Kur’an “Müslümanlar sözü dinler ve en güzeline uyar” buyuruyor. Yine pek çok ayette müşriklerin ya da Ehl-i Kitab’ın iddialarını destekleyen “kanıtlar” getirmesini istiyor. Daha da önemlisi, “Yaşayan delil üzere yaşasın, ölen de delil üzere ölsün” buyuruyor.
Peki kanıtlar/deliller bizim görüşlerimizi değiştirmeye yetiyor mu? Niçin tartıştığımız konularda ortaya konulan deliller (geçerli deliller) bizim görüşlerimizi değiştirmeye ya da etkilemeye yetmiyor?
***
Tartışmalı bir sosyal/siyasal olayda iki karşıt grup oluşmuşsa her grup kendi görüşünü destekleyen kanıtlar toplayacaktır. Diyelim ki, A grubu X görüşünü (paralel devlet) savunuyor olsun; B grubu da Z görüşünü (Yolsuzluk). A grubu B grubunun önüne X görüşünü destekleyen, ya da Z görüşünü çürüten bir kanıt koyduğunda acaba B grubu, Z görüşünden uzaklaşacak mıdır (diğer bir ifadeyle X görüşüne yakınlaşacak mıdır), yoksa mevcut tutumu daha mı pekişecektir? Aynı soru A grubu için de geçerlidir.
Böyle bir durumda, eğer aşağıdaki şartlar söz konusuysa, karşı grubun ortaya koyduğu kanıtlar (ilginçtir ama) diğer grubun görüşlerini yumuşatmak bir yana daha da pekiştirecek, keskin hale getirecektir[1]:
1. Eğer bir grup mevcut görüşünü kamuoyu önünde açıklamışsa: Kamuoyuna mal olan görüşlerden geri dönülme olasılığı daha azdır. Böyle bir durumda görüşün yanlışlığına dair birden fazla güçlü kanıt ortaya konulsa dahi, mevcut durumun/görüşün/pozisyonun yanlış olmadığı ama yanlış anlaşıldığına dair açıklama yapılarak mevcut pozisyonun korunması yoluna gidilir. Örneğin, Cemaat, “beddua” pozisyonunu, “mübahale/mülaane” kavramlarıyla açıklayarak Hocaefendi’nin yanlış bir şey yapmadığını açıklamaya çalışmıştır.
2. Siyasal/sosyal varlığını açıkladığı görüşe/söz konusu olay karşısındaki pozisyonuna sıkı sıkıya bağlamışsa: Cemaat “Beddua”yla birlikte, hükümetin yolsuzluk yaptığına ilişkin görüşünü; hükümet “inlerine gireceğiz” söylemiyle “paralel devlet” argümanını güçlü bir şekilde ortaya koymuştur.
3. Tartışılan konuda haksızlığının kanıtlanmasının bedeli ağır olacaksa: Gerek “yolsuzluğun” kanıtlanması, gerekse “paralel devlet” iddiasının kanıtlanmasının faturası her iki taraf için de ağır olacaktır.
Bu durum ilk bakışta paradoks gibi gözükmektedir. Çünkü, normalde, sıcak suyun içine (mevcut durum) biraz soğuk su (karşıt görüşü destekleyen kanıtlar) kattığınızda sıcak suyun biraz ılıklaşmasını bekleriz, daha da soğumasını değil. Ama sosyal olaylar bu kuralın dışında sonuçlar verebiliyor. [2]
Bunun birkaç sebebi bulunmaktadır:
1. A grubunun sunduğu her kanıt B grubu tarafından “bir görüşe değil” kendi varlıklarına yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanacaktır.
2. A grubunun sunduğu her kanıt B grubunu, öne sürülen kanıt üzerinde düşünmeye değil, kendi görüşünü daha da güçlendiren yeni kanıtlar aramaya yöneltir. Bu bakımdan ortaya konulan her kanıt B grubu için yeni kanıtlar aramaya tahrik eden bir “kamçı” görevi görecektir.
3. Grup üyeleri kendi kanıtlarını, incelemeksizin, “apaçık bir hakikat” olarak görürken, karşı grubun kanıtlarını sıkı bir incelemeden geçirir: Kim söyledi, nasıl söyledi, kaynağı ne, neden şimdi söyledi, daha önce ne söylemişti vs…
4. Grup kendi görüşüne/haklılığına o kadar odaklanmıştır ki, karşı delilleri hakkıyla etüd edemez. Onları bir kanıt olarak değil, bir “komplo” olarak algılamaya başlar.
Aşağıdaki örneğe bakalım:
Tartışmalı olaya soldan sağa bakan bir kişi için ortadaki “kanıt” B harfidir. Ama aynı olaya yukarıdan aşağıya bakan bir kişi için ise aynı kanıt B harfi değil, “13” sayısıdır. Kanıtın hangi bağlam içine yerleştirildiği önemlidir(Kutuyu nereye yerleştiriyoruz: paralel devlet söyleminin içinde mi duruyor, yoksa yolsuzluk söyleminin içinde mi?).
***
Peki, ortaya konulan kanıtlar bir grubun görüşünü savunulamaz ya da arzu edilen amaca ulaşılamaz hale getirirse ne olacaktır?
Üç seçenek vardır: Ya özür dileyecek, “yanlış görmüşüm/yanlış anlamışım/hata etmişim” diyecektir, ya yanıldığını söylemeden uzlaşma yolunu seçecek, ya da hırs ve öfke onu, karşı tarafı çökertmeyi sağlayacak kanıtlar “üretmeye” yöneltecektir.
Üçüncü seçenek, “gözün karartıldığı” bir seçenektir. Bu seçenekte kişi/grup “battı balık” psikolojisiyle hareket edeceği için hem kendisine hem de karşı tarafa büyük bedeller ödetecek “şeyler” yapmaya müsait hale gelir.
Kişi/grup üçüncü seçeneğe yöneldiğinde dikkate alınması gereken bir nokta da, bu kişinin/grubun çok tehlikeli ittifaklar yapmaya açık hale gelmesidir. Bir diğer ifadeyle “denize düşen” mantığıyla hareket etmeye yatkın hale gelmesidir. Böyle bir durumda ise o kişiyi/grubu denizde pek çok yılan/timsah bekliyor olacaktır.
***
Cemaatin bu mücadeleye “küçük kayıp” tehdidiyle itildiğini kabul edersek, üçüncü seçeneğe yönelmesi ihtimal dışı görünmüyor.
Böyle bir durumda ne olur?
Daha gizli, daha sansasyonel, daha “şok edici” ses kayıtlarına, “itiraflara” ihtiyaç duyacaklardır. Diğer bir ifadeyle “gürültü koparacak” şeyler gerekecektir. Gürültü kopmalı ki, sözü olanın sözü anlaşılmasın. Gürültü kopmalı ki, ajitasyon olmalı ki, duygular harekete geçirilmeli ki, “tefekkür” gerektiren tezler/düşünceler bu gürültünün içinde kaybolup gitsin.
***
Unutmayalım, bu ülkede ve Ortadoğu’da, akıl gerektiren, mantık gerektiren, tefekkür gerektiren her sosyal/siyasal gelişme bu tür “gürültülere” (kimi zaman kaset, kimi zaman tank, kimi zaman kimyasal silah, kimi zaman kan; özellikle ‘kan’ iyi bir gürültü aracıdır) kurban edilmiştir.
Öyle ya,
Mekkeliler de Peygamber’in söyledikleri anlaşılmasın diye “teneke çalarak” (imkanları ona elveriyordu) gürültü yaparlardı.
***
Peki hükümet, çıkacak gürültüden çekinip, “maşayı tutan elle” uzlaşmayı tercih eder mi?
Eğer bunu yaparsa, gürültü çıkartmanın işe yaradığını gören o “eller” daha çok gürültü çıkarmaya devam edeceklerdir.
Bu sebeple Kur’an bize gürültünün (suyun üzerindeki köpük) geçici, sözün(hakikat) kalıcı olduğunu hatırlatıyor.
[1] Bunun benzeri bir süreç Suriye meselesinde de yaşanmıştır/yaşanmaktadır. Ortaya konulan kanıtlar, genel olarak, tarafların düşüncelerini değiştirmediği gibi mevcut pozisyonlarını daha çok sahiplenmeleriyle sonuçlanmıştır.
[2] Sıcak suyun üstü kapatılırsa, soğuk suyun sıcak su dolu kaba girmesi ve ılıklaşması mümkün olmayacaktır. Ya da icat edilen bir düzenekle soğuk su yalıtılıp bir kapsül içine konursa da soğuk suyun sıcak suya karışması engellenecektir.
