7 Ekim günü HAMAS önderliğindeki Filistin Direnişi İsrail
Ordusuna büyük zayiat verdiğinde orduya dair sorgulamalar başladı. Günümüzde
karşısında düzenli bir silahlı kuvvet bulunmayan bu ordu, Gazze, Lübnan ve
Suriye bölgelerinde her gün sayısız katliama imza atıyor, sivil halkı
öldürüyor. Gelin bu ordunun iç yüzüne biraz daha yakından bakalım.
Kısa tarihçe
İbranice adı Tsva ha-Hagana le-Yisra’el olan İsrail
Ordusunun resmî adı İsrail Savunma Kuvvetleri şeklinde. “Savunma” kısmını yorum
yapmadan geçiyoruz. Ordunun en yetkili komutanı Genelkurmay Başkanı Herzi
Halevi, İsrail Savunma Bakanı İsrael Katz’a bağlı. İsrail Devletinin
bağımsızlık ilanıyla eş zamanlı olarak 26 Mayıs 1948 tarihinde kurulan ordu, o
dönemde faaliyette olan paramiliter örgütler Haganah, İrgun ve Lehi gibi
yapıların bir araya gelmesiyle oluşturulmuş. Ordu kuruluşundan günümüze kadar
bölgedeki Arap devletleriyle sürekli savaş halinde. Ancak Mısır ve Ürdün ile
imzalanan barış antlaşmalarının ardından öncelikler değişmiş ve yeni verili
duruma göre yeni cepheler tarif edilmiş. Buna göre Lübnan’ın güneyi, Suriye ve
Filistin toprakları (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) odaklanılan bölgeler
olmuş, Mısır ve Ürdün sınırları önceki dönemlerin aksine askerî strateji
açısından önemini yitirmiş durumdadır.
İsrail Ordusu kuruluşundan sonra başlayan süreçte ama
özellikle de yoğun olarak 1967 yılındaki Altı Gün Savaşıyla beraber ABD ve
İngiltere ile doğrudan işbirliği ve askerî müttefiklik ilişkisine girmiştir. Bu
kapsamda İsrail Ordusu son teknoloji silahların ilk kez kullanıldığı, en güncel
istihbarat bilgilerinin paylaşıldığı, mensuplarının bu ülkelerde ortak olarak
eğitildiği bir müttefik haline gelmiştir. Bu ilişkiler 1967 yılında İsrail
tarafından “yanlışlıkla” batırıldığı iddia edilen ABD casus gemisi USS Liberty
olayı gibi hadiselere rağmen sorunsuz sürmüştür. Günümüzde örneğin ABD
tarafından üretilen son teknoloji ürünü F-35 savaş uçağını ilk kullanan
ülkelerin başında İsrail gelmekte, özellikle askeri mühimmat ve lojistik
açılardan İsrail Ordusu “gizli” üye olduğu NATO ülkelerinden olağanüstü
yardımlar almaktadır.
7 Ekim Saldırılarının ortaya çıkardığı zaafiyetler
Yakın zamana kadar özellikle Batı medyası tarafından
dünyanın en iyi ordusu olarak tanımlanan ve yenilmez olduğu iddia edilen İsrail
Ordusunun, 7 Ekim günü HAMAS önderliğindeki Filistin Direnişi tarafından
gerçekleştirilen saldırı sonrasında büyük yapısal zaaflara sahip olduğu ortaya
çıktı. İsrail Ordusunun resmî internet sitesinde yayınlanan ilgili döneme ait
raporlarda satır aralarında bu bilgilere çarpıcı olarak yer verilmiş. Verilen
bilgilerden özellikle Gazze sınırına sadece bir kaç kilometre uzaktaki Bari
(veya Be’eri) adlı Kibbutz’da yaşananlara dair yapılan analizler çarpıcı
nitelikte.
Bari Kibbutzundaki çarpışmaları resmeden grafik
Çatışmalara katılan askerlerle ve kibbutzda bulunanlarla
yapılan görüşmeler ve çok çeşitli kaynakların incelenmesi sonucunda varılan
sonuç, İsrail Ordusunun Bari Kibbutz’unu koruma görevinde başarısız olduğu
yönünde. Raporda Filistinli 300 direnişçiye karşı yaşanan çatışmalarda 23
İsrail askerinin ve 8 milisin öldüğü belirtilirken 101 sivilin öldürüldüğü ve
30 kişinin de Gazze’ye götürüldüğü bildiriliyor. Araştırma yapan ekibin
ulaştığı bulgular arasında sabah 06:30’da başlayan saldırılara karşı ilk
direnişi kibbutzdaki yerel milislerin gösterdiği anlaşılıyor. Ancak saatler
sonra 09:00 ila 13:30 arasında bölgeye ulaşabilen ilk ordu birlikleri ise ağır
zayiat verdikten sonra çekilmek zorunda kalmıştır. Saat 18:00 sularında
kibbutzda yaklaşık 700 İsrail askeri çatışmalara katılmış durumdadır. Bu
aşamada Filistinli direnişçilerin çoğu geri çekilmiş durumdayken kibbutz gece
22:00-ertesi sabah 05:00 arasında büyük ölçüde İsrail Ordusu denetimine geçer.
Ertesi gün saat 15:00’e kadar bazı tekil noktalarda çatışmalar devam eder.
Yapılan analiz sonrasında varılan sonuçlar şu şekilde:
İsrail Ordusunun binlerce savaşçının eş zamanlı bir şekilde
çok geniş bir alanda koordineli şekilde yapacağı saldırıya karşı hazırlıksız
olduğu ortaya çıkmıştır. Alınan önlemler ve destek planları noktasal
saldırılara karşı olduğu için acil durum planları çökmüş, işlememiştir.
İsrail Ordusu saldırının ertesi gününe kadar genel resme
vakıf olamamış, ordunun edindiği kimi istihbaratı gerekli kanallarda
değerlendiremeyip, kibbutzdaki birimlerle paylaşmadığı ortaya çıkmıştır. Genel
olarak komuta kontrolde yaşanan sıkıntılar en küçük ölçekte bile yaşanmış,
kibbutza gelen birlikler uzun süre ateş hattına ulaşamamıştır. Zamanında
yeterli destek gelmemiştir.
Kibbutz içinde yerleşik milisler Filistinlilere karşı ilk
cephe hattını kurmuş ve ordu birlikleri gelince bile çatışmaya devam etmiştir.
Bu durum hem “barışçıl” olarak adlandırılan kibbutzların aslında gasp ettikleri
Filistin topraklarında bulunmalarından kaynaklanan tehdit algısıyla bünyelerinde
oldukça güçlü silahlı yapılar barındıran yarı-askeri kamplar haline geldiğini
de göstermektedir.
Kibbutz içindeki çatışma sırasında İsrail Ordusu
mensuplarının kibbutz sakinlerine “kabul edilemez ve uygunsuz” davranışlarda
bulundukları teslim edilmiştir. Bu davranışların ne olduğunun ayrıntısına
girilmemiştir. Burada satır arasında Pesi Cohen’in evinde yaşanan rehine
krizinin de Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve İsrail İstihbarat
Teşkilatı Shin-Bet tarafından koordine şekilde çözümlendiği(!) belirtilmekte.
Burada yaşananlara hemen aşağıda değineceğiz.
Bari Kibbutzunda çok sayıda rehinenin Filistinli
direnişçilerle beraber tank ateşiyle öldürüldüğü Pesi Cohen’in evi
Ordunun doktrini
İsrail Ordusunun doktrini uluslararası kurallar, İsrail
Devleti yasaları, Yahudilik inancının gerekleri ve askerî pratikle
şekillenmekte. Resmî belgelerde ordu mensuplarının yasalar çerçevesinde
vatanlarını ve yurttaşlarını korumakla görevli olduğu, insan haklarına saygılı
olunduğu yazılı. Ancak yazılı olmayan kurallar da var. Bunlar arasında Hannibal
yönergesi ve Dahiya doktrini en kötü şöhrete sahip olanlar.
Hannibal yönergesi İsrail’in Lübnan’ı işgali sırasında
yaşanan rehine krizleri sonucu ortaya çıkmış. Lübnanlı direnişçiler İsrail
askerlerini kaçırıyor ve sonrasında İsrail’in elindeki direnişçilerle takas
gerçekleşiyordu. İsrail yönetimi tarafından prestij kaybı olarak
değerlendirilen bu duruma çare olarak getirilen yönerge uyarınca bir İsrail
askerinin rehin alınmasındansa öldürülmesi tercih edilir hale geliyor ve bu
yönde adım atılıyordu. Az önce bahsettiğimiz Pesi Cohen evi örneğinde de bu
durum yaşanmış, evde rehin alınan İsrail askerleri olduğu bilinmesine rağmen
tank atışlarıyla ev yerle bir edilmiş ve sorun çözülmüştür! Benzer şekilde 7
Ekim saldırılarının ardından beraberinde rehinelerle Gazze’ye dönme yolunda
olan çok sayıda araç, içinde İsrailliler olduğunun bilinmesine rağmen İsrail
birliklerinde vurulmuştur.
Dahiya doktrini ise asimetrik savaş sırasında geleneksel
savaş kriterlerinin geçerli olmayacağı yönündeki sava dayanır. Adını 2006
Lübnan Savaşı sırasında Hizbullah’ın karargâhının bulunduğu mahalleden alan
doktrine göre düzenli ordu birliklerinden ziyade gerilla savaşı şeklinde
savaşan düşmanı ortadan kaldırmak için sivil zayiatlar kabul edilir. 2006
yılındaki savaşta Dahiya’da mahallesi yoğun bombardıman altında kalmış ve çok
sayıda sivil hayatını kaybetmişti.Bu doktrinin de günümüzde Gazze, Lübnan ve
Suriye’de kullanıldığını biliyoruz.
Zorunlu askerlik ve ideolojik müdahale
Kanunlara göre 18 yaşından büyük tüm İsrail vatandaşları
askerlik görevini zorunlu şekilde yerine getirmek durumunda. Sadece Arap
vatandaşlara (Dürziler hariç) seçme şansı verilmiş durumda, bunun dışında dini,
fiziksel ve psikolojik gerekçelerle görevden muaf olunabiliyor. Ultra ortodoks
Haredi Yahudiler de askerlikten muafken Haziran 2024’de yürürlüğe giren yasayla
onlara da zorunlu hale getirildi. 2015 yılından sonra erkeklerde mecburi hizmet
süresi 32 ay olurken kadınlarda bu süre 24 ay. Bunun dışında profesyonel olarak
orduda kalmak isteyenler de belirli sınavların ardından görevlerine devam
edebiliyor. Zorunlu hizmetin ardından terhis olan askerlerin yedeklik dönemi
başlıyor. Yedekler, 40 yaşına kadar üç yılda bir olmak üzere bir ay boyunca
kışlada eğitim görüyor. Olası bir savaş durumunda aktif hale geliyorlar. İsrail
Ordusunda Dürziler, Çerkezler ve Bedevilerin geleneksel varlıkları bulunmakta
ve Yahudi olmayan bu azınlıklara orduda görev yapmaları için çeşitli
ayrıcalıklar sağlanmaktadır. Son dönemde Etiyopyalı Yahudilerin İsrail’e yoğun
şekilde göç etmeleriyle beraber bu topluluğun topluma entegrasyonunda silahlı
birlikler de kullanılmıştır.
İsrail Ordusu yoğun bir radikal dinci-milliyetçi ideolojiye
maruz kalmaktadır. Yaşadıkları devlet herhangi bir devlet değil, Yahudilerin
tek anavatanı olarak görülmekte ve buna göre her şeyin üzerinde tutulmaktadır.
Hiçbir şekilde kamuoyu nezdinde haber programlarında veya
benzeri mecralarda askerî yenilgiler veya kayıplardan bahsedilmemektedir.
Dini inanışlar ve dogmalar mutlak doğru olarak kabul
edilmekte ve sorgulanmasına izin verilmemektedir. Benzer bir tutum ordu için de
geçerlidir. Ordunun eksikleri veya hataları olsa da bunlar çok sınırlı şekilde
gündem edilmekte, onun yerine askerlerin fedakarlıkları ve kahramanlıkları
anlatılmaktadır.
