ABD’nin yeni milli güvenlik stratejisi

NATO’yu genişletme misyonundan ve Avrupa içi meselelere karışmaktan vazgeçiyorum, diyen Washington, önceliği Batı Yarımkürenin toparlanmasına verirken, külfetini Müttefiklerine ödeteceği yeni mekanizmalar planlıyor

ABD’nin yeni milli güvenlik stratejisi

5 Aralık tarihinde yayımlanan ABD’nin yeni Milli Güvenlik Stratejisi belgesi, bizde şu ana kadar -görebildiğim kadarıyla- pek öyle enine boyuna konuşulup tartışılmadı. Ancak belge, bizi de çok yakından ilgilendiren önemli “açılımlar” barındırıyor. Başkan Donald Trump imzasını taşıyan strateji belgesi ile Washington, özetin de özeti diyebileceğimiz şekliyle, 1945 sonrası üstlendiği küresel jandarma rolünden -bir süreliğine- vazgeçiyor ve odağını “önce vatan” anlayışının yanı sıra Batı Yarımküre’ye çeviriyor. Belge ile ABD’nin NATO’ya boşanma davası açtığını ileri sürenler de var. Ben kesinlikle o kadar ileri gidiyor değilim, ama tabii asıl niyeti bunu yapmak değil de başka bir hesapla böyle bir sanı yaratmak da olabilir, bunu zaman gösterecek!

Monroe Doktrini’ne Trump ilavesi

Beyaz Saray’ın web sitesi üzerinden kamuoyuna açılan 33 sayfalık yeni Strateji belgesi, ABD’nin Batı Yarımküre’deki etki alanını net bir şekilde tanımlayan ve Avrupalı güçlerin sömürgeci hesaplarının askeri uygulayıcısı olmayı reddettiği gibi bu ülkelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklara taraf olmama stratejisini de benimsediği 1823 tarihli “Monroe Doktrini”ne dönüş gibi de görülebilir. Ama metin içinde özellikle belirtildiği üzere, önemli bir farkla: “Monroe Doktrini”ne bir ‘Trump İlavesi” yaparak!

Washington, yeni güvenlik stratejisinde, Batı Yarımküre’nin toparlanma çabalarına öncelik vereceğini ifade ediyor. Avrupa’nın kendi ayakları üzerinde durmasını ve herhangi bir düşman gücün egemenliğine girmeden, kendi savunmasının birincil sorumluluğunu üstlenmesini istiyor. Ancak bunu kendisi Avrupa içi meselelere dahil olmadan yapacağını özellikle belirtiyor. Dokümanın belki de en önemli kısmı, ABD’nin Müttefikleriyle “yük paylaşımında” eskisi kadar cömert davranmayacağının, faturaların o Müttefikler tarafından ödenmesi gerektiğinin özellikle altının çiziliyor olması.

İki hafta önceki “Dünya Savaşlarının Gizli Paydası” başlıkla yazımda, “Kariyerine I. Dünya Savaşı’nda savaş sponsorluğuyla başlayıp, Büyük Buhran’dan alınan dersler sayesinde II. Savaş’ta bu rolü “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası” programı ile geliştirip pekiştiren ABD, II. Dünya Savaşı sonrası kendisini ‘Hür Dünyanın’ jandarması konumuna yükseltirken, NATO’yu da 1949’da bu maliyetlerin paylaşımının yönetilmesiyle de mükellef kılacak şekilde kurdu,” demiştim. Daha sonra da Batı İttifakı içinde bugün yaşanan krizleri “maliyet paylaşımı ve yönetimi” meselesiyle ilişkilendirerek, ABD ile Avrupa arasındaki gerilimin ardında “maliyetlerin yönetiminin tam olarak nasıl olacağı konusunda son noktanın konmamış olmasının” yattığını ifade etmiştim.

“Yeter sırtıma binen yük!”

ABD’nin yeni Strateji belgesi, tam da bu “son nokta” konsun diye yazılmış adeta; şöyle diyor:

“Başkan Trump’ın müttefiklerinden bölgelerinin birincil sorumluluğunu üstlenmelerini isteme yaklaşımını sürdüren Amerika Birleşik Devletleri, hükümetimizin düzenleyici ve destekleyici olarak yer alacağı bir [mali] yük paylaşım ağı oluşturacaktır.”

