiri Ali (a.s), Kumeyl duasında yüce Allah'a şöyle yakarır:

"Allah'ım! Bela indiren günahlarımı bağışla."

Kur'ân-ı Kerim, insanın felakete düşmesinin ve sıkıntı yaşamasının asıl nedenini, insanın kötü davranışları olarak açıklamış ve şöyle buyurmuştur:

"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder."(17)

Hadisler de bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:

"Kula, ancak günahı nedeniyle felaket dokunur."(18)

İmam Cafer Sadık (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Bir damarın kesilmesinin, bir felaket, bir baş ağrısı ve bir hastalığın tek nedeni işlenmiş günahtır."(19)

Hadisler uyarınca, önceden işlenmemiş her yeni günah işlendikçe, geçmişte görülmedik bela ve felaketler inecektir.(20) Hadisler, bazı günahların sürekli olarak felaket ve sıkıntı doğurduğuna vurgu yapmıştır.
Bu tür günahların bazıları şöyledir: Zulme uğrayana yardım etmemek, iyiliği emretmemek, kötülükten sakındırmamak, yetim malını yemek, zina, cihattan kaçmak...(21)

Bazen de felaket, bela şeklinde görünen bir nimettir ki mümin kulun sınanması, yüce Allah'a yakın olması veya başka bir nedenle iner. Bu durumda olan kimse, felaketlerle ve belalarla karşılaşan peygamberlerin yordamını takip ederek sabretmeli ve nimetlerine karşılık yüce Allah'a şükretmelidir.

Unutkanlık

Unutkanlık, farklı fizyolojik ve psikolojik etkenlerden kaynaklanan bir olgudur. Meselenin bu boyutu konumuz dışındadır. Günahın varlıksal sonuçlarından biri unutkanlıktır. Felsefede kanıtlandığı üzere ilmî, hissî, hayalî ve aklî suretlerin tümü misali veya aklî soyut olgular türündendir. Misali veya aklî suretlerin tümü, somut varlıklarla ilişkimizde veya düşüncemizde ve bildiklerimizi yokladığımızda yüce Allah'ın emriyle ilmî suretler olarak can ve zihin levhamızda ilâhî feyiz unvanında belirir.

Bu kısa açıklama ışığında ve de günahın yüce Allah'ı gazaplandırdığı gerçeğini göz önünde bulundurduğumuz da günahın, öğrenmeyi ve akılda tutmayı etkilediği gerçeğini daha iyi anlayabileceğiz.

Unutmanın ve unutkanlığın farklı aşamaları vardır ve şöyle sıralanabilir: Hatırlama gücünün zayıflığı, bilgilerin unutulması, Allah'ın nimet ve ayetlerinin unutulması, işlenmiş günahların unutulması, ölümün ve ahiretin unutulması ve de özün unutulması.

1- Bilgilerin unutulması: Günah, insanın hatırlama gücünü zayıflatır ve böylece insan bildiklerini kaybeder. Gerçekte bu, ilâhî cezanın bir türüdür. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Günahlardan sakının, çünkü günahlar hayırları yok eder. Şüphesiz ki kul bir günah işlediğinde bildiği şeyi unutur."(22)

Yalan konuşmak ve aç gözlülük, insanın bildiklerini unutmasına neden olur. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Allah'ın, yalancıları cezalandırdığı şeylerden biri unutkanlıktır."(23)

İmam Rıza'nın (a.s) bu husustaki buyruğu şöyledir:

"Şüphesiz ki tamahkârlık zilletin anahtarıdır, aklı çalar, mürüvveti soldurur, onuru lekeler ve bilgiyi yok eder."(24)

2- Ölümün ve ahiretin unutulması:

Tadın azabı, şu güne ulaşacağınızı unuttuğunuzdan dolayı...(25)

3- İşlenmiş günahların unutulması:

O gün, Allah, onların hepsini de diriltip toplar da neler yaptılarsa haber verir onlara; onlar, unutmuşlardır ama Allah bir-bir hesaplamıştır ve Allah, her şeye tanıktır.26

4- Nimetlerin unutulması:

Böylece der, sana delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de tıpkı o çeşit unutulmadasın bugün.27

5- Yüce Allah'ın unutulması:

Onlar Allah'ı unuttular da o da onları unuttu. Şüphe yok ki münafıklardır buyruktan çıkan kötü kişilerin ta kendileri.(28)

6- Özün unutulması:

Ve o kişilere benzemeyin ki Allah'ı unutmuşlar da o da, kendilerini unutturmuştur onlara; onlardır, buyruktan çıkanların ta kendileri.(29)

Ruhsal Güven Kaybı

Psikolojik açıdan insanın sosyal bağımlılık, başkaları ta-rafından desteklenme, mülkiyet edinme, güzellik eğilimi gibi farklı ihtiyaçları vardır ve bunların sağlanmaması durumunda ruhsal dengesi bozulacaktır. Tabiatıyla bunların gerçek veya yalan oluşu ve temin ediliş niteliği, inançlı ve Allah'tan gafil insan açısından değişir.

İmanlı insan açısından sosyal bağımlılık, yüce Allah'a bağımlılığın uzantısıdır; bütün varlığa hüküm süren ve onu kabzasında tutan yegane güç yüce Allah'tır. Toplum, insana destek verecek bağımsız güç ve imkanlara sahip değildir; bilakis toplum, sosyal örgüt ve kurumlar, yüce Allah'ın inayet buyurduğu desteği elde etmek için bir araçtır sadece.

Başkaları tarafından desteklenme, diğer insanların sevgi ve saygısını kazanma, başkaları tarafından maddî ve manevî açıdan değerli görülme isteği ve ihtiyacı, insanın bencilliğinden ve Allah eksenlilik yerine öz eksenlilikten kaynaklandığından dolayı bir tür hastalıktır ve temin edilmemesi durumunda sorumluluk bilincinin yok olmasıyla sonuçlanabilecektir. Sağlıklı bir ruh ve düşünce yapısına sahip olan imanlı insan açısından durum tamamen farklıdır. Çünkü bu insan, başkaları tarafından desteklenmeyi, sevilmeyi, sayılmayı ve değerli görülmeyi imanın cezbesinde ve ilâhî değerlerin çekiciliğinde görür. Bu insan, Allah tarafından desteklenmeyi her şeyden ve herkesten üstün görür ve başkaların- dan da teşekkür beklemez.

İnsanın yaratılışsal ihtiyaçlarından bir diğeri güzellik eğilimidir. Manevî ve aklî güzelliklerin zahirî güzelliklerden üstün olduğu çok açıktır. Bu ihtiyacın ulaştıracağı sonuç Allah sevgisidir. Çünkü mutlak anlamda güzel olan ve güzelliği seven yüce Allah'tır. Evrendeki varlıkların her biri de kendi kapasitesi oranında Allah'ın güzelliğini yansıtmakta ve bulunduğu konumda güzeldir.

İnançlı insan açısından zahirî güzelliklerin Allah'ın rızası dışında kullanılması çirkinliğin ve batınî habisliğin özüdür. Diğer bir ifadeyle bu, lâl yerine seramik almaktır.

Görüldüğü gibi psikolojik güven ihtiyacı, insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir. Bu, gerçek bir ihtiyaçtır. Ancak inançlı insanın bu konuya bakışı, günah ve şehvetler tuzağına düşenlerin bakışından çok farklı ve çok yücedir. İmanlı ve inançlı insan, psikolojik güven ihtiyacına hedef ve amaç gözüyle bakmaz, bilakis temiz ve manevî hayat için, idadî amaç için ve Allah'ın halifeliği hedefi için psikolojik güvene ihtiyaç duyar.

Başka insanların tehdit olarak gördükleri ve karşılaştıkları durumda da dengelerini kaybettikleri bir şey, inançlı in-sanlar nezdinde tehdit olarak algılanmaz. Çünkü bu insanlar, ahiret sevabını elde etmek ve ilâhî takdire teslim olmak gibi değerler doğrultusunda kendilerine yönelen tehlikeyi göğüsler ve aynı zamanda da psikolojik güven ve dengelerini korurlar.

Günaha ve hakir dünya arzularına kapılan insan, karşılaştığı her tehdit karşısında yaşantının anlamını sorgulayacak ve ruhsal hastalıklara tutulacaktır. Çünkü böyle bir insanın kısıtlı yeryüzü alanından ve kısıtlı ömür zamanından başka hiçbir şeyi yoktur ve insanın asıl yapısının da bu iki öğe yoluyla zevklenmeye kurulu olduğu düşüncesindedir. Bu yüzden de hayata dört elle yapışmaktan ve isteklerini daha çok doyurmak için fırsat kollamaktan başka çare görmez.

Böylece bir afet ve felaket görmekle ruhsal güvenini kaybedip güvensizliğe düşer. Gerçekte psikolojik güven kaybından kaynaklanan bu hastalık, had safhaya vardığında intiharla sonuçlanacaktır. Çünkü bu tür insan açısından maddî doyumun olmadığı bir hayatın hiçbir anlamı yoktur ve artık her şeyin kendisi için bittiği sonucuna varır. ehlader

Üstat Dr. Rıza Ramazani
_______
1- Maani'l-Ahbar, s.271
2- Furkan, 77
3- Yüce Allah Resulü şöyle buyurmuştur: "Dua, ibadetin beynidir." (Biharu'l-Envar, c.93, s.300)
4- Mü'min, 60
5- İmam Ali (a.s): "Bela dalgalarını dua ile defedin."
6- Yüce Allah Resulü (s.a.a): "Dua müminin silahıdır."
7- R'ad, 28
8- Gureru'l-Hikem, s.683
9- Nehcü'l-Belâğa, kısa sözler, 6. hadis
10- Bakara, 255
11- Bakara, 257
12- Kisa hadisinde söz konusu olanlar şunlardır: Hz. Peygamber (s.a.a), İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s).
13- Bakara, 273
14- Gureru'l-Hikem, c.2, s.719
15- Usul-u Kafî, c.3, s.373
16- Usul-u Kafî, c.4, s.81
17- Şûrâ, 30
18- Vesailu'ş-Şia, c.15, s.301
19- Usul-u Kafî, c.3, s.370
20- Usul-u Kafî, c.3, s.377
21- Maani'l-Ahbar, s.271
22-Mizanu'l-Hikme, c.3, s.465
23- Usul-u Kafî, c.4, s.38
24-Mizanu'l-Hikme, c.5, s.552
25- Secde, 14. A'râf, 51. Casiye, 24
26- Mücadele, 6. Müminler Emiri Ali (a.s) bir duasında şöyle yakarmaktadır: "Eyvah bana, eyvah bana! Benim unuttuğum ve senin hesapladığın günahtan dolayı."
27- Tâhâ, 126
28- Tevbe, 67
29- Haşr, 19

YORUMLAR

REKLAM