İslam İnkılabı Bugün Daha Çok Güven Veriyor

Bismillah

İslam İnkılabı 10 Şubat 2013 tarihinde  34. Zafer yılını kutladı. İslam İnkılabının ilham aldığı kaynaklar,  temel ilkeleri, boyutları ve hedefleri konusunda şimdiye kadar çok şey söylendi ve bundan sonra da söylenecektir. Bu konuların her biri, üzerinde kitaplar yazılacak kadar derin ve geniş boyutlu hususlar olup bir köşe  yazısına sıkıştırmak mümkün değildir.

Ve yine İslam İnkılabı’nın geçirdiği evreler,  İran içinde, bölgede ve uluslararası arenada karşılaştığı engeller, kendisine  dayatılan iç ve dış savaşlar, yaptırımlar, baskılar ve aleyhinde sürdürülen medya savaşı da üzerinde ayrıca durulması gereken bir husustur ve bir yazıda anlatılması mümkün değildir.

İslam İnkılabı’nın zaferinden sonra İran halkının beklentilerinin ne kadar temin edildiği; temel özgürlükler ve haklar; ekonomik ve toplumsal  adalet,; kültürel, bilimsel ve teknolojik ilerlemeler konusu da ayrıca ele alınması gereken hususlar olup bu dalların da incelenmesi  bu köşe yazısına sığmaz.

Biz bu yazıda İslami  İran’ın ülke içinde halkına karşı ve  başta  komşuları olmak üzere bölgesel meselelerde izlediği strateji ve taktikler üzerinde durmak  ve İslam İnkılabı’nın  ilkeleri ve müslümanların maslahatına ne kadar bağlı kaldığı, bu dalda ne kadar başarı sağladığı  üzerinde durmak istiyoruz.

İran’daki gelişmeleri  İnkılabın zaferini takip eden dört yıl boyunca dışarıdan ve  otuz yıldan beri de  Tahran’da  halkın arasında yaşayarak yakından izleyen biri olarak şunu kesin olarak söylüyebilirim ki, halkın İslam nizamına olan güven  ve bağlılığı içinde bulunduğumuz yıl 30 yıl öncesine göre daha derin ve daha bilinçli olarak devam etmektedir.

Savaş yılları da dahil hiç bir zaman son bir yılda olduğu kadar ekonomik sarsıntılar geçirmeyen  ve pahalılıkla bu kadar yüz yüze gelmeyen İran halkının buna rağmen  bu yılki inkılap yıldönümü merasimlerine geçen yıllara oranla daha geniş çapta katıldığına yakından tanık olduk.

İran’ın müslüman halkı  ekonomik sıkıntılardan,  üst düzey  yetkili makamlar arasındaki  tartışmalardan   ve  toplumsal adaletin yerleştirilmesinde  gözlenen  gecikmelerden dolayı  ağır eleştirilerde bulunmalarına rağmen İslam nizamına , hükümetine, yöneticilerine  güven duymaktadır.

Dış baskılar, tehditler, yaptırımlar ve geniş çaplı yumuşak/psikolojik savaşın farkında olan halk kitleleri, bütün bu komplo planlarının  halk ile yöneticiler arasında  mesafe oluşturmak, halkı  nizamdan soğutmaya, nizama karşı kışkırtmaya  yönelik olduğunun bilincindedir. Halk, İslam nizamının kendilerine izzet, bağımsızlık ve özgürlük  sunduğunu çok iyi kavramış bulunuyor.

Son sıralarda İslam İnkılabının düşmanları tarafından abartılan içteki  rekabet ve tartışmalar halk tarafından benimsenmiyor elbet. Ama  nizamın temel direği olan velayet-i fakih makamına  halel getirmediği sürece bu gibi tartışmaları  siyasal hayatın bir parçası olarak  değerlendirmektedir artık. Geçen  otuz dört yıl içinde otuzdan fazla seçime katılan İran halkı bu gibi  tartışmaların nizamın temel ilkeleri çerçevesinde yapılmasında  sakınca görmemekle birlikte  yöneticileri İslami ahlaka uymaya davet etmektedir.  Batı ülkelerinde onlarca kat daha ağır tartışma ve karalama  propagandalarına rağmen Batı medyası ve bazı garazlı müslüman kalemler  İran’daki bu tartışmaları büyük bir felaket gibi lanse etmeye çalışmaktalar.

İslami İran  içte olduğu kadar dış dünyada da halklara geçmişe göre daha çok güven vermektedir. Türkiye’de bazı  yandaş kalemler ve mezhep taasubunda boğulan  çevrelerin bunca kara propagandalarına rağmen İslami İran  müslümanlar başta olmak üzere  dünya halkları nezdinde her geçen gün daha bir itibar kazanmaktadır. Halklar artık söze değil pratiğe bakmakta,  kimin, hangi ülkenin gerçekte  müslümanların ve insanlığın  maslahatını gözettiğini, hangi rejimlerin kendi iktidarlarını korumak ve genişletmek için nice karanlık planlar içinde bulunduğunu tespit  edebilmektedir.

İslam’ı  kendi tekellerinde gören ve ama İslam düşmanı Batı ile işbirliğnden bir zerre rahatsız olmayan çevreler son sıralarda İslam İnkılabının Türkiyeli  inkılapçı müslümanları kaybettiği söylemini dillendirmeye başladılar. Ancak kaybeden gerçekte İslam İnkılabı değil, inkılap treninden öfkeyle, mezhep taasubuyla  inen, nereye gideceğini bilmeyen ilkesiz ve pusulasız çevrelerdir.

İran uzmanı olarak tanınan bazı kalemler ise  İslami İran’ın  haklı dış siyaset  çizgisini gizlemeye vicdanları elvermediği için İslam İnkılabı’nın İmam Humeyni  dönemini habire  överken  daha sonra raydan çıktığı gibi gülünç iddialar ileri sürmektedir.  Halbuki  İran halihazırda  İmam  dönemindekinden kat kat daha fazla müstekbir güçlerin baskısına maruz kalmasına rağmen  İmam’ın çizgisinden asla taviz vermemektedir.

İran’ın dış siyaseti hususunda  bu ülke anayasasının 152.ve 154. Maddelerinde şöyle kaydedilir:

“152.  Madde: İran İslâm Cumhuriyeti’nin dış siyaseti her türlü tahakkümün ve tahakküm altına girmenin reddi, ülkenin her yönden bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunması, bütün müslümanların haklarının savunulması ve zorba /sultacı güçlere karşı hiçbir taahhüd altına girmeme, savaş yanlısı olmayan devletlerle karşılıklı barışçı ilişkiler temeline dayanır.

154. Madde: Iran islâm Cumhuriyeti, bütün insanlık düzeyinde insanın mutluluğunu ülkü bilir ve özgürlüğü ve Hak ve Adalet yönetimini, bütün insanlığın hakkı olarak tanır. Şu halde başka milletlerin içişlerine karışmaktan tamamen sakınmakla birlikte, mustaz’afların müstekbirlere karşı hak arama mücadelesini yeryüzünün her noktasında destekler.”

İslam İnkılabı’nın zaferinden sonra İran’a komşu ülkelerin hemen hepsinde toplumsal değişiklikler, bağımsızlıklar,savaşlar, darbeler ve işgallerden birine tanık olunmuştur. Bütün bu gelişmeler karşısında İslami İran’ın tavrı yukarıdaki ilkeler çerçevesinde şekillenmiştir.

Afganistan, Pakistan, Azerbaycan, Irak, Türkiye, Suriye, Bahreyn  gibi  komşu ülkelerde meydana  gelen olaylar, rejim değişiklikleri, halk hareketleri ve gelişmeler konusunda hep bu ülkelerin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına, halkın hakk ve özgürlüklerine saygı göstermiş ve bunu tavsiye  etmiştir.

Afganistan’ın  Sovyet Rusya’nın işgaline  uğraması ardından kendisi savaşta olmasına rağmen ekseriyeti Sünni olan 3 milyon Afganlı’ya  kapılarını açmış ve 30 yılı aşkın bir süre her türlü yardımı yapmaktan kaçınmamıştır.  Liderliğini Gulbeddin Hikmetyar  gibi İslam inkılabına muhalif ve Şia düşmanlığını gizlemeyen mücahit  gruplarına bile  silah eğitimi ve silah vermekten kaçınmamıştır.  Hala bile Afganistan’ın NATO işgali altında bulunmasına rağmen bu ülke halkına yardımlarını sürdürmektedir. Bu konuda  bilgi almak isteyenler aşağıdaki linke başvurabilirler:

http://www.rasthaber.com/78701_iran-islam-cumhuriyeti-nin-afganistan-a-yardimlari.html

İslam İnkılabı lideri İmam Hamanei başta olmak üzere İslami İran üst düzey yöneticilerinin İslam ülkelerindeki  grup ve partilere  yaklaşımı, liderlerinin veya partilerin  İran’a karşı tavırları ve yakınlığı  ölçü alınarak değil o bölge veya  ülke halkının menfaatleri gözetilerek belirlenmiştir hep. İran- Irak savaşı sırasında  Yaser Arafat’ın açıkca Saddam’ın yanında yer almasına  rağmen İran, Tahran’da kendi açtığı Filistin elçiliğini asla kapatmamış ve Filistin davası siyasetini asla Filistinli grup ve partilerin cahilce tutumlarına göre belirlememiştir. Ve yine son sıralarda bazı bölge rejimlerinin dolduruşuna gelen Hamas lideri  Halid Meşal’in aceleci  tavırlarına rağmen İslami İran sekiz günlük son Gazze savaşında  Filistin direnişini var gücüyle desteklemiştir.

Komşu ülkelerin zayıflamasını asla fırsat olarak değerlendirmeyen  İslami İran, sekiz yıl boyunca savaştığı Irak’ın  ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilmesini fırsat bilerek intikam alma düşüncesine kapılmamış ve tam aksine bu komşu ülkenin  işgale son vermesi, toprak bütünlüğünü koruması ve bağımsızlığını elde ederek  halkına  temel hak ve özgürlükleri sunması için elinden gelen  yardımı yapmış ve hala da yapmaktadır.

Öteki  komşu ve bölge ülkelerindeki gelişmeler karşısında da aynı tavrını sürdürmesine rağmen emperyalizmin ve taassubun hizmetindeki kalemler durmadan,  utanmadan İslami İran’ı  Fars miliyetçiliği, Şiicilik ve en iyimser ifadeyle  hakkı stratejik  hedeflerine feda etmekle suçlamaktadırlar.

Suriye konusunda insafsızca  saldırılara maruz kalmasına  rağmen sorununun  ülke içinde çözülmesi gerektiği tezini savunan İran, bu doğrultuda  sunduğu planında  bu ülkenin geleceğini Suriye halkının serbest seçimlerde belirlemesini teklif etmiştir. Suriye halkının  kararından çekinen emperyalist güçlerle  kuklaları ise zalim olarak niteledikleri  rejimin yerine  başka bir zorba gücün seçimsiz gelmesini teklif edecek kadar  zalimleşmektedirler. Esad rejimi gitsin yerine bizim adamlarımız gelsin diyerek  ilkel çağ yönetmlerini dayatmaktadırlar. Taassup girdabında boğulan kalemler ise gözleri dönmüşcesine emperyalizmin  yalan mekanizmasına alet olmaktan bir zerre  utanmamaktadırlar.

İran’ın Azerbaycan, Türkiye ve Bahreyn gibi komşu ülkelere karşı tavrı da  yukarıda  zikredilen  anayasal ilkeler doğrultusunda olup  daha  uzak ülkeler  konusunda da  çizgisi aynıdır.

Ve işte bu  gerçeği  görebilen dünya halkları İslami İran’a  geçmişe göre daha çok güven duymakta ve hatta bazen  müstekbir dünyanın  saplantılarına ve zalimliklerine  karşı İran’a bir kurtuluş  alternatifi olarak bakmaktadırlar.

Daha düne kadar  İran’ı  gerici, çağ dışı olarak niteleyen nice  laik ve solcu kalemler son zamanlarda  halkların gerçek dostunun, ülkelerin toprak bütünlüğü ve bağımsızlıklarının gerçek savunucusunun, emperyalizmin baş düşmanının İran olduğunu itiraf etmekteler.  İslam İnkılabı treni belirlenmiş  maksadına doğru ilerlemektedir, ister ülke içinde ister  ülke dışında olsun beğenmeyenleri  trenden inmekte ve  buna karşılık yeni dostları daha bir bilinçli şekilde  binmekte ve birçok dostları da  binmek için trenin bekledikleri istasyona  uğramasını beklemektedir.

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın