John Mearsheimer: İran’ın Caydırıcılığı, Amerika’nın Çıkmazı ve İsrail’in Stratejik Krizi

 Saldırgan realizm teorisyeni John Mearsheimer, Batı medyasının gösterdiğinin aksine, İsrail’in on iki günlük savaşta “başarılı” olmadığını, hatta bunun stratejik bir yenilgi olarak görülebileceğini söylüyor ve şu ifadelerde bulunuyor: “İsrail’in saldırıları, İran halkı ile hükümetini birbirine daha çok yaklaştırdı ve İran’ın nükleer kapasitesinin askeri yöntemle tamamen yok edilmesinin esasen imkânsız olduğunu gösterdi.”

Uluslararası ilişkiler alanının önde gelen isimlerinden ve saldırgan realizmin ana teorisyenlerinden biri olan John Mearsheimer, El Cezire’ye verdiği röportajda, İran–İsrail arasındaki son savaş, İran’ın nükleer programının geleceği, İsrail lobisinin ABD politikasındaki etkisi ve bu gelişmelerin bölgesel–küresel sonuçları hakkında kapsamlı ve açık bir değerlendirmede bulundu.

Mearsheimer, röportajın başında, Batı’daki ana akım medyanın gerçeği yansıtmadığını vurguluyor ve tamamen farklı bir tablo çiziyor; bu tablo İranlı izleyici açısından önem taşıyor, çünkü doğrudan İran’ın bölgesel ve küresel güç dengelerindeki konumunu açıklıyor. Ona göre, Batı medyasının aksine, İsrail’in on iki günlük savaş performansı “başarılı” değil, hatta birçok açıdan önemli bir stratejik yenilgi olarak değerlendirilebilir.

Mearsheimer şöyle diyor: “İsrail ne İran’ın nükleer tesislerini ve zenginleştirme kapasitesini yok edebildi ne de İran’ın iç istikrarını sarsacak bir kriz yaratabildi. Saldırılar, halk ile devlet arasındaki birlikteliği arttırdı ve İran’ın nükleer kapasitesinin tamamen imha edilmesinin askeri olarak mümkün olmadığını bir kez daha gösterdi.”

Aşağıda bu röportajın önemli bölümleri özet olarak verilmiştir.

Son İran–İsrail Savaşına Dair Değerlendirme

Mearsheimer, röportajın başında, Batı medyasının savaş sonucuna dair “yanlış bir resim” sunduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor: “Bu savaş İsrail için bir zafer değil, aksine önemli bir stratejik yenilgi niteliği taşıyor.

İsrail bu çatışmaya, İran’ın zenginleştirme kapasitesinin tamamen yok edilmesi ve İran iç siyasetinin baskı altında bırakılarak istikrarsızlaştırılması olmak üzere iki temel hedefle girdi.

Birinci eksende, İran’ın hiçbir ana nükleer tesisi tahrip edilmedi, kritik zenginleştirme ekipmanları zarar görmedi ve hassas nükleer maddeler hedef alınamadı. İsrail’in beklentisi, İran’ın ağır bir darbe alması ve kapasitesini toparlamasının yıllarca sürmesiydi; fakat bu olmadı. İran kapasitesini korudu ve bu sürece devam etmeye de kararlı.

İkinci eksende, saldırılar İran içinde zayıflığa değil, daha fazla bütünleşmeye yol açtı. Genel olarak hava saldırıları toplumsal tepki doğurabilir fakat bu olayda tam tersi gerçekleşti. Saldırılardan sonra İran halkı hükümetine daha fazla destek verdi; bu durum İsrail’in planını boşa çıkardı ve İran’ın “başarılı direnişi” bölgesel statüsünü güçlendirdi.

Bana göre bu savaş, siyasi ya da askeri açıdan İsrail için hiçbir somut başarı getirmedi. Buna karşılık İran, vurucu güce sahip olduğunu ve gelişmiş savunma sistemlerinin tüm füzelerini durduramayacağını gösterdi.

İran büyük bir kazanım elde etmedi ancak asıl önemli olan İsrail’in hedeflerine ulaşamamasıdır.”

Savaşın Yeniden Başlaması Olasılığı

Mearsheimer, yeni bir çatışmanın mümkün olup olmadığı sorulduğunda, “Kimse geleceğin ne getireceğini kesin olarak söyleyemez, ancak savaşa devam etmenin taraflar için maliyetli ve öngörülemez olacağını düşünüyorum” dedi. İran’ın bölgenin neredeyse her köşesine saldırma kapasitesine sahip olduğunu ve bu nedenle herhangi bir yeni saldırının daha sert tepkilere yol açabileceğini belirtti.

Mearsheimer, şu ifadelerde bulundu: “Demir Kubbe, Davut Sapanı ve ABD Hava Savunması gibi son derece gelişmiş savunma sistemlerine rağmen, bazı füze ve insansız hava araçlarının geçiş yapma olasılığı her zaman mevcuttur. İran’ın füze kabiliyeti, çeşitlilik, yüksek füze sayıları ve değişen menzillerin bir birleşimidir; bu da hiçbir hava savunma kalkanının tüm tehditleri savuşturamayacağının göstergesidir.”

Mearsheimer, Hürmüz Boğazı’nın da global enerji açısından hayati olduğunu, yeni bir savaşın enerji piyasalarını altüst edeceğini belirtiyor. Büyük güçlerin böyle bir krizi istemediğini, özellikle de iç sorunlarla meşgul olan ABD’nin buna hazır olmadığını dile getiriyor. Ancak buna rağmen İsrail’in İran’ı baskı altında tutmak isteyeceğini, bu yüzden riskin sıfır olmadığını söylüyor.

İran’ın Nükleer Programı Ve Silah Elde Etme Kapasitesi

Mearsheimer, İran’ın %60 zenginleştirme seviyesine ulaşmış olmasının, pratikte onu silah seviyesine çok yakın hale getirdiğini belirtiyor. Ona göre, %60’tan %90’a geçiş belki bir ay kadar kısa sürede yapılabilir. Ancak bombanın tasarımı ve silaha dönüştürülmesi çok daha uzun zaman alır.

O, silah yapım sürecini üç aşamada anlattı:

  1. Uranyumun silah seviyesine zenginleştirilmesi:

İran bunu yapmaya karar verirse, bir ay içinde %60’tan %90’a çıkabilir.

  1. Bir bombanın tasarlanması ve üretilmesi:

Karmaşık teknik konular içerdiğinden, bu aşamanın yaklaşık bir yıl süreceğini tahmin ediyor.

  1. Bir silahın nakliye ve kuruluma hazır hale getirilmesi:

Minyatürleştirme, emniyete alma ve bir füze veya uçakla nakliye için tasarımını içeren bu aşama 18 ila 24 ay arasında sürebilir.

Mearsheimer, ancak en önemli noktanın, İran’ın bir silah üretmeye kararlı olduğuna dair “kesin bir gösterge” olmaması olduğunu söyledi. Mearsheimer, “Bugüne kadar hiçbir İranlı yetkili nükleer silah üretmek istediğini söylemedi; aksine, herkes nükleer silahların İran doktrininde yeri olmadığını vurguladı. İran, yalnızca “potansiyel caydırıcılığı” elinde bulundurmak istiyor olabilir” dedi.

İran–ABD Müzakerelerinin Geleceği

Mearsheimer oldukça karamsar bir tonda şu ifadelerde bulundu: “Yakın zamanda ciddi bir müzakere ihtimali görmüyorum. Tarafların pozisyonları tamamen zıt. İsrail ABD’ye yıllardır İran’ın zenginleştirmeyi tamamen bırakması için baskı yaptı, ama İran bunu asla kabul etmeyeceğini söylüyor.

İran, 2015 yılında sınırlı zenginleştirme hakkını tanıyan bir anlaşmaya varabildi. Bu nedenle artık nükleer kapasitesinden vazgeçmeye hiç yanaşmıyor. Öte yandan İsrail bunu doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak görüyor ve asıl engel de bu. Sonuç: “Yakın vadede bir anlaşma mümkün görünmüyor.

İran açısından bakıldığında, ABD’nin Nükleer Anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, ağır yaptırımlar ve Washington’ın dengesiz davranışları her türlü güveni yok etti. Dolayısıyla, ABD’de yeni bir yönetim müzakere etmek istese bile, İran büyük olasılıkla aşırı bir güvensizlikle sürece dâhil olacaktır.

Gerçek şu ki, tarafların hiçbiri kırmızı çizgilerinden geri adım atmaya yanaşmıyor, bu nedenle yakın gelecekte bir anlaşma düşünülemez.”

Savaşın Başlamasında İsrail’in Rolü Ve ABD Politikası

Mearsheimer açık bir şekilde, gerilimi başlatanın İsrail olduğunu ve Amerika’nın yalnızca siyasi baskılar nedeniyle savaşa dâhil olduğunu ifade ediyor ve şunları söylüyor: “Kesinlikle söyleyebilirim: Bu savaş Amerika’nın çıkarına değildi. Washington askerî müdahaleden kaçınmak istiyordu, ama İsrail ve destekçilerinin baskısı onu sahaya çekti.

