İnsanlığın Akıbeti: Hakikatten Uzaklaşmanın Sonuçları- unutturulan bayram
Gadir Hum
“Bugün artık kâfirler dininizi söndürmekten ve sizi dinden
döndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. O hâlde onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün
sizin dininizi Kemal'e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak
İslâm’ı seçtim.”
(Mâide, 3)
önceden
sıkça şu tür sözlerle karşılaşıyorduk:
“Din ne işe yarar?”,
“Din bir hurafedir”,
“Zayıfların afyonudur.”
Eskiden
sadece bazı çevrelerde dile getirilen bu
ifadeler, artık genel kabul gören bir düşünce biçimine dönüştü. Kendine inançlı diyenler ise görselde inanmış gözükerek gerçekte tam tersini yaşamaktalar, öyle ki, bugün insanlığın (İslam toplumları) açık veya gizli biçimde inandığı ve adeta taptığı yegâne değer, ekonomik güç (para &
maddiyat) ve teknoloji olmuştur. Para ve hikmetsiz bilgi & ilim, hayatı yönlendiren
ana eksen hâline gelmiş; insan, hikmetsiz ilmin oluşturduğu materyalist sistemin içinde bir araçtan ibaret kalmıştır.
Sevgi,
inanç, ahlak ve merhamet; ya
nostaljik tercihler, ya da politik ve sosyal gösterilerin vitrin malzemeleri hâline gelmiştir. İnsanlık, kendi yıkımını bizzat kendi elliyle ve farkında olarak gerçekleştirmektedir. Fakat bu, tıpkı bir bağımlının kendi sonunu bilmesine rağmen
alışkanlığından vazgeçememesi gibidir.
İnsan neden kendi yıkımına göz yumar?
İnsanoğlu,
rızık korkusu, şöhret arzusu ve dünya
malına sahip olma hırsıyla kendini kandırmaktadır. Dünyanın görsel cazibesine
kapılmış; değer yargılarını değiştirmiş ve sadece dünya hayatını esas alan bir varlığa dönüşmüştür.
Kendi
kurduğu çıkarcı, bencil ve ego
merkezli sistemin içinde yaşamayı kendine hedef edinmiş; ahlaki ve manevi değerleri maddi çıkarcı ölçütlerle tartar hâle gelmiştir. Sevgi ve merhameti
zayıflık olarak görüp, zulmü olağanlaştırmıştır. Mal ve mülke olan aşırı bağımlılık onu bencilleştirmiş, kibirlenmesine yol açmış ve nefsini ilah edinerek
ya zalimlerin safında yer almış ya da “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışıyla zulme seyirci kalarak
zulmü desteklemeyi tercih etmiştir.
insan,
her şeyin yalnızca maddi
dünyayla sınırlı olduğu zannına iyiden iyiye kapılmıştır. Ruhunu ihmal etmiş, ölümün hatırlattığı asıl gerçeği göz ardı ederek varlığını sadece dünya ile sınırlı kılmıştır. Oysa bu dünya, insanın hakiki varlığının yalnızca
bir yansımasıdır. Bir metaforla anlatacak olursak: Rüyasında yaşayan bir kişinin, ansızın uyanarak rüyasındaki gördüklerinin karşılığını bulması gibi… Bizler, bu “madde”
dediğimiz dünyada ektiğimiz amellerle ahirette (daim kalıcı olan boyutta) ya
cenneti ya da cehennemi inşa etmekteyiz. Ama bunu bilmemize rağmen ya inanmıyor ya inanıyormuş gibi yapıyoruz ya da önemsizleştiriyoruz.
Peki, tüm bunların yazının başındaki ayetle ne ilgisi var?
“Bugün artık kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini
kestiler.” Bu, Allah’ın açık beyanıdır.
Şeytani güçler, artık inancınızı doğrudan yok edemeyeceklerini biliyorlar. Onlar,
sizin dine olan bağlılığınızın farkındalar dolaysıyla inancınız zayıflatmak için sizlerin
kalbine dünya sevgisi & hırsını ekip sizi dünya tutkusu ve arzusuyla
korkutarak yönetecekler.
“O hâlde onlardan korkmayın, benden korkun.” Dünya malı, mevkisi, yokluk, açlık, kaos,
savaş ve ölüm ile sizlerin hayatını korkuyla yönlendirmeye çalışacaklar. Ama
Allah size diyor ki: “Onlardan değil, yalnızca benden korkun!” Çünkü verende
O. Alanda O. “İnnallilah ve innaileyhi raciun”
“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim.” Allah, sizi güçlü kılacak, doğru yolda tutacak ve birlik içinde yaşatacak olan
mükemmel, her zaman ve mekana uyum sağlayacak bir dini size bahşetmiştir.
“Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak
İslam’ı seçtim.” Artık bahaneniz kalmadı. Size gönderilen
bu din, hayatınızın her alanında size huzur ve güven vaat etmektedir. Yaratıcı
olarak, “neden bizi yönlendirecek bir düzen, bir önder göndermediniz?”
diyemeyeceksiniz.
Peki biz neden bu ilahi sisteme sırt çevirdik?
Allah’ın
bizler için vadettiği bu huzurlu
düzeni kabul etmek yerine, geçici dünya hayatına ve onun arzularına esir olduk. Şeytanın vesvese ve kuruntularına kulak verdik. Allah’ın
yol gösterici olarak gönderdiği kitaplara ve peygamberlere ya inanmamış gibi yaptık, ya da değer verdiğimizi söylesek de
hayatımızda onların yoluna, açgözlü hırs ve egosantirik isteklerimizle uymadık. Böylece kendimizi
kandırdık. Şeytanın kendisini düşürdüğü tuzağı bizlerde kendi arzumuzla düştük, kibir-guru-kıskançlık (hased). Allah'ın bize verdiği ilim ve bilgiyle nefsimizi ilahlaştırdık.
Bu
duruma verilebilecek en çarpıcı örnek, Gadir-i Hum vakasıdır.
Gadir-i Hum nedir, neden unutturulmuştur?
Gadir-i
Hum, Allah’ın insanlığa hediye ettiği İslam’ın en büyük kurtuluş günlerinden biridir. O kadar önemlidir ki Allah,
Peygamberimize şöyle buyurmuştur:
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer
bunu yapmazsan, peygamberlik görevini yerine getirmiş olmazsın.
Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Mâide, 67)
Bu ayet,
Peygamberimizin tebliğ etmesi gereken çok önemli bir hakikate işaret eder. Bu, Kur’an’ın haram & helal tebliği değildir! Öyleyse bu beyan nedir?
Tebliği
edilen kuranın hurafelerden, yalanlardan sapıklıktan korunması için Allah'ın nurunu koruması, takip edilmesi gereken yolun
göstergesi, bir kullanma kılavuzu beyanıdır ki o da “Kuran- kerim ve ehl-i beyti'dir.” Dolaysıyla Peygamberimizin çekincesi kâfirlerden değil, Müslüman
topluluktan geliyordu. Zira artık İslam devleti kurulmuş, büyük savaşlar yapılmıştı. Bu çekince, ümmetin ahiri zamana kadar toplumun içinde gücü & yönetimi elinde bulundurmak isteyen çevrelerin yapacakları fitne & tefrikaya (İmam Ali’ni şahadeti, Kerbela vakası ve tarih boyunca olacak tefrikacı
& hariciler,…) bilmesinden ötürü bu
beyanı kabul edilmemesi korkusuydu.
Peygamberimiz
Gadir-i Hum’da, Allah’ın emriyle Hz. Ali’yi ümmetin önderi olarak ilan etti:
“Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.”
Bu olay,
tüm Müslümanların bilmesi gereken tarihî bir hakikattir. Fakat yukarda bahsettiğimiz gibi peygamberimizi asıl
korkusunu bizati yaşamaktayız ama Peygamberimiz görevini yerine getirmiş ve bu beyanı gerçekleştirmiştir. Tabi ki yazımızın başında değindiğimiz nedenlerle bu büyük bayram bizlere unutturulmuş, gündem dışı bırakılmıştır. Neden mi? Çünkü insan, bencil, iktidar hırslı ve şeytanın vesvesesine açık bir varlıktır. Şeytan, Allah’a verdiği sözü tutmaktadır: “İblis dedi ki: ‘Senin izzetine andolsun ki, içlerinden ihlaslı olanlar hariç, elbette hepsini saptıracağım.’” (Sâd, 82)
Fakat
umut var…
Allah,
bu dini ve onun özünü oluşturan tevhid inancını (Lâ ilâhe illallah) kıyamete kadar
koruyacağını vaat etmiştir: “Şüphesiz ki zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, onu elbette biz koruyacağız.” (Hicr,
9) Ve Allah, bu yeryüzünün sonunda salih kullarına miras
kalacağını müjdelemiştir:
“Zikir’den sonra Zebur’da da yazdık ki: Yeryüzüne salih kullarım
varis olacaktır.” (Enbiyâ, 105)
Sonuç
Sonunda hakikat şeytan, dostlarının ve onların hizmetkarlarının her hilesine rağmen tecelli edecek; zalimlerin zulmü, münafıkların fitnesi, müşriklerin yalanları ve sapkınların karanlığı, ilahî nurun zuhuruyla anında yok olacaktır. Çünkü Allah nurunu seçtiği önderlerle tamamlayacaktır, kâfirler hoşlanmasa bile.
Mustafa
Kemal TASPINAR – 18 Haziran 2025