ABD mi İsrail’i İsrail mi ABD’yi kontrol ediyor tartışmaları yaygındır. ABD’nin askeri ve mali desteği olmadan İsrail’in oksijensiz kalacağı ve nefesinin kesileceği iddia edilir. Aralarındaki ikili ilişkileri ‘karşılıklı bağımlılık ve menfaat’ çerçevesinde okuyanlar da var. ABD’nin İsrail’i polis olarak kullandığını ve bu sayede yaratılan krizlerden azami ölçüde yarar sağladığını ortaya koyanlar da var. ABD, İngiltere ve Protestan ülkeler ile İsrail arasındaki bağın kuvvetli ve kesilemez olması gerektiğine iman edenler, mezheplerinin bir “Yahudi” eseri olduğuna inanırlar. Bu sebeple bu ülkeler ile İsrail arasındaki derin muhabbetin ilahi bir emir olduğunu iddia edenler de var. Yahudi-Evangelist itikat kardeşliğinin bu gerçeğe istinaden “Yahudilerin Tanrının Seçkin Topluluğu olduğu ve Tanrıya inananların onun emirlerine uygun davranması, tüm hal ve şartlarda ve ne yaparlarsa yapsınlar onlara karşı gelinmemesi, Yahudilerin dünyayı kurtaracak millet olarak kabul edilmesinin ilahi itikadın temelini oluşturduğunu” iddia ederler.
İsrail’in ABD’yi kontrol ettiğini söyleyen ve bunu Washington’daki İsrail’i destekleyen güçlü lobilere bağlayanlar da mevcut. Bu lobileri harekete geçiren unsurlar olarak İsrail’i inşa eden Uluslararası Siyonist sermayenin ABD ekonomisi, bankalar, emlak şirketleri, genel sigorta, turizm, kumar, fuhuş, silah, pornografi, uyuşturucu, ilaç, demir-çelik, petrol, doğalgaz, silah, alternatif enerji, maddenin atomik, moleküler ayrıca moleküler ötesinde (supramoleküler) nano-teknoloji, maliye, sinema, medya, üniversiteler, müzik, sanat ve siyaset üzerinde sahip olduğu güçlü temsil ve kontrol sayesinde olduğuna atıfta bulunur. Bu saydığımız argümanların hepsine maddi bir temel sunmak mümkün.
YUVARLAK MASA
Şüphesiz ki, bunların arasında rekabet, çatışma ve hatta savaşlar da oldu. Birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için türlü oyunlar, kumpaslar, birdirbir ve çarkıfelek senaryoları yaşandı. Ama ve lakin İngiltere, ABD ve İsrail’i bir arada tutan en güçlü tutkal ortak bir tarihe ve kadere sahip olmalarıdır. Her üç taraf da kendilerine ait olmayan toprakları işgal ettiler, her üç taraf kendilerini tanrının seçkin ve kutsal bir millet olduklarına, dünyaya özel bir ilahi görevle tevdi edildiklerine ve yeryüzüne gökyüzündeki kudret adına hakim olmayı hak ettiklerine itikat ediyorlar. Masa yuvarlakken kimin nerede oturduğu sorun teşkil etmiyor. Her birinin kendisini kral hissetmesi diğer tarafları rahatsız etmiyor. Ancak aralarındaki şimdilik ihtilaf, masa dörtgen olduğunda baş koltuğa kimin oturacağıyla ilgilidir.
Şüphesiz ki bu masayı devirecek ve hatta başlarına geçirecek yeni bir kuvvet veya cephe zuhur edecek. İşte o vakit benzer bir geçmişten gelen, benzer habis idealler taşıyan ve benzer amaçlara yönelen bu üç müttefik yeni bir dünyevi veya tanrısal bir alternatif kuvvet hâsıl olduğunda ne yapacak? Dünya ve içindekilerin, tanrı öyle istedi diyerek, mahvına yani yok oluşuna razı mı olacak? Saflarını mı pekiştirecek yoksa birbirlerinin ayağını kaydırıp altta kalan tanrısıyla buharlaşsın diyerek yeni kuvvetle uzlaşmayı mı seçecek? Bu habis zihniyetin temsilcisi üç başlı beladan kurtuluş ve alemde cenneti yaşamak mümkün mü olacak? Bütün bunları yaşayarak öğreneceğiz. İnsan ise her şeye ve bunlara inat dünyaya, tabiata, hayvana saygılı onurlu bir hayat için mücadele etmeye devam edecek.
KİMDİR ŞEYBANİ?
Ama ve lakin o vakte kadar bu üç başlı habis ittifak, hiç kimse ve hiçbir devleti müttefik olarak görmez, kabul de etmez. Hele ki söz konusu kişiler ve devletler bölgemiz ile alakalı ise bu bariyer daha da yükseltilir. Zira tanrının bu özel seçilmiş üç başlı canavarı için Abu Muhammed El Colani başına milyonlarca dolar ödül koydukları bir haydut ve terörist iken, Körfez parası, Suudi-Türkiye ricası üzerine Ahmet Şara beyefendi olarak Trump’ın elini sıkabilen bir “Cumhurbaşkanı” yapılabilir. Esad Şeybani kimdir, zürriyeti nedir, nereden türemiştir, Şehmuz mudur, neredendir, neyin nesidir, kimin evladıdır, acaba DEAŞ lideri El-Bağdadi’nin kendisi midir, oğlu mudur, kardeşi midir, bu kadar yoğun bir savaş temposunda Türkiye’de nasıl üniversite okudu, nasıl diploma aldı tartışmaları sürerken, Şeybani Dışişleri Bakanlığına oturtuldu.
Tüm koltuklara oturtulabilirler. Her sıfatı verebilirler. Rusya, İran, Türkiye ve hatta Esad’la bile görüşebilir. Zaten dolaylı veya dolaysız görüşüyorlar. Ülkeyi istediği gibi yönetebilir, soyabilir, hesap vermeyebilir, arsalara, evlere, villalara çökebilir, istediği yere hatta züccaciye dükkânına zincirini koparmış boğalar gibi girebilirler. Anlaşmalar yapabilir. Para, silah eğitim talebinde bulunabilir. Kalın kırmızı çizgileri aşmadığı sürece, uysal ve üç başlı canavara hizmette kusur etmediği sürece sayın Ahmet Şara olarak kalır. Aksi takdirde ışık hızında tekrar El-Colani olur bu sefer başına ödül konulmaz tasfiye edilir. Peki bu kırmız çizgi nedir? İsrail’dir.
İSRAİL ONAYLI POLİS TEŞKİLATI
Netanyahu Golan’ı arzu ettiği gibi tanzim edecek. Su kaynaklarını ve tarım arazilerini istediği gibi kullanacak. İsrail’in 1967’den sonra inşa ettiği yerleşim yerleri olduğu gibi kalacak. Suriye’nin Güneyi (Süveyda ve Dera Vilayetleri) Suriye askerinden ve ağır silahlardan tamamen arındırılacak. Suriye hava kuvvetlerine helikopterlerine kapalı olacak. Bölgede İsrail’in onay vereceği polis teşkilatı olacak. Bölgeyi İsrail arzu ettiği gibi planlayacak ve kullanacak. Suriye’nin kuzeyi ve doğusu İsrail’e uygun ABD’nin arzu ettiği gibi düzenlenecek. PKK/YPG/SDG bölgeyi kontrol eden başat kuvvet olacak. Suriye sahil bölgesi için tasarlanan planları önceki yazılarımızda detaylı anlattık. Suriye, Lübnan ve Doğu Akdeniz’i uçan kartal gibi gözetleyen Şeyh Dağı (Cebel El-Şeyh, Hermon dağı) komple İsrail’e bırakılacak.
VİZELER ÜRDÜN’DEKİ ELÇİLİKTEN
Ahmet Şara ve Esaad Şeybani, Bakü, Paris, Ürdün ve Londra’da Netanyahu’nun özel temsilcisi ile yaptıkları görüşmede İsrail, ABD, Fransa ve İngiltere tarafına tüm bu şartları yerine getireceklerini taahhüt ettiler. Bunun dışında medyamız ve Suriye medyasında okuduklarınız doğruyu yansıtmamaktadır. Şara ve Şeybani de Suriye ve aleme yalan söylemektedir. En nihayet çarşamba günü Washington’a giden ve şimdi de BM ve ABD’ye gelmesi beklenen Şara’ya ABD vizeleri ve Washington’da yapacakları buluşmalar, bir ihtimal Trump ve Netanyahu ile buluşmasına onay ve vizeler ancak bu şartlar kabul edildikten sonra verildi. Şeybani ve Şara vizelerini Ürdün’deki ABD Büyükelçiliğinden almış.
TSK’YA ÇEKİL DİYEBİLİRLER
Thomas Barrack referans olmuş. ABD’ye giriş hakkı diplomatik vize statüsünde (G1) değil normal vatandaşlara verilen G3 vizesi. Yani Şara’nın da Şeybani’nin de dokunulmazlığı, diplomatik kimliği yok. Özetle Trump amcalarını kızdıracak tavırlarda olurlarsa veya görevlerini layıkıyla yerine getirecek performansı göstermezlerse ikisini tutuklayabilir. Tüm bunların yanında kulislerde dolaşan bir iddia var ki facia mesabesinde: Netanyahu ve Trump Şara’dan TSK’nın Suriye topraklarından çekilmesini talep etmesini isteyebilir.
Kıssadan hisse, sayın Bahçeli’nin önce PKK açılımı ile aslında Suriye’de YPG/SDG meselesinde ABD, Fransa, İngiltere ve İsrail’in kırmızı çizgilerinin olacağını ve bu zor ekonomik-mali şartlarda Türkiye’nin bu ülkelerle “açık bir savaşa” giremeyeceğini öngörmüştü. Sayın Bahçeli’nin geleneksel Moskof ve Pekin düşmanlığından Türkiye, Rusya ve Çin ittifakına davet çıkarması sadece Türkiye’nin tercihlerden ziyade mecburiyetlere mecbur kaldığı için değil, Şara ve ucube yönetiminin “artık TSK’ya Suriye’de ihtiyacımız yok çekilmesini istiyoruz” hamlesinin gelebileceği ihtimaline karşı gelmiş olabilir. Peki, bu talebin Moskova ve Pekin’de bir karşılığı olur mu? Olur.
AYDINLIK