İnsanlık ve Savaş

GİRİŞ: 04.07.2024 10:13      GÜNCELLEME: 04.07.2024 10:13
Rasthaber -  Bugünkü tanımıyla savaş, devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek, giriştikleri silahlı mücadele, silahlı çatışmadır.

İnsanlığın bilinen tarihi, 5000 yıl ötesine kadar uzanmaktadır.  İnsanlık, bilinen tarihi süreç içerisinde devamlı savaş halinde olmuştur. İnsanlar binlerce yıldır birbirini öldürmekte, birbirine yok etmek için harp silah ve araçları geliştirmektedir. En önemli buluşlar, hep insanın bir diğer insanı öldürmesi için kullanılmıştır.

İnsanlığın savaş tarihinde yenenler ganimet elde ettikleri, topraklarını genişlettikleri, esir/köle aldıkları için hep sevinmiş, yenilerler üzülmüştür. Yenenler, diğer bir savaşta yenilinceye kadar, bulundukları bölgede egemen olmuş, hükümranlık sürmüştür.

İnsanlığın birbirini boğazlamasına, öldürmesine yani savaşmasına neden olan etkenler nelerdir?

Bazılarına göre, savaşların asıl nedeni "korku"dur. İnsanın, diğer bir insandan, ailelerin diğer bir aileden, devletin bir diğer devletten  korkması, savaşın nedenlerindendir.

Savaşın bir diğer nedeni de, kıskançlıktır, aç gözlülüktür. İnsanlar, kendilerinde olmayan, ama başkalarında olan -giyim, kuşam, para, pul her ne ise- varlılara sahip olmak istemişlerdir.

Savaşta yenilen insanlar hiç bir zaman yenilgiyi hazmedememişlerdir. Çünkü yenilenler, insan ve toprak kaybının yanında, mal, eşya ve zenginliklerini de kaybetmişlerdir. Bazen yenilen taraf senelerce düşman bellediği karşı tarafa "tazminat" ödemek zorunda kalmıştır. Tazminatların ödenmesi, zaten yoksulluk içindeki bir milleti, daha da yoksulluğa sürüklemiştir.

İnsanlar üzerinde yaşadıkları toprakları zamanla yurt edinmiştir. Yurdun savunulması gereği, silahlı ordu kurulmasını zorunlu kılmıştır.

Toprak ilk günden bugüne, yer altı kaynaklarıyla birlikte, insanlar için vazgeçilmez bir değer, önemli bir doğal zenginliktir. Su ve hava da  en az toprak kadar değerlidir. Toprak, su ve hava olmadan insanın yaşaması olası değildir. O yüzden, suyu bol, havası temiz olan yeni topraklar kazanmak, zamanla kazanılan toprağı yetersiz bulup, başkaca insanlara yurt olan toprakları zorla ele geçirmek, savaşların önemli nedenlerinden olmuştur.

İlk çağlardan beri insanlar topluluk halinde yaşarlar. Bir insanın tek başına yaşaması söz konusu olamaz. Tek başına yaşayan insan kendisini koruyamaz. Gıdasını temin edemez. Giyim kuşamda zorlanır. Hayvandan farkı kalmaz. Ancak, tek başına yaşayamayan insanlar, bir araya gelince eninde sonunda kavga etmiş, kavgalar zamanla büyüyerek çatışmaya ve savaşa dönüşmüştür.

Tarih boyunca insanlar, düşman belledikleri diğer insanları öldürmek için, ortaklıklar, dostluklar ve giderek "ittifak"lar kurmuşlardır. İttifaklar, savaşın alanını ve boyutunu genişletmiştir. Sonuçta, yüz yıllarca süren ilkel savaş ortamı yerini modern silah sistemlerinin kullanıldığı, kara-deniz-hava harekat ortamlarında cereyan eden "üç boyutlu" savaş alanlarına terk etmek zorunda kalmıştır.  Günümüzde savaşların boyutu üç boyutlu olmaktan çıkmıştır.

Savaş, ilk çağlardan beri maddi ve manevi kuvveti gerektirmiştir. Her dönemde maddi ve manevi gücü olan, maddi ve manevi gücü zayıf olanları yenmiştir. O yüzden savaşan taraflar savaş alanlarına hep güçlü, kuvvetlileri, yani gençleri sürmüştür. Savaşa gidenler, törenlerle uğurlanmıştır. Savaşta ölenlere "kahraman" denmiştir. Alkışlarla veya dualarla toprağa gömülmüştür. Yiğitlik gösterenlere anıt  yaptırılmıştır. Ancak, her savaş alanı, çoğunlukla gençlerin mezarı olmuştur. Bazı zamanlar devam eden savaşlar yüzünden ölenlerin defin gereksinimi bile karşılanamamış, ölenler insan onuruna yakışmayacak şekilde topluca, toplu mezarlara gömülmüştür.

Savaşlar, bütün boyutlarıyla savaş alanlarında sonlanmamıştır. Savaşanlar birbirine kin beslemiş, yüzlerce, hatta binlerce yıl sürecek kin ve nefret tohumları savaş alanlarında ekilmiştir. Kin ve nefret, müteakip yıkımları ve can kayıplarını beraberinde getirmiştir. Tarihin hiç bir döneminde savaşın ve yıkımın olmadığı uzun bir devir yaşanmamıştır.

İnsanın aklı çoğunlukla düştükten sonra başına gelir. Düşen insan neden düştüğünü tarafsız bir gözle, duygularını katmadan sorguladığında, düşmesine neden olan etkenleri, varsa yaptığı hataları kolaylıkla anlar. Bir daha aynı yerden geçerken, aynı hataları yapmamaya özen gösterir. Bu, normal bir insan refleksidir. Düştükten sonra, düşmesine neden olan hataları incelemeyen insanlar ise, aynı hataları tekrarlayacaklarından, aynı noktadan her geçişlerinde yine düşerler. Vücutları yara alır. Düşme tehlikeli bir yerde olmuşsa, neticesi ölümdür. Bu değişmez bir kuraldır ve toplumlar için de geçerlidir. Toplumlar ve toplumu idare edenler, duygusallığı ve politik çıkar kaygılarını bir kenara bırakarak, geçmişteki hatalarından ders almalıdır.

Toplumların özü insandır. Toplum refleksi, doğrudan doğruya insan doğasıyla ilişkilidir. İyi ya da kötü, insanın özünde var olan duygular, topluma da bulaşır. II. Dünya Savaşı'na Almanları sürükleyen tek neden Hitler faktörü değildir. Hitler'i yetiştirip, büyüten, karar verici makamlara getiren Alman toplumunun kendisi de doğrudan sorumluluk sahibidir.

Kutsal kitaplarda savaş:

Savaş, kutsal kitaplarda da yer almıştır. Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a göre, İsrail oğulları sürekli olarak diğer uluslarla savaşmalıdır (Exodus 21:12, 15; 22:19; Leviticus 20:11).

Hıristiyanların kutsal kitabı İncil'e göre ise, günahkar insanların çok olduğu dünyamızda, savaş kaçınılmaz bir gerekliliktir. İncil'e göre günahkar insanların suçsuz, günahsız insanlara daha fazla kötülük yapması ancak savaşla önlenebilir. Bu noktada Hz.İsa'nın savaşı desteklemediğini söylemek doğru değildir. Savaş, günahkar olmanın bir sonucudur (Romans 3:10-18). Hıristiyanlar savaş arzusu içinde olmamalıdır (İncil, Romalılar 13:1-4; Peter 2:17). Hıristiyanların çoğuna göre II. Dünya Savaşı'nda Hitler mağlup edilmeseydi, daha milyonlarca suçsuz insan savaşta ölecekti. Yine Amerikan Sivil Savaşı olmasa idi, milyonlarca Afrika kökenli Amerikalı katledilecekti.

Kur'an-ı Kerim'de, Bakara Sûresi'nin 216. Ayetinde "Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı"..190. Ayetinde "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın."... 193. Ayetinde "Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır." emirleri yer almaktadır.

Aslında kutsal kitaplarda savaşa destek veren, savaşı emreden ayetlerin/emirlerin yanında, savaşa karşı olan, savaşı hoş görmeyen ayetler/emirler de  yer almaktadır. Bakara Suresi 191. Ayette "Onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir." buyrulmaktadır. İncil'de ise "Savaş zamanında yapacağımız en önemli şey, çatışmaların hızlı çözümüne, sivil kayıpların en az olmasına, askerlerimizin Tanrı tarafından korunmasına ve liderlerimize bilgelik vermesine dua etmektir (Filipililer 4:6-7)." Ancak, toprak kazanmak, sömürge elde etmek, daha fazla refah seviyesine ulaşmak hedeflerinin dışında, sadece kutsal kitapların emirleri ve savaşanlara vaat ettikleri bile insanları savaşa sevk etmeye yetmektedir. Belli ayetlere/emirlere göre hareket eden liderler ve onların yönettikleri toplumlar, bazen en olumsuz şartlarda bile savaşa neden olabilmişlerdir.

Savaşa kimler karar verir?

Tarih boyunca savaşa hep yönetenler, yani liderler karar vermiştir. Ancak her nedense çok az lider harp alanında görev yapmıştır. Hatta yönetenler harp alanının yakınına bile yaklaşmamıştır. Hep en geride, en emniyetli bölgelerde bulunmuşlardır. Esasen liderler, daima liderleri için canını vermeye hazır olan halk tarafından korunmuş, güvenlik altına alınmıştır. Liderlerden sonra savaşa en az katılan kesim ise, seçkinler sınıfını oluşturan zenginler olmuştur. Bunun sonucu olarak, savaşa karar veren olmasalar bile, tarih boyunca en büyük yıkıma uğrayanlar daima ve kaçınılmaz şekilde yoksul kesim, yani gariban diyebileceğimiz halk tabakası olmuştur. Bu, her türlü harbin (Genel Harp, Bölgesel Harp, Klasik Harp, Nükleer Harp, Kimyasal Harp, Gayri Nizami Harp vb.) değişmez kuralıdır.

İnsanlar, özel hayatlarında karşı karşıya kaldıkları sorunları korkmadan sorgulayabilmelidir. Benzer şekilde, yönetilenler, devletin geleceğini ilgilendiren konularda devlet yetkililerine detaylı soru sorabilmelidir. Devleti idare edenler de topluma karşı karşıya kalınan sorunun kaynağını, sorunun çözümü konusunda ne düşündüklerini doğru şekilde anlatmalıdır. Toplum kesimlerince tam ve ayrıntılı olarak bilinmeyen bir sorunun tamamı hiç bir zaman öğrenilemez. Sorun tam olarak öğrenilemediği sürece, iktidarlar, sorunun üzerine doğru şekilde ve halk desteğini arkalarına alarak gidemez. Bir milleti savaşa sürükleyen liderler, eninde sonunda halkına tarih önünde hesap vereceklerini bilmelidir. Çünkü, harbi başlatmaya karar vermek bizim elimizde olabilir. Ancak, harbin bitmesine asla biz -yani harbi başlatanlar- karar veremeyiz. Mademki savaşın bütün vebali halkın omuzlarına yüklenmektedir, iktidarlar, yani karar vericiler, savaşa neden karar verdikleri konusunda halka doğru ve net bilgiler vermelidir.


Ahmet Akın, NATO Uzmanı  

YORUMLAR

REKLAM