İsrail lobisi, Amerika’da çok belirleyici bir rol oynuyor. Bu lobi artık 20 yıl öncesine göre daha da güçlü ve İsrail’in Gazze’de eşi benzeri görülmemiş ve sert eylemlerde bulunmasına rağmen Amerika’nın dış politikasını İsrail’e kapsamlı destek yolunda tutmayı başarıyor. Gazze’deki yıkım, yüksek şiddet ve ağır suçlara rağmen ABD’nin İsrail’in yanında durması da bu lobinin etkisini göstermektedir.

Gazze’deki soykırım ve yaygın etnik temizliğe değinen Mearsheimer, “ABD hükümetinin tüm bu suçlara rağmen açıkça İsrail’in yanında durmaya devam etmesi, İsrail lobisinin gücünün açık bir göstergesidir” dedi.

ABD Kamuoyunda Değişim

İsrail lobisi güçlü olsa da Mearsheimer şu önemli bir noktaya değindi:  “Amerikan kamuoyunda köklü bir değişim yaşanıyor. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi genç Amerikalıların büyük bir kesimi İsrail’in davranışlarını sert bir şekilde eleştiriyor. Yaygın üniversite protestoları da buna paralel olarak gerçekleşiyor.

Üniversiteler, İsrail politikalarına karşı muhalefetin önemli bir arenası haline geldi ve bu durum, İsrail lobisinin bu hareketleri bastırması için büyük baskı yapmasına yol açtı. Ancak gerçek şu ki, bu toplumsal değişim yayılıyor ve durdurulamaz.”

Kamuoyundaki bu değişimin önümüzdeki yıllarda resmi Amerikan politikasını da yavaş yavaş etkileyebileceğini öngören Mearsheimer, “Böyle bir değişimin kısa vadede beklenmemesi gerektiğini” söyledi.

Trump’ın Ateşkes Önerisi Ve Gazze’nin Durumu

Mearsheimer, röportajın son bölümünde, Trump’ın önerdiği ateşkes planına değinerek, “Bu plan, sahadaki gerçeklikle ve İsrail’in hedefleriyle temelden bağdaşmıyor ve İsrail’in son aylarda Gazze’yi boşaltıp Filistinlilerin geri dönmesini imkânsız hale getirme niyetini açıkça ortaya koyuyor. Bu hedef, insanların geri dönmesini ve normal hayata dönülmesini içeren herhangi bir ateşkes planıyla çelişiyor. İsrail en basit insani yardımlara bile izin vermiyor ve esas amaç çok başka.

İsrail bugüne kadar, kısa süreli ateşkes dönemlerinde bile Gazze’ye yeterli yardımın ulaşmasına izin vermedi. İnsani koşulları iyileştirmek isteseydi, bu çok kolay olurdu. Ancak İsrail’in davranışları, asıl arzusunun başka bir şey olduğunu gösteriyor ve bu, gerçek bir ateşkesin doğasına uymayan bir şey.

Trump’ın planına şüpheyle yaklaşmamın sebebi, ne İsrail’in ne de Amerika’nın siyasi yapısının bir kısmının Filistinlilere siyasi bir ufuk sunmaya istekli olmamasıdır. Böyle bir ufuk olmadan hiçbir ateşkes sürdürülebilir olmayacaktır.”

Mearsheimer, röportajında ​​geleceğe dair gerçekçi ama kasvetli bir tablo çizdi:

* İran-İsrail savaşı muhtemelen bitmedi, ancak devam etmesi ağır bir bedel gerektirecek.

* İran’ın nükleer programı silah kapasitesinin eşiğinde, ancak bir silah üretme kararı yok.

* İran-ABD görüşmeleri yakın gelecekte düşünülemez.

* İsrail lobisi ABD politikasını şekillendirmeye devam ediyor, ancak kamuoyu ciddi bir değişim geçiriyor.

* Gazze hâlâ kriz halinde ve Filistinlilerin hakları için garanti içermeyen siyasi planların başarı şansı yok.

Mearsheimer’a göre, önümüzdeki yıllarda bölgenin çehresi muhtemelen devam eden gerilimlerle şekillenecek, ancak ABD kamuoyunda başlayan değişimler uzun vadede tarihin akışını değiştirebilir.

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın