Haklılık İmtihanı

İnsanlar haklı olduklarını düşündüklerinde ya da gerçekten haklı olduklarında acımasızlaşabilirler. Haklılık duygusu insanı öfkelendirebilir. Haklılık duygusu insana kibir verebilir. Haklılık duygusu bizi zalim yapabilir, müfrit yapabilir. Haklılık duygusu/durumu bizim çetin bir imtihanımız olabilir. Haklılık durumu, ironik bir şekilde, içinden haksızlıklar çıkarabilir.

İnsan bir kere karşısındakini haksız, kendini haklı gördü mü, bu “görüş” yapacağı/söyleyeceği her şeye “meşruiyet” kazandırabilir. Haklılığın içinde sessizce bir fanatizm büyür; radikallik haklılık duygusundan beslenir. Mazlumu, kimi zaman hiç hissettirmeden, zalimleştirebilir.

Haklılık duygusu; insanın kendini haklı “görüşü” kişiyi başka her şeye karşı körleştirebilir. Kendi haklılığına odaklanan birisinin başkasının hakkını görmemesi, başkasının hakkını ihmal etmesi kuvvetle muhtemeldir.

Haklılığını adalet ve merhamet terazisinde tartarak savaşan Hz. Ali’nin, savaşı kazandıracak da olsa Sıffin’de suyu kesmemesi bu yüzdendir. Yüzüne tüküren kafire karşı havada kolunu öylece tutan da budur. “Hilafet senin hakkın, kıyam et sana destek olayım” diyen Ebu Süfyan’a yüz vermemesi de bu sebepledir.

Haksızlığa uğramış insan, kendine merhamet eder, haksızlık yapana öfke duyar. Adaletin dizginlemediği merhamet, iltimas ve torpil; adaletin dizginlemediği öfke, vahşet ve aşırılık doğurur. İnsan bir kere öfkelendi mi, öfkesini azaltacak şeyler duymak istemez. Öfke “körük” ister, “su” istemez. İnsan bir kere merhamet etti mi, kendini bir zulmü savunurken bulabilir.

***

Son yıllarda yaşadıklarımız, en çetin imtihanımızın “haklılık imtihanı” olduğunu göstermiyor mu? İnsanlar savundukları bir düşüncenin haklı olduğunu söylemeye görsünler, artık bütün enerjilerini “biz haklıyız”ı savunmak için harcamıyorlar mı? Her şeyi ama her şeyi kendi haklılığımıza hizmet etmesi için kullanmıyor muyuz?

Kur’an’ı, sireti, tarihi, mantığı, bilimi, ilimi… ne varsa her şey bizim haklılığımızı ispat etmek için hizmet etmeye başlıyor.  Her şey bizim haklılığımıza “hizmet” etmek için var oluyor. Ayetler “bana”, hadisler “bana”, rüyalar “bana”, facialar/felaketler “bana”, bilimsel veriler “bana”, işçiler “bana”, patronlar “bana”, köylüler “bana”, çevre “bana”… hizmet için var oluyor. Haklılık duygusu, bizi, her şeyi “haklılığımıza köle yapma” sonucuna kadar götürebiliyor.

Haklılık duygusu ‘hakkın kendisinden’ daha önemli hale gelebiliyor.

Hakikate teslim olacağımıza, her şeyi haklılığımıza teslim alabiliyoruz.

Hiçbir şey bizi haksız çıkarmıyor. Olan her şey bize “aldırma sen haklısın” demeye başlıyor. “Bir düşün, kendini sorgula” diyen olaylar, durumlar zaten “haklılık duygumuz” tarafından yok ediliyor.

Hz. Hüseyin’in oğlu Hz. Zeynelabidin (r) Allah’a şöyle yakarıyor:

Allah’ım, Senin için adayıp da gereği gibi yerine getiremediğim her adağım, verip de tutamadığım her sözüm, ahdedip de uyamadığım her va’dimden dolayı Sen’den bağışlanma diliyorum!

Kullarının bendeki hakları için de Sana yalvarıyorum ki, kullarından erkek olsun kadın olsun, hazır olsun gaip olsun, hayatta olsun ölmüş olsun herhangi birine, kendisi, şerefi, malı, ailesi ve çocuğu konusunda ettiğim bir haksızlıktan, ya da yaptığım bir gıybetten veya nefsimin heva ve hevesine uyarak, kabalık, tarafgirlik, riya veya grupçuluk sevkiyle herhangi bir saldırıda bulunup da hakkını iade etmekten aciz kalmış veya helalliğini almaya imkan bulamamışsam… Evet, ey tüm ihtiyaçları elinde bulunduran, her ihtiyacın meşietine boyun eğip iradesine süratle icabet ettiği Allah’ım, Hz. Muhammed ve O’nun ehl-i beytine salat eyle! Haksızlık ettiğim o kulunu dilediğin bir yolla benden razı et, kendi katından bana bir rahmet lütfen!

Gezi’deki Kriter

Gezi’ye İslami kesimin bakış açısı hakkında değerlendirilmesi gereken başka hususlar da olmakla birlikte ben bir noktanın altını çizmek istiyorum.

Çeşitli suçlamaların baskısı altında “Bakın biz de iktidara karşıyız” refleksiyle ya da sırf AK Parti ve iktidar karşıtlığı sebebiyle Gezi’yi okumanın sakıncaları üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bu bakış açısı Gezi’nin arkasında küresel planların olabileceği ihtimalini hiç hesaba katmıyor. Nasıl ki iktidar motivasyonuyla Gezi’yi okuyanların her şeyi bir “komplo”ya dayandırıp okuması yanlışsa; AK Parti öfkesinden, iktidar karşıtlığından, kişisel ve grupsal öfke ve hınçtan kaynaklanan değerlendirmeler de tersinden bir bağımlı okumadır. Gezinin yerel dayanaklarını görmemek yanlışsa, küresel dayanaklarını dikkate almamak ondan daha büyük bir yanlıştır. Yerel iktidara odaklanarak sürdürülen bir muhalifliğin, küresel iktidarın yanına düşme riskini de dikkate almamız gerekiyor. Asıl muhalefetin küresel iktidarın hesaplarına karşı durmak olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor.

Biz bugüne kadar küresel oyun kurucuların halkları ve hatta İslami kesimi ikna etmek için “haklılık” argümanına nasıl dayandıklarına şahit olduk. Küresel emperyalizmin ahlakı yoktur. Amaçlarına ulaşmak için her zaman “demokrasi” yalanına başvurmak zorunda değiller. Eğer asli düşmanlarına darbe vuruyorsa ve asli dostlarını tahkim ediyorsa, “işçi” “emek” “şehadet” “cihad” “alın teri” gibi kavramlara dayanarak yeni politikalar üretmekten yüksünmeyeceklerdir. Utanmadan öyle senaryolarla, öyle istatistiklerle, öyle dramlarla karşımıza çıkıyorlar ki, sanırsınız emekten yanalar, sanırsınız işçiden yanalar, sanırsınız ki mazlumdan, garibandan yanalar. Tarihin en büyük ekin ve nesil talanlarına ses çıkarmayan kimi uluslar arası kuruluşlar sanırsınız ki, çevreden yanalar; yoksulun, kimsesizin, çaresizlerin, çocukların, gençlerin, özgürlüğün, barışın yanındalar.

Hz. Ali’nin sözüyle bitirelim: “Onlar hakkı söylüyor ama batılı murad ediyorlar”

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın