Gelişmeler Türkiye’nin istediği yönde değil!

ABD Başkanı Theodore Roosevelt; “ABD’nin her on senede bir yeni savaşa ihtiyacı var. Savaşlar ABD’nin hayat sigortasıdır. O savaşları dışarıda yaşamazsak kendi ülkemizde yaşamak zorunda kalacağız. Bu sebeple her savaşı selamlıyorum.” demişti. 14 prensibin sahibi, “büyük devrimci ve barış güvercini” olarak tedavüle sokulan ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson (1913-1921) ne demişti: “Yeni bir dünya düzenine ihtiyacımız var.” Peki, her on yılda bir ve bugün de yüksek sesle telaffuz edilen ‘yeni dünya düzeni’ nasıl olmalıydı? Wilson devam ediyor: “Bankalarımızın, şirketlerimizin dünya pazarlarına ihtiyacı var. Pazarlar bizim olmalı. Gümrük duvarları, ABD’nin sanayi, askeri ve tarım ürünleri önünde yıkılmalıdır. Buna ulaşmak için gerekirse askeri zor kullanmaktan çekinmemeliyiz.”

Şam (Suriye, Lübnan, Filistin), Anadolu, Irak ve Nil Deltası’nın (Mısır) ana kolonlarından biri Suriye’dir. Suriye, fay hattının merkezinde olan bir ülkedir. Bu hattın tetiklenmesi durumunda bölgede büyük bir depremin hâsıl olacağını tarih cahili olmayanlar bilir. Bu fay hattını kırabilecek, ortaya çıkan depremi yönetecek ve hâsıl olan devasa enerjiyi kullanabilecek olan kuvvetlerin başında gelen üst akıl, 15 Kasım 1999’da derslerle dolu bir itirafı dile getirdi. Eski ABD Başkanı Bill Clinton, 15 Kasım 1999’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne yaptığı tarihi konuşmada, şöyle demişti: “20. yüzyılda tamamlanmamış (eksik kalmış) projelerin 21. yüzyılda tamamlanabilmesi için Türkiye kritik önemde bir ülke. 20. yüzyılı anlamak için Türkiye kilit öneme sahip. Ama daha da önemlisi, 21. yüzyılın geleceğinde ve şekillendirmesinde Türkiye’nin kritik öneme sahip olacağına inanıyorum. Şu anda bölgede ve dünyada, gelecekleri önümüzdeki 25 yıl boyunca bu salonda alınacak kararlara bağlı milyarlarca insan var.”

ÇATIŞMA VE SAVAŞLARIN ANA SAHASI

Clinton, 1999’da yani 20. yüzyılın bitimine ramak kala, Türkiye’nin, 20. yüzyılda eksik kalan 21. yüzyılda gerçekleşmesini umdukları Büyük Amerika ve Büyük İsrail projelerinde kritik öneme ve kilit bir role sahip olacağını söylemişti. Clinton, üst-aklın hülyasını dolaysız ve amasız ifade etmişti; beynelmilel tekelci silah, finans, gıda, iletişim, ulaşım, petrol-gaz, yapay zeka, sürdürülebilir ve alternatif enerji, ilaç-vitamin, kozmetik, giyim, dijital sağlık, nadir elementler ve siber güvenlik alanlarında tekelci holding konumunda olanların rekabet, çatışma ve savaşların ana sahası, Bereketli Hilal Coğrafyası, yani Anadolu-Şam-Nil Deltası ve bu hilalin yıldızı konumunda olan başta Kıbrıs ve Doğu Akdeniz havzası olacaktır.

Bugün tekelci holdingler ve Siyonizm’in “halkların hukuku, demokrasisi, kendi kaderlerini tayin hakkı, radikal örgütlerle savaş, dünya barışını tehdit eden diktatörlerle savaş” söylemleri “hak söyler şer amaçlar” deyimine uygundur. Suriye halkının veya Kürt haklarının haklı taleplerinin değil beynelmilel tekelci holdinglerin (emperyalizm) ve siyasi siyonizmin nihai çıkarları ve amaçlarının tahakkuku için yapıldığını görüyorduk. Bu amaca giden yolda engel teşkil edenler, sorun çıkartanlar, görevlerini layıkıyla yerine getirmeyenler “tasfiye” edildi. İran, Lübnan, Filistin, Suriye ve hatta Rusya “takatsiz” bırakıldı. Esad’ın yerine muhalefetin “en kullanışlı”, “en sorunlu”, “en çok aranan”, “elleri en çok kana bulanmış olan” ve “amaca giden yolda en mubah” El-Kaide, DEAŞ, El-Nusra, HTŞ kırması şahsiyetleri iktidar yaptılar.

PROJE ‘BÜYÜK İSRAİL’ İÇİN

Devleti, orduyu, bürokrasiyi ve Esad’a karşı mücadele eden, savaşan, destek veren vermeyen herkesi tasfiye ettiler. Amaçları “Yeniden Büyük Amerika”, “Yeniden Büyük İsrail” olanlar ve sahadaki işbirlikçileri, bu örgüt mensuplarının radikal mezhepçi, nefret söylem ve eylemleriyle, kendileri dışında kalan özellikle Alevi, Şii, Mesihi, Dürzi Arabi, Süryani ve Kürtlerin düşmanları olduklarını ve katliamların hasıl olacağını biliyorlardı. Bilerek, isteyerek yol verdiler. Arkalarında bu devasa gücü bulanlar, meşruiyetleri ve varlıklarını borçlu oldukları silah, finans ve ekonomik destek için lazım olan efendilerinin sessizliğinin ve hatta onayının hangi amaçla olduğunu göremediler. Yahut aslında bu amaç için seçilmişler ve büyük devletlerin projelerinde bu görevi ifa ediyorlardı. Bu proje savaşı ilk lahzasından itibaren “Büyük Amerika” ve “Büyük İsrail” içindi. Dürzistan ve özellikle Kürdistan bu hedefte en önemli iki plandı.

Türkiye’de bir kesim Büyük Amerika’nın yanında yeni Büyük Osmanlı hayalleri kuruyor, “Suriye’yi bölgeyi birlikte tanzim ederiz.” diye arzu ediyor olabilir. Trump cephesinde Büyük Amerika uçağının iki kanadı olarak Türkiye ve İsrail’i görmek isteyenler de var. Ama ve lakin Büyük Amerika’nın son merhalede seçimi ancak Büyük İsrail’dir. Bereketli Hilal Coğrafyası’ndaki askeri yığınağa, ekonomik cepheleşmeye ve siyasi birlikteliklere baktığımızda Büyük Amerika ve Büyük İsrail’in patronları Türkiye’nin bu projelerin hayata geçmesinde kilit ve etkin rol üstlenmesini, bu cepheye karşı çıkacak olanlara karşı görev üstlenmesini ve alacağı küçük payla yetinmesini istemektedir. Kaçınılmaz olarak tanzim ettikleri bölgemiz ve Suriye’de kurdukları “Kürdistan”ın Türkiye tarafından kabul edilmesini beklemektedir.

BÜYÜK YANILGI

Türkiye, Ahmed Şara yönetimiyle kurduğu ilişkilerle Suriye’nin toprak bütünlüğü, birliği ve dirliğini sağlayabileceğini, etnik ve mezhepsel bölünmeyi önleyebileceğini sanıyorsa ve buna yatırım yapıyorsa büyük bir yanılgı içindedir. Hükûmetin PKK ile yürüttüğü çözüm sürecinin bir benzerinin Ahmed Şara-Mazlum Abdi arasında sağlanabileceğine güveniyorsa hatalıdır. Zira pazartesi günü ABD askeri Cooper ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack gözetiminde yapılan, Ahmed Şara ve SDG Lideri Mazlum Abdi tarafından “kabul ve onay” gören mutabakat, Suriye’de işlerin Türkiye’nin istediği gibi gitmediğine örnek en bariz gelişmedir.

Anlaşmalar, SDG’nin Suriye Ordusu’na entegre edilmesini, SDG’den üç tümen ve birkaç askeri tugayın Haseke, Rakka ve Deyrezor’a dağıtılmasını öngörmüş. Dikkat ediniz bu tümenler SDG/YPG’nin kontrolünde olan bölgelerde görev ifa edecekler. Zaten oradalar. İç güvenlik güçleri (Asayiş) de Suriye İçişleri Bakanlığına bağlı iç güvenlik güçlerine entegre edilecek. Birleşme sürecinin tamamlanmasıyla birlikte artık SDG veya Asayiş adında bir güç kalmayacak. Bu güçler, Suriye Hükûmeti tarafından akredite edilen askeri tümenlerin ve güvenlik güçlerinin isimlerini taşıyacak. SDG, Suriye’nin kuzey ve doğu bölgelerindeki tümen ve güvenlik güçlerinde liderlik pozisyonlarını koruyacak.

SURİYE’NİN SEVR’İ

Anlamı; statükoda değişen tek şey isimleri olacak. Görev mahalli değişmeyecek ve emirlerini Mazlum Abdi’den yani ABD’den alacaklar. Suriye Hükûmeti, bölge sakinleri olmaları koşuluyla yetkilileri mutabakatla atayacaktır. Yani eğitim, bürokrasi, sanayi, ekonomi, bankalar ve benzeri kuruluşlar ile valiler, kaymakamlar, genel müdürler, istihbarat şefleri, müdürlerin kim olduklarına Mazlum Abdi yani ABD’nin onayı gerekecek. Bu mutabakatı, Gazze Barışı gibi bayram havasında propaganda edenler var. Bu mutabakat Osmanlı’nın Sevr’i gibi, Gazze’nin Sevr’i gibi Suriye’nin Sevr’idir. Ahmed Şara yönetimi sayesinde Suriye’nin güney bölgesinin İsrail’in nüfuz alanına girmesi gibi, Fırat’ın kuzey ve doğusu ABD’ye bırakılmış, bölgede SDG/ YPG’nin meşru ve antlaşmayla idare ettiği, “önce özerk ardından egemen bir devletin temelleri atılmıştır.”

Büyük Amerika, Büyük İsrail için işgal edilen, talan edilen ve taksim edilen Bereketli Hilal Coğrafyası’nın makus talihi ve tarihini tersyüz edecek elde kalan çözüm anahtarı, Suriye sahil bölgesine siyasi, ekonomik, sosyal ve silahlı müdahaledir. Suriye sahiline kama gibi girerek tüm oyunları ve projeleri boşa çıkarmaktır. Doğu Akdeniz ve Lübnan’da (sahil bölgesinin sınır hattı olması hasebiyle) yeni bir savunma hattı inşa etmektir. Bu hat aynı zamanda Kıbrıs, Hatay ve Doğu Akdeniz coğrafyası için planlanan oyunu da bozacaktır. Bir bilge insanın tespitlerine kulak verelim: “Türkiye, başta CIA’nın, İsrail ve Batı istihbarat örgütlerinin merkezidir. Ülkenizin her sektöründeler. Özellikle dini tarikatlar ve sivil toplum kuruluşlarına dikkat ediniz. NATO’dan çıkmaz ve para ilişkilerini kontrol altına almazsanız ikinci bir Atatürk’e muhtaç kalabilirsiniz. Amerika halkı da İsrail halkı da başlarındaki bu çürüklerden kurtulamazsa sadece dünyanın değil ABD ve İsrail’in de felaketi olacaklar.”

aydınlık

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın