Gazze’de Trump planının kolluk gücü olmak

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı, işgal ve katliamlarının ilk dönemlerinde iktidar ve destekçileri tarafından düzenlenen mitinglerde Erdoğan, Gazze için “kutsal savaş” ilan etmiş ve ortağı Bahçeli de “Filistin için yola revan olmak”tan söz etmişti. İki yıl sonra bugün ülkedeki iktidar bloku, İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD Başkanı Trump’ın Gazze planı için askeri görev bekliyor! Saray rejimi ve medyası, İsrail’deki aşırı sağcı-siyonist güçlerin Türk askerinin Gazze’de görev almasına karşı çıkmasını köpürterek Trump planının askeri gücünde görev beklemeyi ‘siyasi bir başarı’ gibi sunmaya çalışıyor. Dahası Türkiye’nin Gazze ve Filistin halkının siyasi iradesini yok sayan bu planın garantörü ve uygulayıcısı olmasını eleştirenleri de İsrail destekçisi ilan etmekten de geri durmuyor!

ABD Başkanı Trump’ın Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte açıkladığı 20 maddelik Gazze planı, soykırımın durdurulması ve insani yardımların ulaştırılması karşılığında Gazze’de kendisinin başında bulunduğu bir kurul tarafından atanıp denetlenecek bir “yönetimin” oluşturulmasını amaçlıyor. Gazze’nin “Terörden arındırılması” amacıyla uluslararası istikrar gücü (ISF) oluşturulacak ve bu güçler tarafından “İstikrar sağlandığı oranda” İsrail ordusu işgal ettiği bölgelerden çekilecek. Daha önce Gazze’yi Ortadoğu’nun rivierası yapmaktan söz eden Trump’ın yeni planında “Gazze’nin ekonomik olarak kalkındırılması” adı altında uluslararası tekellerin yağmasına açılması da yer alıyor.

Trump’ın Gazze planı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığını meşrulaştıran ancak ABD’nin bölgesel çıkarlarının korunması için İsrail’in doğrudan işgalini gerektirmeyecek bir yönetim modeli kurulmasını hedefleyen bir plandır. Bu noktada Hamas’a destek verdikleri bilinen Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ve Katar’ın, ABD ve Mısır’la birlikte Trump planının ‘garantörleri’ arasında yer almasına da özel bir vurgu yapmak gerekiyor. Çünkü iki ülke yönetimlerinin bu plan kapsamında üstlendikleri rol, sıkça vurgulandığı gibi sadece Hamas’ın ikna edilmesiyle sınırlı değildir. Türkiye ve geçtiğimiz ay İsrail’in Doha’daki Hamas ofisine yönelik hava saldırısına uğrayan Katar, bölgede (Ortadoğu) ABD ekseninde yer alan güçler arasında İsrail’le iş birliğine en mesafeli iki ülke konumunda bulunuyor. Dolayısıyla bu iki ülkenin ‘garantörlük’ rolü, ABD’nin Filistin sorununu İsrail ile bölgedeki rejimler arasındaki iş birliğinin önünde bir engel olmaktan çıkarma politikasına hizmet ediyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail’i ziyaret ederek Netanyahu ile görüşen ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in, Trump planı için “İsrail açısından Ortadoğu’da daha geniş ittifakların önünü açabileceği” açıklamasını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Bilindiği gibi Trump, başkanlığının ilk döneminde 2020’de “yüzyılın anlaşması” adı altında Filistin devletinin kağıt üstünde (Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın işgal altında olmayan bölgeleriyle sınırlı, bölünmüş ve ordusu bile olmayan bir devletçik) tanınması karşılığında İsrail ve bölgedeki Arap rejimleri arasında iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan bir plan açıklamış; ardından BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan, İsrail ile iş birliğini öngören Abraham/İbrahim Anlaşmalarını imzalamıştı.

Trump, son açıkladığı Gazze planıyla “yüzyılın anlaşması” planını yeni koşullara göre güncelliyor. Bu nedenle İran’ın başını çektiği direniş ekseninin ciddi darbeler yediği, Suriye’deki Esad-Baas rejiminin düştüğü koşullara göre güncellenen planda kağıt üzerinde bile olsa bir Filistin devletine yer verilmiyor. Buna rağmen İsrail’deki aşırı sağcı-siyonist siyasi çevreler bu plana karşı çıkıyor.

Çünkü bu çevreler, direniş eksenine ciddi darbelerin vurulduğu koşullarda Filistin topraklarının tamamının işgal edilmesinin önünde bir engel kalmadığını savunuyorlar. ABD Başkan Yardımcısı Vance’in ziyareti sırasında İsrail parlamentosunda yapılan oylamada “Batı Şeria’nın ilhak edilmesi” tasarısının kabul edilmesi, bu aşırı sağcı çevrelerin İsrail siyasetindeki etkisini ortaya koyuyor.

Vance, ziyareti sırasında yapılan bu oylamayı “Aptalca bir siyasi numara” olarak tanımlıyor. Trump da Batı Şeria’nın işgal edilmesi planında ısrar edilmesi halinde İsrail’e desteğini çekme tehdidinde bulunuyor.

Peki, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ve geçtiğimiz günlerde Netanyahu’nun “Hiçbir Amerikan başkanı İsrail için daha fazlasını yapmadı” diyerek övdüğü Trump neden bu işgale karşı çıkıp İsrail’i tehdit ediyor?

Çünkü bu girişimler; ABD emperyalizminin İran’ı kuşatma ve Rusya-Çin’in bölgesel gücünü sınırlama, bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etme, İsrail ile diğer bölge rejimlerini kendi politik ekseninde bir araya getirerek Abraham/İbrahim Anlaşmalarına yeni ülkeleri dahil etme politikasının önünde bir engel oluşturuyor.

Tam bu noktada İsrail aşırı sağının Türkiye’nin Gazze’ye askeri güç göndermesi tartışmasıyla da bağlantılı olarak Trump planına karşı yaptıkları propaganda ve yaydıkları korkunun gerçekte nasıl bu planı meşrulaştırıcı ve uygulamasını kolaylaştırıcı bir rol oynadığına da dikkat çekmek gerekiyor.

Birinci olarak; İsrail’deki aşırı sağcıların karşı propagandası, Gazze ve Filistin’in siyasi iradesini yok sayan bu planın iki tarafın da (İsrail ve Filistin) çıkarlarını gözeten bir “barış planı” olarak lanse edilmesini kolaylaştırıyor.

İkinci olarak, İsrail içinden yükselen bu itirazlar Türkiye başta ABD iş birlikçisi rejimlerin Trump planının uygulanması konusunda üstlendikleri/üstlenecekleri rolleri Filistin halkının çıkarlarına gibi göstermelerine hizmet ediyor.

Türkiye’de Saray rejimi ve medyasının son günlerde İsrail aşırı sağının Türk/Osmanlı korkusunu köpürtmelerini ve bunu Gazze’ye olası askeri güç gönderimi (Bu konuda Türk askerinin Gazze’de görev üstlenmesini isteyen ABD ile buna itiraz eden İsrail arasında pazarlıklar devam ediyor) için bir propaganda malzemesi yapmasını bu gelişmelerin bir devamı olarak okumak gerekiyor.

Trump planı; Gazze’de İsrail’e karşı direnişi “terörizm” olarak gösteren, burada ABD’ye bağlı bir manda yönetimi kurmayı amaçlayan ve hiçbir şekilde eşit ve egemen bir Filistin devletine yer vermeyen bir plandır.

Eğer Trump planının; ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarının merkez üssü olan İsrail’e karşı bir plan olduğu iddia edilmeyecekse bu planın garantörü olmak, kolluk gücü olmaya soyunmak kimlerin çıkarlarına hizmet etmek anlamına gelmektedir?

Trump neden durmadan Erdoğan’a ve bu süreçte oynadığı “yapıcı role” övgüler yağdırıyor?

Açıktır ki, böylesine uğursuz bir role soyunmak ancak ve ancak bekasını ve temsil ettiği tekelci burjuva gericiliğin çıkarlarını ABD emperyalizmi ile iş birliğinde arayan bir rejimin işi olabilir.

Filistin ile dayanışma eylemlerinin bütün dünyaya yayıldığı ve İsrail’in giderek yalnızlaştığı bir dönemde Trump’ın planının ABD ve İsrail’in çıkarlarını korumayı amaçladığı ortadayken Saray rejimi ve medyasının Türkiye’nin bu plan kapsamında üstlendiği/üstleneceği rollere karşı çıkanları İsrail destekçiliği ile suçlaması, gerçeği ters yüz etme girişi olmanın ötesine gitmiyor. Bu nedenle bugün Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı temelinde kalıcı bir barışı savunmak, öncelikle iş birlikçi ülke gericiliğinin oynadığı bu uğursuz rolün teşhirinden ve ona karşı mücadeleden başlıyor.

EVRENSEL

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın