Avrupa Parlamentosu’na taşınan “Abu Dhabi Secrets” dosyası, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Avrupa’da Müslümanları hedef alan karalama kampanyaları yürüttüğü iddialarını gündeme soktu. Akademik raporlar ve araştırma dosyaları ise bu kampanyaların, Batı’da İslamofobiyi körükleyen İsrail yanlısı düşünce kuruluşları ve lobi ağlarıyla kesiştiğini ortaya koyuyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE), Batı’da İslamofobiyi besleyen ağlarla kurduğu ilişkiler yeni belgeler ve araştırmalarla yeniden tartışma konusu oldu. Gazeteci Dilly Hussain’in derlediği Avrupa Parlamentosu soru önergesi, akademik raporlar ve araştırma dosyaları; BAE’nin hem Avrupa’da Müslümanları hedef alan karalama kampanyalarının merkezinde yer aldığını, hem de bu kampanyaların İsrail yanlısı düşünce kuruluşları ve Siyonist lobi çevrelerinin inşa ettiği İslamofobik söylemle iç içe geçtiğini öne sürüyor.
ABU DHABİ SECRETS: EP’DE BAE’YE “İSLAMOFOBİ VE DEZENFORMASYON” SORUSU
Avrupa Parlamentosu üyesi Sophia in ’t Veld’in 2023’te sunduğu öncelikli yazılı soru önergesi, “Abu Dhabi Secrets” adıyla bilinen araştırmaya atıf yaparak BAE’yi resmî AB gündemine taşıdı. Önergede, BAE istihbaratının 2017’de Alp Services adlı İsviçre merkezli özel istihbarat şirketini kiraladığı; bu şirketin Avrupa’da binlerce kişiyi ve onlarca kurumu fişleyip “radikal İslamcı ağlarla” bağlantılı göstererek itibarsızlaştırdığı anlaşıldı.
Soru önergesine göre Alp Services, aralarında siyasetçiler, aktivistler ve sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu çok sayıda aktörü, “radikal İslamcı” söylemiyle hedef alarak kamuoyunda Müslümanlara ve İslam’a dönük güvensizliği artıran bir dezenformasyon ağı kurdu. Aynı metinde, bu iddialar karşısında AB Komisyonu’nun ve Dış İlişkiler Yüksek Temsilciliği’nin BAE’den açıklama isteyip istemediği ve vize muafiyeti anlaşmasının gözden geçirilip geçirilmeyeceği soruldu.
“İSLAMOFOBİ KOMÜNİZMİN YERİNİ ALACAK”
Byline Times’ta yayımlanan “Modern Day Islamophobia Starts with the US and Israeli Right-Wing but Ends With Saudi Arabia and the UAE” başlıklı analiz ise İslamofobi dalgasının ideolojik hattını çiziyor. Yazıya göre, 1979’da Tel Aviv’de düzenlenen bir konferansta ABD’li neo-conlar ve İsrail sağ kanadı, “komünizmin yerini alacak tehdit” olarak “İslami terörizmi” merkeze alan bir güvenlik anlatısı inşa etti.
Bu anlatı, hem Filistin direnişini hem de genel olarak Müslüman siyasi özneyi “terör tehdidi” kategorisine iten bir çerçeve üretirken, sonraki yıllarda Batı’daki düşünce kuruluşları ve lobi grupları tarafından yaygınlaştırıldı. Makale, Arap Baharı sonrasında Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez monarşilerinin, Müslüman Kardeşler karşıtlığı ve rejim güvenliği motivasyonuyla bu İslamofobik diskuru benimsediğini ve finanse ettiğini savunuyor.
Analize göre, BAE ve Suudi Arabistan, Batı’da hem İsrail yanlısı düşünce kuruluşları hem de aşırı sağ çevrelerle kesişen bir ağ içinde, “İslamcı tehdit” söylemini güçlendirerek hem kendi otoriter düzenlerini “istikrarın garantörü” olarak pazarlıyor hem de İslamofobinin kurumsallaşmasına katkıda bulunuyor. Çalışma, bu ağları “modern İslamofobinin altyapısı” olarak tarif ediyor.
“TERS ORYANTALİZM” VE İSLAMOFOBİNİN ARAÇSALLAŞTIRILMASI
Georgetown Üniversitesi Bridge Initiative tarafından hazırlanan rapor ise teorik çerçeveyi genişletiyor. Çalışma, klasik Oryantalist kalıpların –“Müslümanlar demokrasiye hazır değil”, “İslam demokrasiyle bağdaşmaz” gibi– Batı akademisi ve siyasetinde hâlâ belirleyici olduğunu vurgularken, Ortadoğu’daki otoriter rejimlerin bu söylemi “ters oryantalizm” biçiminde kullanmaya başladığını anlatıyor.
Rapora göre BAE gibi rejimler, Batı’daki İslam korkularını ve yanlış algıları bilinçli şekilde besliyor; kendilerini “iyi” ya da “ılımlı” Müslüman olarak sunup, Müslüman Kardeşler başta olmak üzere tüm bağımsız İslami hareketleri “radikal” veya “terörle iltisaklı” kategorisine itiyor. Bu sayede hem içerde muhalefeti bastırmak için “aşırılıkla mücadele” söylemini araçsallaştırıyor hem de Batılı müttefiklerinin gözünde “İslami tehdide karşı en güvenilir ortak” rolünü pekiştiriyor.
AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ’Yİ KÖRÜKLEYEN KAMPANYALAR
Middle East Eye’da yayımlanan “Why the UAE is stoking European Islamophobia” başlıklı yazı ile The Intercept’in Farid Hafez dosyası ve Middle East Monitor’de New Yorker haberi üzerinden aktarılan Alp Services soruşturması, bu teorik çerçevenin sahadaki yansımalarını detaylandırıyor.
Bu yazılarda özetle şu iddialar öne çıkıyor:
BAE’nin finansmanı ile Alp Services adlı özel istihbarat şirketi, Avrupa’da Müslüman kurum ve kişiler hakkında dosyalar hazırlayarak onları Müslüman Kardeşler ve “küresel İslamcı komplo” anlatısına eklemliyor.
Bu dosyalar, bankaların ve uluslararası şirketlerin kullandığı uyum/veri tabanlarına sızdırılarak, hedef alınan kişi ve kurumların “terörizm riski” kategorisine girmesine yol açıyor; böylece finansal erişimleri kesiliyor, itibarları zedeleniyor.
Hazim Nada ve Islamic Relief gibi hedefler üzerinden yürütülen bu kampanyalarda, Müslüman karşıtı komplo teorileri üreten yazarlar ve uzmanlar kullanılıyor; bunlardan bazıları Avrupa ve ABD’de İsrail yanlısı ve aşırı sağ çevrelerle iç içe geçmiş güvenlik/terör uzmanı statüsüne sahip.
Özellikle Lorenzo Vidino gibi isimlerin, hem Avrupa hükümetlerine danışmanlık yapan “aşırılık uzmanı” kimliğiyle, hem de Alp Services’in raporlarında yer alan analizleriyle, İslamofobik söylemin “akademik” dil altında meşrulaştırılmasında rol aldığı ileri sürülüyor.
Middle East Monitor ve New Yorker’a dayanan anlatıda, Alp Services’in BAE’den milyonlarca euro aldığı; hazırlanan raporlarda ise Müslümanlara karşı “büyük ikame/great replacement” teorisi gibi aşırı sağ söylemlerle örtüşen motiflere yer verildiği belirtiliyor. Bu anlatı, Byline Times’ta tarif edilen ABD/İsrail sağ çizgisi, Avrupa aşırı sağı ve Körfez otokrasileri arasındaki İslamofobi hattını somut örneklerle destekliyor.
SİYONİST LOBİ HATLARIYLA İLİŞKİLER
Dilly Hussain’in işaret ettiği belge ve makaleler, BAE’nin Batı’da İslamofobi üreten veya besleyen pro-İsrail düşünce kuruluşları ve Siyonist lobi çevreleriyle kurduğu bağların doğrudan finansman, ortak söylem ve personel/uzman paylaşımı üzerinden şekillendiği gerçeğini gündeme getiriyor.
Buna göre:
İsrail/ABD sağ çevreleri tarafından inşa edilen “İslami terörizm” merkezli güvenlik paradigması, BAE ve müttefiki Körfez rejimleri tarafından benimseniyor; bu hat üzerinden hem İsrail yanlısı think tank’lerle hem de Avrupa’daki İslam karşıtı lobi gruplarıyla söylem ortaklığı oluşuyor.
BAE, Müslüman Kardeşler karşıtı politikalarını Batı’da meşrulaştırmak için, Filistin direnişini, İslami hareketleri ve genel olarak Müslüman siyasi varlığı “aşırılık” başlığı altında birleştiren İsrail yanlısı anlatıla örtüşüyor.
Alp Services vakasında görüldüğü gibi, İslamofobik komplo teorileri üreten yazar ve “uzmanlar”, hem aşırı sağ hem de İsrail yanlısı politika çevrelerinde “otorite” haline gelirken, BAE’nin finanse ettiği kampanyalarda da aktif rol alıyor.
Bu tablo, BAE’nin Batı’daki İslam karşıtı söylem ve politikaların pasif bir tüketicisi değil, aktif bir üretici ve finansörü olduğu iddiasını güçlendiriyor. Aynı zamanda, İslamofobiyi yalnızca Batı içi bir sorun değil, Ortadoğu’daki otoriter rejimlerin de dâhil olduğu ulusötesi bir siyasal mimari olarak ele alan yeni bir tartışma hattı açıyor.
SİYASET VE HUKUK CEPHESİNDE NE OLACAK?
Avrupa Parlamentosu’ndaki soru önergesi, BAE’nin bu iddialar karşısında nasıl bir yanıt vereceği kadar, AB kurumlarının vize muafiyeti, siyasi ilişkiler ve güvenlik iş birliği başlıklarını yeniden değerlendirip değerlendirmeyeceği sorusunu da gündeme taşıyor.
Öte yandan akademik raporlar ve medya dosyaları, İslamofobi ile otoriter rejimler arasındaki ilişkileri de yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. BAE’nin, Batı’da İslamofobiyi körükleyen İsrail yanlısı düşünce kuruluşları ve Siyonist lobi gruplarıyla kesişen ağlarda nasıl bir rol oynadığına ilişkin bu iddialar, hem demokratik kamuoyunun hem de insan hakları savunucularının önümüzdeki dönemde yakından izleyeceği başlıklardan biri olmaya aday görünüyor.