Sanıyorum, yeterince açık ve net! Trump, daha önce Avrupa ülkelerinin NATO ittifakına yaptıkları katkıyı eleştirerek üye ülkelerin savunmaya GSYH’lerinin yüzde 5’ini ayırmasını istemişti, hatırlanacağı gibi. 2014’te yukarı çekilerek kabul edilmiş eski rakam yüzde 2 iken. Ayırdığı tahmini 967 milyar dolar bütçe ile NATO ülkelerinin yıllık savunma harcamalarının yaklaşık üçte ikisini temsil eden Washington, bu şekilde, 28,7 trilyon dolarlık ABD ekonomisinin yaklaşık yüzde 3,38’ini harcamış oluyordu. “Yeter, sırtıma binen yük,” diyor Trump.

İki hafta önceki söz konusu yazıda şunların da altını çizmiştim.

“ABD, maliyetlerin paylaşımında Avrupalı müttefiklerinin çok daha fazla rol ve rakam üstlenmelerini istiyor, bunun için üst perdeden konuşup tehdit ediyor, oyunları bozuyor, kırıp döküyor. Yeniden oyun kurarmış, meşruiyet dağıtacakmış gibi yapıyor. Tüm aktörlerin kendisini önce güvensiz hissetmesini sağlıyor. Ortadoğu’daki (Suudi Arabistan, BAE gibi) müttefikler mesajı alıyor, Washington’a aktardıkları rakamda cömertçe el yükseltiyorlar. Ama işleri zaten çok iyi gitmeyen Avrupalı müttefiklerin hepsi mesajı hemen almak, uzun yıllardır ucuza eriştikleri enerji kaynaklarına sırf Washington kazansın diye daha fazla para ödemek istemiyor. Kimileri de Washington’un bir dediğini iki etmiyor, kendi bindiği dalı kesebiliyor, susabiliyor. İstihdamdaki düşüşü, rekabet avantajındaki yitimi askeri Keynezyenizm ile aşabilirmiş gibi yapıyor, bu yöndeki rüyalarından bahsediyor.”

Strateji belgesiyle Washington artık mazeret filan istemiyor, bunun için de Müttefikler arasında kendisinin “düzenleyici ve destekleyici olarak yer alacağı bir [mali] yük paylaşım ağı oluşturacağını” belirtiyor.

Belge, ülkedeki (Demokrat Partili) elit kadroları, geçtiğimiz yıllar içinde Amerikan halkının ulusal çıkarlarıyla hiçbir alakası olmayan bir takım küresel yükleri sonsuza dek üstlenecekmiş gibi davranarak büyük bir yanlış hesap yapmakla suçlayarak başlıyor. Küreselleşme ve “sözde serbest ticaret” üzerine son derece yanlış yönlendirilmiş, yıkıcı bahisler oynayan bu elitlerin Müttefiklerin savunma maliyetlerini Amerikan halkının sırtına yıkmalarına ve bazen ülkeyi onların çıkarları açısından merkezi, ancak Amerikan çıkarları için tali önemi haiz ya da alakasız bir takım çatışma ve ihtilaflara sürüklemelerine izin verdiklerini ileri sürüyor.

Bu şekilde ABD’nin milli güvenlik stratejisinin sapmaya uğradığını, ayrıca Amerikan ekonomik ve askeri üstünlüğünün dayandığı orta sınıf ve endüstriyel tabanın içinin boşaldığını savunuyor.

Yeni yük paylaşım modeli

Yeni belgede, “Batı Yarımküre’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ne kitlesel göçü önleyecek ve caydıracak şekilde göçün makul ölçülerde, istikrarlı ve iyi yönetilir olmasını sağlamak istiyoruz; narko-teröristlere, kartellere ve diğer ulusaşırı suç örgütlerine karşı bizimle iş birliği yapan yönetimlerin bulunduğu bir Yarımküre istiyoruz; düşmanca yabancı müdahalelerden veya kilit varlıkların mülkiyetinden uzak, kritik tedarik zincirlerini destekleyen bir Yarımküre istiyor; belli başlı stratejik lokasyonlara erişimimizi sürekli kılmak istiyoruz,” ifadeleri dikkati çekiyor.

Bu ifadelerin ardından belgenin özeti niteliğinde şu sözler geliyor:

“Başka bir deyişle, Monroe Doktrini’ne bir ‘Trump İlavesi” yapıyor olacağız.”

İşte o ilaveyi, “pamuk eller cebe” diye de okuyabiliriz! Peki Washington maliyetlerin paylaşımıyla ilgili kuracağı yeni “ağ” için nasıl bir model öngörüyor?

Belge diyor ki:

“Model, teşvikleri hedeflerimizle uyumlu hale getirmek, benzer düşüncedeki müttefiklerle yükleri paylaşmak ve uzun vadeli istikrarı sağlayacak reformlar konusunda ısrarcı olmak üzere ekonomik araçları kullanan hedef odaklı ortaklıklar olacaktır. Bu stratejik netlik, Amerika Birleşik Devletleri’nin düşmanca ve yıkıcı unsurlara etkili şekilde karşı koymasını sağlarken, geçmiş çabaları baltalayan aşırı yayılma ve dağınık odaklanmadan kaçınacaktır.”

Hedef BRICS

Belge, belki NATO’nun sürekli genişleyen bir ittifak olduğu algısına son verecek şekilde;

  • ABD’nin NATO’nun genişlemesi uygulamasını engelleyeceğini ifade ediyor,
  • Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis etmeyi hedefliyor,
  • Çin’i artık “birincil tehdit”, “en önemli tehdit”, “uzun vadeli tehdit” veya önceki belgelerde kullanılan benzer ifadelerle tanımlamaktan kaçınıyor; böylece Pekin’in hasım olarak önceliğini geri plana atmış görünüyor…

Nitekim, Ruslar belgedeki “dilin diyaloğu teşvik edici bir nitelik taşıdığını” belirtiyorlar. Bu dil elbette önemli, ama dikkat ederseniz, belgede bütün bunların ABD’nin “düşmanca ve yıkıcı unsurlara etkili şekilde karşı koymasını sağlamak için” yapacağı vurgulanıyor.

Peki kim bu “düşman ve yıkıcı güçler”? İsim verilmiyor ama “olağan şüphelileri” biz biliyoruz: Rusya, Çin ve İran! Yani bir anlamda bu üç silahşorun temsil ettiği BRICS!

İran önemli, zira belge adeta, “Ortadoğu’dan, bizi çıkmazlara sürükleyen, bitmek bilmez ‘ulus inşası’ amaçlı askeri projelerden vazgeçerek bölgeyi zorba İsrail’in insafına ve daha fazla Müslüman ülkeyi kapsaması için çalışacağımız İbrahim Anlaşmaları’nın kadrine terk ederek çekileceğiz ama İran Körfezi bizim işimiz” anlamına gelecek ifadeler kullanıyor. Belgede, bu coğrafyadan, “enerji kaynaklarının düşmanın eline geçmemesi istenmeyen Körfez Bölgesi”; “her daim açık kalması arzulanan Hürmüz Boğazı” ve “seyrüsefere elverişli kalması istenen Kızıldeniz” ifadeleriyle bahsediliyor.

Kısacası, güncellediği milli güvenlik stratejisiyle ABD, bir yandan Batı ittifakının kendi ifadesiyle, “bir medeniyet olarak silinmemesi” ve “bir an önce toparlanıp” daha fazla güçlenmesini sağlayacak bir konsolidasyon dönemi öngörüyor ufukta. Bu dönemde yeni bir iş bölümü tarifiyle bedelini Müttefiklerine ödeteceği, ama kendisinin denetleyeceği, iktisadi güvenliği (yeniden sanayileşme, tedarik zincirleri) artıracak yeni mekanizmaların sinyallerini veriyor. Ama kendi kabuğuna çekilecekmiş gibi bir retoriğin arkasına gizlenerek de aslında “hiçbir yere gitmiyorum. Avrupa’nın BRICS karşısındaki mücadelemde bana destek verecek şekilde güçlenmesini istiyorum” diyor.

Bu arada, iç güvenlik ile sınırlar (göç, uyuşturucu kartelleri vb.) meselelerinde ve kendi avlusu olarak gördüğü Latin Amerika’da elinin serbest olacağını da kaydediyor. Beri yandan, küresel Güney’e hiç referans vermeyip tek satır bile ayırmayışıyla gerçek “dünya meselelerine” kafa yormamayı sürdüreceğini de zaten itiraf etmiş oluyor.

t24

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın