İngiltere merkezli antiemperyalist iklim grubu Filistin için
Enerji Ambargosu (Energy Embargo for Palestine) grubunun hazırladığı kapsamlı
rapor, İngiliz devletinin ve kurulduğundan beri İngiliz devletinin çıkarlarına
bağlı BP’nin bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen siyonist soykırımı
körükleyen rolünü ortaya koyuyor.
Rapor boyunca, “İsrail” ismiyle tarihi Filistin’i işgal eden
gayrimeşru siyonist varlık kastediliyor. Dolayısıyla “işgal altındaki Filistin”
tanımı da 1967 savaşından bu yana işgal altında olan Batı Şeria’yı ve Gazze’yi
değil, 1948’de etnik temizlik sürecinde ele geçirilen Ürdün Nehri ile Akdeniz
arasındaki toprakları kapsıyor.
Geçen 11 ayda insanlık tarihinin televizyonlardan en çok
izlenen ve belgelenen soykırımına tanıklık ettik ve etmeye devam ediyoruz.
İsrail’in askeri jetleri ve araçları, okullardan hastanelere, hatta
mezarlıklara kadar Gazze’de yaşamı mümkün kılan bütün altyapıyı yerle bir
ederken canlı yayınlandı. Ancak bu yıkım güçleri kendiliğinden ortaya çıkmıyor.
Dünyanın dört bir yanındaki silah
fabrikalarından gelen parçalarla donatılıyor, küresel rezervlerden gelen
petrolden besleniyor.
Dolayısıyla enerji tedarik zincirlerini çıkarıldıkları
noktadan İsrail askeri araçlarında kullanıldıkları noktaya kadar takip etmek
büyük önem taşıyor. Eğer “[silah üreticilerinin] ABD emperyalizminin
yumrukları, lojistik şirketlerinin de kas gücü olduğunu varsayarsak” bu durumda
enerji şirketleri bu ölüm makinesine doğrudan oksijen sağlıyor.
BP’nin gaz lisansları
İsrail bu oksijeni çeşitli kaynaklardan alıyor. Kasım
2023’te, aralarında British Petroleum’un (BP) da bulunduğu bir dizi Batılı
enerji şirketine İsrail Enerji Bakanlığı tarafından işgal altındaki Filistin
sularında gaz arama ruhsatı verildiği haberi geldi. Bu sahaların güvenilir gaz
kaynaklarına dönüştürülmesi yıllar alacak olsa da ABD’deki ve İngiltere’deki
aktivist gruplar devam eden soykırımın gölgesinde yapılan bu ticari anlaşmalara
karşı eylemler düzenliyor.
İsrail’in Gazze’ye yönelik Batı destekli soykırımcı
kuşatmasının motivasyonu, denizdeki gaz yataklarının işletilmesine
indirgenemez. Devam eden soykırım, ABD emperyalizminin ve bölgedeki çıkarlarını
hayata geçiren taşeron devlet mantığının bir parçası olarak anlaşılmalıdır:
tarihi Filistin’in tamamını etnik olarak temizlemeyi, doğal kaynakları ele
geçirmeyi, yakıt kaynaklarını askeri ve ekonomik gücünü pekiştirmek için
kullanmayı ve ihraç etmeyi amaçlayan siyonist yerleşimci sömürge projesi.
Gerçekten de BP’nin gaz lisanslarına karşı eylemlerimiz tek
başına değildir. Türkiye’deki ve Kolombiya’daki diğer aktivist gruplar gibi biz
de enerji şirketlerinin İsrail’e yakıt tedarik etmek üzere İsrailli şirketlerle
ortaklık kurmasına karşı kampanya yürütüyoruz.
Bu nedenle BP’nin gaz lisansını, İsrail’in beslenmesindeki
daha büyük rolü içinde konumlandırıyoruz. BP, soykırım sırasında İsrail’e
petrolünün yüzde 28’ini sağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının
işletmecisi ve en büyük hissedarıdır.
Bu araştırmada, BP’nin sömürgecilik tarihini ve
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının tedarik zincirini inceliyoruz. Ayrıca BP’nin
yurtdışındaki faaliyetlerini kolaylaştıran kamusal faaliyet ruhsatlarını da
araştırıyoruz. Kamusal faaliyet ruhsatları, şirketlerin devam eden kâr odaklı,
sömürgeci iş pratikleri için ek bir meşruiyet katmanı olarak kamu onayı alma
sürecini tanımlayan ticari ve metaforik bir kavramdır.
BTC boru hattına odaklanmak, siyonist yerleşimci
sömürgeciliğin Ortadoğu’da devam eden petrol çıkarma faaliyetlerinin ve
zenginliğin Küresel Kuzey’de yoğunlaştığı adaletsiz birikimin merkezinde yer
aldığını ortaya koyuyor.
Bu nedenle Filistin’in kurtuluşu ve bölgesel antisiyonist
direniş, kapitalizm karşıtı adil bir düzene geçiş için verilen daha geniş
mücadelenin merkezinde yer almalıdır. Filistin’in siyonist işgaline karşı
emperyal merkezden örgütlenmek, soykırımın faillerinden hesap sormaktan çok
daha fazlasını ifade ediyor. Bu, Küresel Kuzey’e sürekli “değer” akışı için
halkları ve ekolojileri yok eden emperyalizme karşı daha büyük mücadelenin bir
parçasıdır.
Enerji ve emperyalizm: BP’ye giriş
BP’nin ve onun sömürgeci petrol çıkarma, emek sömürüsü ve
darbe düzenleyiciliğinin tarihi, enerjinin emperyalist sistemdeki rolünü
anlamak için çok önemlidir.
Ortadoğu’daki petrol endüstrisi, 1901 yılında imzalanan ve
İngiliz finansörlere İran’ın güneybatısındaki Huzistan eyaletinde petrol arama
hakkını tanıyan bir imtiyazla başladı. I. Dünya Savaşı öncesinde birçok
Avrupalı güç, endüstriyel gelişimlerini, Afrika ve Asya’ya doğru sömürgeci
yayılmalarını hızlandırmak için kömürden petrole geçiş sürecini başlattı. Bugün
BP olarak bilinen Anglo-Persian Oil Company (APOC), Huzistan Eyaleti’nde petrol
bulunup çıkarıldıktan sonra 1909 yılında tescil edildi.
Churchill’in teşvikiyle 1914’te İngiliz hükümeti BP’nin
çoğunluk hissesini satın aldı, bu yatırım İngiliz Kraliyet Donanması’nın
kömürden petrole enerji geçişi yapmasını sağladı. Başından beri BP’nin
çıkarları İngiliz devletinin çıkarlarına bağlıydı. Petrol işinden elde edilen
kârlar arttıkça, İngiliz devleti daha da zenginleşti. Aynı zamanda petrol,
Britanya’nın emperyalist militarizasyonunu ve sömürgeci girişimlerini
körüklemek ve karşılığında militarist saldırganlık dünya çapında petrol
rezervlerini güvence altına almak için kullanılıyordu.
BP Ortadoğu’daki faaliyetlerini genişlettikçe, İngiliz
sömürgeciliğine karşı muhalefet de büyüdü. 1953 yılında ABD ve İngiltere,
APOC’u millileştirmek isteyen İran’ın demokratik yollarla seçilmiş Başbakanı
Muhammed Musaddık’ı görevden almak için bir darbe düzenlediler.
1953 darbesi ve ardından Muhammed Rıza Pehlevi’nin
iktidarını pekiştirmesi, BP’nin 1979 Devrimi’ne kadar İran petrolünün yüzde
40’ını güvence altına almasıyla sonuçlandı. Bu dönemde Şah bölgedeki İngiliz
emperyal çıkarlarını hayata geçirerek Arap ve İranlıların anti emperyalist
kurtuluş mücadelelerini baltaladı.
BP’nin İngiliz endüstriyel gelişimindeki içsel rolü, İngiliz
yaşam standartlarının Huzistan’dan çıkarılan “ucuz İran petrolüne” nasıl
dayandığını göstermektedir. Bu petrol otobüslere, arabalara ve fabrikalara
yakıt olarak kullanılırken, aynı zamanda Britanya’nın Güney Afrika, Filistin,
İrlanda, Kenya ve Kıbrıs gibi sömürgelerindeki vahşi emperyal yönetimini de
sürdürmesini sağlıyordu.
Yüzyılın ikinci yarısında, BP sonunda tamamen
özelleştirilmiş bir şirket haline gelmesine rağmen devlet ve şirket arasındaki
yakın ilişki güçlü kalmaya devam etti. BTC boru hattı projesinin hayata
geçirilmesinde İngiliz ve ABD devletlerinin ağırlığı muazzamdı. BP, Sovyetler
Birliği’nin 1991’de çöküşünün ardından bu an için yapılan hazırlıklardan
yararlanmak için hiç vakit kaybetmedi. Şirket, küresel kapitalist bir pazara
doğru ilerleyen, geçiş sürecindeki bir ulus olan yeni bağımsız Azerbaycan
üzerindeki hakimiyetini güçlendirmek için hızla harekete geçti.