İsrail Ordusunun bir üyesiyseniz asla yalnız olmazsınız
yönünde bir “dayanışma” sergilenmektedir. Öyle ki orduda “yalnız asker”lere
yönelik destek programları vardır. “Yalnız asker” birinci derece aile
bireylerini kaybetmiş veya onlar olmadan İsrail’e göçmüş kişileri
kapsamaktadır. Bu kişiler için özel yardım hatları, özel uygulamalar ve destek
programları mevcuttur.
Son dönemde askere alınan Haredi Yahudilerine dini
ayrıcalıklar tanınmakta, inanışlarına göre ikinci sınıf vatandaş olan
kadınlarla temasları olabildiğince azaltılmakta ve “laik” askerlerden ayrı
sosyalleşme ortamları yaratılmaktadır.
Her şeye rağmen yaşananlar
İntihar eden asker, Eliran Mizrahi
Mizrahi meslekten bir asker değildi. Zorunlu askerlik
görevini yapmış, inşaat sektöründe çalışan bir şantiyeciydi. 7 Ekim’in ardından
İsrail kamuoyunda yayılan ideolojik atmosfere kapıldı, yedek olarak çağrıldığı
birliğinde zırhlı dozer şoförü olarak görev yaptı. 6 ay boyunca Gazze’de
yaşadıklarını yardımcı şoför arkadaşı “çok zordu” şeklinde özetliyor.
Direnişçilerin sürekli ateşine maruz kalan Eliran, İsrail Ordusunun cephede
yaptıklarına şahit oluyor, muhtemelen işlenen savaş suçlarının bizzat ortasında
yer alıyordu. Zaten bu yüzden terhis olduktan sonra hemen travma sonrası stres
bozukluğu tedavisi almaya başladı. Ancak İsrail toplumunda anlatılan “aynı
gemideyiz” söyleminin yalan olduğu, tedavi sürecinde aksaklıklar, yeniden
cepheye çağrılma, desteğin kesilmesi gibi olgularla ortaya çıkıyor. Dört çocuk
babası Mizrahi de cepheden veya “katliamdan” tamamen kurtulduğunu düşündüğü bir
anda yeniden silah altına alınmaya çağrıldığında, dozerle sivil cesetlerini
inşaat hafriyatıymış gibi bir yerden bir yere atmaktansa canına kıymayı
yeğliyor.
İsrail’de her türlü istatistik saklanıyor ve egemen ideolojiye uyumlu olacak şekilde değiştiriliyor. Buna rağmen her yıl 6 bin intihar girişiminden 500 tanesi başarılı oluyor, bu rakamların bir asker toplumunda yaşanıyor olması çok çarpıcı. Hele hele 7 Ekimden bu yana en az 15 bin yaralı İsrail askerinin iyileşmek için cephe gerisine çekildiği ve nekahat süreçlerinde benzer sorunlarla karşılacakları düşünüldüğünde.
Bir de 7 Ekim öncesinde orduda yaşanan protestolardan
bahsedelim. Ülke çapında Netanyahu hükümeti karşıtı protestolar ve eylemler
orduda da etkili olmuş, özellikle hava kuvvetlerinde bazı pilotlar Netanyahu
için görev yapmayacaklarını dile getirip askeri görevlere çıkmayı reddetmişti.
Bugün artık o ortamdan bahsetmek olası değil. Ancak yine de bu kadar güçlü bir
militarist atmosferde hükümet karşıtı eylem yapma bilincinin olmuş olması
tarihsel olarak bakıldığında önem taşıyor.
İsrail Ordusu bugün içindeki çelişkilere ve çatlaklara
rağmen emperyalistlerin istediği şekilde işlemeye devam eden bir savaş
makinası. Hem İsrail toplumuna hem de bölge halklarına yönelik bir zor aygıtı
olan bu makinanın yenilmesi için ilk adım işgale karşı örülen direnişlerin
kazanacağı başarılarla olabilecek/sol