Margaret Thatcher, 1992 yılında BP’nin talebi üzerine
Azerbaycan’ı ziyaret ederek bu yeni kurulan devlet ile İngiltere arasındaki
bağları güçlendirdi. Eski BP CEO’su John Browne’un belirttiği gibi, “Sovyet
sonrası ülkelerde hükümetten hükümete anlaşmaları anlamak ve kabul etmek daha
kolay olduğu için İngiltere hükümetiyle yakın ilişkiler içinde olmak bizim için
çok önemliydi.” İngiltere’nin bir projeyi ya da potansiyel bir anlaşmayı devlet
olarak desteklemesi BP’nin en iyi şekilde yararlanabileceği bir başka müzakere
taktiğiydi.
ABD’nin Orta Asya bölgesinde varlığını hissettirmek için
agresif bir şekilde bastırması, 1998 yılında hükümet temsilcileri ve CIA’in de
dahil olduğu ABD “Hazar Enerjisi Koordinasyon Grubu”nun kurulmasıyla
sonuçlandı. Bu grup her üç haftada bir toplanarak “hem petrol şirketlerini hem
de Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye hükümetlerini ABD’nin talep ettiği boru
hattını inşa etmeye zorlamak için” gereken kısa vadeli stratejik planları
ayrıntılandırdı.
İngiltere ve ABD’nin hem boru hattı projesinin stratejik
yönünü kendi lehlerine etkileme hem de Azerbaycan’ı Rusya ve İran’ın
oluşturduğu tehditleri gözetleyen bir kukla devlet haline getirme kararlılığı,
özel şirketlerin ABD ve İngiltere’nin emperyal çıkarlarına uyum sağlama (ve
bunları şekillendirme) geleneği içinde yer almaktadır. Bu jeopolitik gerçeklik,
bugün gördüğümüz bağlamın arka planını oluşturuyor: Batı çıkarlarına sıkı
sıkıya bağlı olan Azerbaycan, bölgedeki bir başka emperyal ileri karakol olan
İsrail tarafından işlenen bir soykırımı körüklüyor.
Yüzyılın anlaşması: Ulusötesi bir boru hattının temelleri
BTC boru hattının İsrail’e ham petrol tedarik etmesinde rol
oynayan çıkarları anlamak için 1990’larda Azerbaycan ve BP arasında yapılan
anlaşmaları anlamak önemlidir. Bu belgeler BP’nin Küresel Güney’deki ‘egemen’
uluslar üzerindeki hakimiyetinin devamını sağlamıştır.
BTC boru hattının temel anlaşması, 1994 yılında Azerbaycan
hükümeti ile Batılı enerji şirketleri arasında imzalanan 7.4 milyar dolarlık
“Yüzyılın Anlaşması” idi. Anlaşmanın gösterişli ismi, değerini ve ortaya
çıkardığı gelişmelerin ölçeğini yansıtmak için anlaşmaya dahil olanlar
tarafından kasıtlı olarak benimsenmiştir.
Sözleşme, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki üç büyük petrol
sahasının (topluca ACG petrol sahaları olarak bilinir) SOCAR (Azerbaycan
Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi) tarafından, uluslararası enerji
şirketlerinin büyük desteğiyle nasıl geliştirileceğini detaylandırıyordu.
Petrol sahalarından üretilen hidrokarbonlar daha sonra kâr amacıyla
satılacaktı. Başlangıçta kârın çoğu bu sistemleri inşa eden uluslararası enerji
şirketlerine gidecek, böylece geliştirme maliyetlerini geri kazanabilecek ve
kendi marjlarını maksimize edebileceklerdi.
Sözleşme Azerbaycan’ı altı ülkeyi temsil eden 11 yabancı
enerji şirketinden oluşan bir konsorsiyuma bağladı: ABD, İngiltere, Rusya,
Norveç, Türkiye ve Suudi Arabistan. SOCAR’ın yabancı enerji şirketleriyle
kurduğu ortaklık, petrol projesinin uygulanmasını denetlemekten sorumlu olan
AIOC’nin (Azerbaycan Uluslararası İşletme Şirketi) kurulmasıyla resmiyet
kazandı.
BP, 1998 yılına gelindiğinde AIOC’nin %30,37’lik kontrol
hissesine sahipti ve ACG platformlarının işletmecisiydi. BP’nin Azerbaycan,
Türkiye ve Gürcistan’daki operasyonlarından sorumlu bölge başkanı aynı zamanda
AIOC’nin de başkanıdır.
BTC boru hattı şu anda üç ülkeden geçmektedir: Azerbaycan,
Gürcistan ve Türkiye. Bu, BP liderliğindeki enerji konsorsiyumunun her bir
ülkeyle özel hukuk sözleşmeleri yapmasının ardından mümkün olmuştur.
Her bir sözleşme, BP’nin anlaşmalı olduğu bir Amerikan hukuk
firması olan Baker Botts tarafından hazırlanmıştır. Baker Botts her şeyden önce
petrolün serbest dolaşımına öncelik verdi ve bir dizi “istikrar maddesi”
aracılığıyla Hazar Denizi petrolünün gelecekteki kullanımını 40 yıllık bir süre
için taşınmaz, yasal bir gerçek olarak güvence altına aldı. Bu maddeler
özellikle hissedarları, BP’nin ve bu işten büyük kazanç sağlayanların bağımlı
olduğu üç ülkede çok gerekli olan istikrarı değiştirebilecek herhangi bir iç
siyasi değişiklikten veya diğer potansiyel olumsuz olaylardan korumak için
tasarlanmıştır.
Bu anlaşmaların önemi küçümsenemez. BP’nin şartları hâlâ
halk sağlığı, arazi edinimi, vergi, çevre düzenlemeleri ve boru hattının
güvenliği konularında yerel yasaları geçersiz kılmaktadır. Her ülkenin siyasi
egemenliğinin erozyona uğraması, BP’nin sömürgeci geçmişinin bir belirtisidir;
sektördekiler “BP’nin Azerbaycan’ı” olarak adlandırmaktadır. Bu etiket özel ve
devlet aktörleri arasındaki etkileşimi ortaya koymaktadır.
Petrol ticareti ve dünya çapında genişleyen enerji tedarik
zincirleri genellikle kasıtlı olarak parçalara ayrılmış ve gizlenmiştir.
Analizimizi BP liderliğindeki enerji konsorsiyumu tarafından güvence altına
alınan anlaşmalara dayandırarak, İsrail’in Filistinlilere yönelik devam eden
soykırımını sürdürmek için dayandığı kilit altyapının arkasında kimlerin
olduğunu açıkça ortaya koyabiliriz.
BTC boru hattının takibi
Londra’daki genel merkezinden 5000 kilometre uzakta faaliyet
gösteren BP, Hazar Denizi’ndeki petrol çıkarma işleminden petrolün ulusötesi
bölgelere taşınmasına kadar, siyonist soykırıma ham petrol tedarik zincirinin
her aşamasında yer alıyor.
-Tedarik zinciri, Azerbaycan’ın başkenti Bakü açıklarında,
Hazar Denizi’ndeki ACG petrol sahalarında başlıyor. Azerbaycan’ın en geniş
petrol rezervlerini barındıran bu sahalar BTC boru hattının hammadde kaynağını
oluşturuyor. Azerbaycan karasuları içinde yer alan petrol sahaları BP’nin
İngiltere menşeili bir yan şirketi tarafından işletiliyor.
-ACG sahalarından gelen ham petrol daha sonra denizaltı boru
hatlarıyla Bakü yakınlarındaki Sangaçal terminaline aktarılıyor. Burada
petrolün teslimi ve depolanması yapılıyor. BTC boru hattının ilk durağı olan bu
terminal, Azeri petrolünü (ticari adıyla Azeri Light ya da Azeri ham petrolü)
dünya pazarına ulaşmasını sağlıyor. Sangaçal terminalinin çoğunluk hissesi
BP’ye ait ve yine BP tarafından işletiliyor.
-1769 kilometre uzunluğundaki BTC boru hattı Azerbaycan,
Gürcistan ve Türkiye uluslararası sınırlarından geçiyor. Fazlasıyla
askerileştirilmiş bir güzergahı izleyen BTC boru hattı, Kürt topraklarını
kesiyor ve geçtiği köyleri tahrip ediyor.
-Boru hattı Türkiye’nin Ceyhan limanında son buluyor. BTC
boru hattının Türkiye ayağı, Türkiye devletinin petrol firması olan BOTAŞ
tarafından işletiliyor ve tedarik zinciri karadan denize doğru ilerliyor.
-Söz konusu petrol, nakliye güzergahları boyunca tankerlerle
taşınıyor. Denizaşırı petrol transferi için çeşitli petrol ve nakliye
şirketleriyle sözleşmeler yapılıyor. Ekim 2023’ten bu yana Ceyhan’dan İsrail’e
petrol taşımak üzere gemi kiralayan ve çoğunluğu İsviçre merkezli olan
şirketler şunlardır: Oilmar (BAE), Petraco (İsviçre), SOCAR (Azerbaycan), Vitol
(İsviçre) ve Glencore (İsviçre).
-Petrol yüklü gemiler son durak olarak İsrail’in Aşkelon,
Aşdod ve Hayfa limanlarına ulaşarak işgal altındaki Filistin topraklarına demir
atıyor. Gazze’nin sadece 19 kilometre kuzeyinde bulunan ve Azeri BTC ham
petrolünün başlıca varış noktası olan Aşkelon limanı, Filistin direnişinin sık
sık gerçekleştirdiği füze saldırıları nedeniyle Ekim 2023’ten sonra aylarca
hizmet dışı kaldı.
Türkiye’nin açık deniz ticaret yolu İsrail’in petrol
tedariki için hayati önem taşıyor. Bu ticaretin kesintiye uğraması, karasal
jeopolitik konumu nedeniyle tamamen deniz ithalatına bağlı olan İsrail için
varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Siyonist yayılmacı projenin komşu ülkelerin
egemenliğine karşı yarattığı tehdit, yakıt tedarikini doğrudan kara yoluyla
sağlayan boru hatlarının bulunmadığı anlamına geliyor. Yemen gibi ülkelerin
ustalıkla yararlandığı bu durum ciddi bir jeopolitik zayıflığa işaret ediyor.
Kızıldeniz’deki ulusal deniz sınırları üzerinde donanma
kontrolü sağlayan Yemen, İsrail’in güneyindeki Eilat limanına petrol
sevkiyatını sekteye uğratmayı başardı. Bu liman, Yemen’in Ensarullah ablukası
nedeniyle şu anda iflas etmiş durumda.
Emperyalist bir karakol olan İsrail, Batı emperyalizminin
işbirlikçisi rejimlerle kurduğu ilişkilere güveniyor. İsrail 1961’de Arap
dünyasını kuşatma girişimiyle İran, Etiyopya ve Türkiye gibi Arap olmayan
devletlerle güçlü ittifaklar geliştirdi. Azerbaycan’ın İsrail ile olan yakın
ilişkisi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu ilişkinin faydaları karşılıklı:
Azerbaycan İsrail’e petrol sağlarken, İsrail Ermenistan’ı işgal etmek üzere
askeri cephaneliğinin yaklaşık yüzde 70’ini Azerbaycan’a aktardı. Petrol ve
militarizm, emperyalist devletlerin mülksüzleştirme ve etnik temizlik
pratiklerini kolaylaştırmak üzere kol kola ilerliyor.
Sömürgeci soykırıma giden boru hattı
Azeri ham petrolü Aşkelon’a ulaştıktan sonra Aşkelon-Hayfa
boru hattı üzerinden Aşdod rafinerisine taşınıyor. Bu petrol rafinerisinin
sahibi olan Paz Oil şirketi, 2023 yılı 3. çeyrek raporunda “savaşın
başlamasından hemen sonra, IDF ve cephe hattındaki evlerinden tahliye
edilenlerin ihtiyaç duyduğu gıda, yakıt ve diğer ürünleri bağışlamaya
başladığını” açıkladı. Yani rafineri sadece İsrail ordusu için jet yakıtı
üretmekle kalmıyor, aynı zamanda soykırım faaliyetlerine yakıt “bağışlıyor”.
Rafineri raporları, üretimin yüzde 50’sinden fazlasının geniş çaplı askeri
kullanımları olan dizel ve naftadan oluştuğunu da ortaya çıkarıyor. Halihazırda
IDF ile jet yakıtı tedariki sözleşmesi bulunan rafinerinin açıklanmayan başka
yakıtların tedariki için de sözleşmeler yapması şaşırtıcı olmayacaktır.
Kanıtlar açıkça ortada: BP tarafından BTC boru hattı
aracılığıyla çıkarılıp taşınan Azerbaycan petrolü İsrail’de işleniyor ve
Gazze’de soykırımı sürdüren askeri güçlere jet yakıtı sağlıyor. Bu durum,
özellikle de Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) İsrail’in Gazze’de soykırım
işlediğini ilan eden Güney Afrika davası ışığında, BP’den SOCAR’a ve
Türkiye’deki resmi makamlara kadar tüm işbirlikçiler için ciddi sonuçlara sebep
olacaktır.
Azerbaycan ham petrolü İsrail ordusu tarafından kullanılıyor
olsa da yerleşimci sömürgeci bir askeri devlet söz konusu olduğunda sivil ve
askeri altyapı arasında net bir ayrım yapmak mümkün değil. İsrail orantısız
ölçüde büyük bir orduya sahip küçük bir ülke, dolayısıyla sivil ve askeri yakıt
tedarik zincirleri arasında ciddi bir örtüşme ve belirsizlik söz konusu. Paz
Oil’in 2024 yılı ilk çeyrek raporunu incelediğimizde, şirketin İsrail Hava
Kuvvetleri’ne ait jetlere yakıt ikmali sözleşmesi bulunan Havacılık Hizmetleri
iştirakinin, sivil yakıt ihtiyaçlarının yanı sıra “Ulaşım için Enerji” başlığı
altında da listelendiğini görüyoruz.
Yerleşimci sömürge projeleri tanımları ve işlevleri gereği
şiddet içeren askeri projelerdir, çünkü kuruluş ve devamlılıkları yerli halkın
güç ve baskı yoluyla sürülmesine ve tahakküm altına alınmasına bağlıdır.
Yerleşimci bir toplum askeri ve militarize bir toplumdur; bunun en bariz örneği
İsrailli yerleşimci nüfusun işgal güçlerine zorunlu olarak katılması ve
soykırım sırasında “sivil” benzin istasyonlarında yakıt ikmali yapan askeri
tankların yayılan görüntüleridir.
İsrail topraklarına ulaşan her bir damla petrol, Gazze’deki
soykırımın yakıtı olarak değerlendirilmeli. Soykırım, siyonizmin bir yan etkisi
ya da İsrail’deki aşırıcı siyasi akımların bir sonucu değil, 1948’den bu yana
devam eden Nekbe’nin kanıtladığı üzere, yerli nüfusun yok edilmesine dayanan
yerleşimci sömürgecilik türünün temel işlevidir.
Küresel iklim hareketi kapsamında odağımızın, yakıt
kaynakları ya da çıkarılma noktalarının ötesinde, yakıtın somut kullanımlarına
doğru kayması gerekiyor. İsrail’in enerji kullanımının incelenmesi Gazze’deki
soykırım ve doğa katliamıyla sınırlı kalmamalı. İsrail’i besleyen aktörler aynı
zamanda yayılmacı siyonist projeyi ve İsrail’in bombaları ve askeri işgali
altında kalan Lübnan ve Suriye gibi komşu ülkelerin egemenlik alanlarına
yönelik saldırılarını da besliyor.
Dolayısıyla BP’nin İngiltere topraklarında tasarlayıp
işlettiği petrol boru hatlarının soykırıma hizmet ettiğini görmezden gelemeyiz.
BP sorumludur, BP suçludur. BP, soykırımcı siyonist yapıya
yakıt tedarik etmeyi durdurmaya zorlanmalıdır. BTC boru hattının tedarik
zinciri Azerbaycan’da başlarken, BP’nin tüm faaliyetleri sözde İngiliz halkının
rızası ve desteğiyle yürütülmektedir.
Meşruiyet inşa etmek: BP’nin siyasal lobiciliği ve
kamusal faaliyet ruhsatı
BTC boru hattı aracılığıyla Azerbaycan’dan İsrail’e uzanan
tedarik zincirini ve BP petrolünün İsrail’e deniz yoluyla sevkiyatını takip
ettiğimizde, siyasal lobiciliğin ve BP’nin sahip olduğu kamusal lisansların da
bu tedarik zincirinin ayrılmaz parçaları olduğunu görüyoruz. Declassified
tarafından araştırıldığı üzere BP’nin Irak, Nijerya, Venezuela ve Libya’yı
içerecek şekilde sahip olduğu en geniş çaplı petrol arama ruhsatları,
İngiltere’nin bu ülkelerdeki neo-kolonyal savaşlara sağladığı destek ve MI6 ile
yaptığı işbirliği sayesinde temin edilmiştir.
Buna bir örnek olarak MI6’nın, Azerbaycan cumhurbaşkanı ve
BTC boru hattının yapımını sağlayan Yüzyılın Anlaşması’nın yöneticisi Haydar
Aliyev’in iktidara gelmesini hızlandıran 1992 ve 1993 darbelerinin arkasında
olduğu raporlandı. MI6’nın eski başkanı Sir John Sawers’ın 2015-2022 arasında
BP’nin yönetim kurulunda görev yaptığı da biliniyor.
Sawers’ın göreve atandığının açıklanmasıyla birlikte BP’nin,
İngiltere’nin Irak’taki eski özel temsilcisinin istihbarat ve diplomasi
deneyimine güvendiği anlaşılmış oldu, BP ile İngiltere müesses nizamı
arasındaki geniş çaplı temas iyice pekişti.
Yakın dönemde BP, eski ve mevcut İngiliz milletvekillerine
lobi yaparak milyon dolarlık anlaşmaları kamu denetiminden gizledi. Özellikle,
İsrail Dostu Muhafazakarlar Grubu’nun eski milletvekili ve parlamento başkanı
Stephen Crabb’a, Temmuz 2022’de BP tarafından Wimbledon biletleri verildiği
biliniyor. Bundan sadece beş ay sonra, Aralık 2022’de İsrail Gazze’deki
doğalgaz arama ruhsatları için ihale düzenledi. Crabb’in bu etkinliğe BP’nin
davetlisi olarak katılmasındaki amaç hakkında yalnızca spekülasyon yapabiliriz,
ancak bu durum BP ile İngiltere devlet yetkilileri arasındaki gizli ve yakın
ilişkileri ortaya koyuyor.
Petrol şirketlerinin hükümet yetkililerini ağırlamasının
olağan hale gelmesi, Tory veya İşçi Partisi fark etmeksizin, İngiltere’nin
siyaset kurumunun büyük şirketlerin cazip, yozlaşmış ve gizli lobi
faaliyetlerine ne denli açık olduğunu gösteriyor.
BP, Westminster koridorlarının ötesinde kamusal faaliyet
ruhsatı aracılığıyla da günlük yaşamımıza nüfuz ederek toplum genelindeki
etkisini güçlendiriyor.
BP’nin kendi ifadesiyle bu kamusal ruhsat “insanların
ürünlerimizi satın almasını, iş ilanlarımıza başvurmasını, hisselerimize
yatırım yapmasını ya da kendi toplumlarındaki varlığımızı benimsemesini
sağlıyor.” Şirketlerinin iyilik için bir güç olduğu imajının yaygın bir şekilde
kabul görmesini sağlamak, BP’nin meşru bir işletme olarak formüle edilmesi
açısından hayati önem taşıyor.
Kamusal ruhsatların tedarik zincirinde risk yönetime dair
önemli rolünü gösteren olaylardan biri,
BP’nin 2010 yılında Meksika Körfezi’nde meydana gelen “Deepwater Horizon”
petrol sızıntısıydı. Bu patlamada bölge
halkı toplu kimyasal zehirlenmeye maruz kaldı, 11 işçi öldü ve denizaltı
yaşamına etkisi uzun yıllar sürecek hasarlar verildi. Başlangıç maliyetlerine
karşın BP’nin uzun vadeli borsa performansı herhangi bir zarar görmedi.
BP petrol sızıntısının hemen ardından meşruiyetini yeniden
inşa etmek ve kamusal ve siyasi ruhsatlarını geri kazanmak amacıyla “Meksika
Körfezi Araştırma Girişimi” başlıklı 10 yıllık bir araştırma ve toplumsal
katılım projesine sponsor oldu.
Bu girişim kapsamında BP tarafından seçilen biliminsanları,
BP’nin petrol çıkarma işlemlerini ‘işleyen bir toplum için gerekli’ olarak
değerlendirdiler ve yayınlarının topluma ulaşmasında kullanılan sunum sırasında
bir kez bile “iklim değişikliğinden” bahsetmediler. Bu durum, BP’nin kamuoyunu
şekillendirmek ve bizzat neden olduğu felaketleri kaçınılmaz kazalarmış gibi
sunmak üzere üniversitelere ve bilim insanlarına ne denli muhtaç olduğunu
gösteriyor.
Şirketler, kamusal ruhsatlarını küresel yayılma konusunda
sıklıkla kullanıyor ve basitçe devletlerin kirli işlerini yapmaktansa
imparatorluğun kilit oyuncularıymış gibi davranıyorlar. Hareketimizin,
imparatorluğun merkezinde konumlanan şirketleri de kapsayacak stratejilere
yönelmesi elzemdir.
Anaakım akademik ve ticari söylemlerde yakıt tedarik
zincirleri, jet yakıtının çıkarılmasından takibine ve limana yanaştığı noktaya
kadar fiziksel formlarıyla ele alınıyor. Bu bakış açısı, jet yakıtının ulaştığı
her yere baskı uygulamak konusunda gerekli olsa da, kamusal ruhsatın önemli
rolünü ihmal ediyor.
Kamusal ruhsatlanma yoluyla inşa edilen rıza, tedarik
zincirinin her bir parçasında mevcut bulunuyor. Üniversite bursları ve kariyer
fuarları, BP’ye petrol çıkarma noktasında petrol ve boru hattı mühendisleri
olarak çalışacak genç lisans öğrencileri yetiştirirken, sanat, müze ve spor
sponsorlukları da BP’nin sondaj izinleri konusunda yabancı hükümetlere göz
kırpmasını mümkün kılan bir oyun alanı halinde işliyor. Soykırımın beslendiği
imparatorluk merkezindeki kamusal ruhsatları hedef almak, rızamızı tedarik
zincirinin tüm noktalarından geri çekmemizi sağlayacaktır.
Tabandan adil bir geçiş
Kasım 2024’te, tüm dünyadan liderler her yıl düzenlenen
iklim zirvesi COP29’un 29. tekrarı için Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de
toplanıyorlar. Tahmin edileceği üzere Batı medyasının manşetlerinde yer alacak
bu göstermelik iklim görüşmeleri, daha şimdiden “zengin küresel kuzey ile
yoksul küresel güney arasında bir köprü” olarak çerçevelenmeye başlandı. Bu
etkinliğin onlarca yıl boyunca hazırlandığını gayet iyi biliyoruz.
COP29 zirvesi, “Yüzyılın Anlaşması”, BP’nin etkin katılımı
ya da ABD’nin BTC boru hattı aracılığıyla kendi çıkarlarını gerçekleştirme
yönündeki agresif baskısı olmaksızın gerçekleşemezdi.
COP29’u yönetecek olan Azerbaycan Enerji Bakanı’nın siyaset
tecrübesinden çok SOCAR bünyesinde çalışma tecrübesi olması da manidardır.
Ayrıca, Irak’taki yolsuzlukları nedeniyle BP’ye “Blair Petroleum” lakabının
takılmasına sebep olan savaş suçlusu ve eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in
de iklim zirvesinin yönetimine katkıda bulunmak istemesi hiç şaşırtıcı değil.
COP29’un Bakü’de, ülkenin petrol ve gaz endüstrisinin daha
da genişlemesinin eşiğinde olduğu bir zamanda gerçekleşecek olması da tesadüf
değil. BAE’nin COP28’de yaptığı gibi, ev sahibi ülke de bu başarısız kurumu
yeni fosil yakıt anlaşmaları imzalamak üzere ilişkileri güçlendirmek için bir
fırsat olarak kullanacaktır. Azerbaycan ve BP’nin enerji çıkarma planları
konusunda herhangi bir duraklama söz konusu değil.
Aksine, petrol çıkarma anlaşmaları 2017 senesinde, 2049’da
sona erecek şekilde uzatıldı. Zaten devasa olan bu enerji projesine milyarlarca
dolarlık yatırım akmaya devam ediyor. Devam eden bu işbirliği İsrail’e de
uzanıyor; zira BP ve SOCAR’ın Kasım 2023’te İsrail açıklarında ortaklaşa bir
gaz keşif ruhsatını nasıl aldıklarını ancak bu bağlamda tam olarak
anlayabiliriz.
Bir kalkınma başarısı olarak müjdelenmesine rağmen BTC boru
hattı, kuruluşundan bu yana Kürt grupların ve Filistin dayanışması
aktivistlerinin direnişiyle karşı karşıya kaldı. SOCAR’ın Türkiye’deki
ofislerinin önünde protesto kampanyaları düzenleyen Filistin İçin Bin Genç, BTC
boru hattı operasyonlarını birçok kez kesintiye uğratmayı başardı. Filistin
için Enerji Ambargosu olarak biz de İngiltere’de BP’nin ticari ortaklıklar
yoluyla elde ettiği kamusal ruhsatı hedef alan kitlesel eylemler düzenledik ve tabandan
başlayan bir enerji ambargosu için baskı yapmak üzere öğrenci, işçi ve iklim
hareketleriyle ortaklaşa çalıştık.
Boru hattı ile Filistin arasında kurduğumuz bağlantı
yalnızca tedarik zinciri mekaniğinin bir sonucu değil. Ortadoğu ve Hazar
Bölgesi dünya petrolünün yaklaşık yüzde 40’ının üretiminden sorumlu. Fosil
yakıt akışını güvence altına almak ve sermaye birikimini korumak üzere tarihsel
olarak karşı-devrimci bir rol oynayan İsrail, bölgedeki Batılı emperyalist
çıkarların temel yapı taşı olarak varlığını sürdürüyor.
Dolayısıyla siyonizmin ortadan kaldırılması, sonsuz sermaye
birikimi adına fosil yakıt çıkarılmasına dayanan bir sistemin de ortadan
kaldırılmasının ön koşuludur.
Fosil yakıtların da ötesinde, İsrail’in işgal altındaki
Filistin’de yenilenebilir enerji üretimi üzerindeki kontrolünü genişletmek
amacıyla yeşil geçiş politikalarına yöneldiğini görüyoruz. Özgür bir Filistin,
özgürleştirici iklim politikamızın merkezinde yer almalıdır çünkü adil bir
geçiş, yerleşimci-sömürgecilik ve kapitalist-emperyalizm mantığına aykırıdır.
Tedarik zincirini araştırarak, BP ve SOCAR’ın kamusal
ruhsatlarından, liman ve terminallerinden Azerbaycan’da yaklaşan COP’a ve BTC
boru hattının kendisine kadar kesinti noktalarını tespit ettik. Siyonist
soykırımın üzerinden neredeyse bir yıl geçerken, BP’nin tedarik zincirini her
adımda stratejik olarak koordine edebilecek ve kesintiye uğratabilecek örgütlü
bir hareket inşa etmenin gerekliliği hiç olmadığı kadar açık.
*Bu araştırma, Shado Mag ve Filistin için Enerji Ambargosu
grubunun dört aylık bir çalışmasının sonucudur. Filistin için Bin Genç
inisiyatifinden Ekin Tümer ve Bala Ulaş Ersay tarafından Türkçeye çevrilmiştir./
https://vesaire.org