“Küçük Cihad” Bitti Sıra “Büyük Cihad”da

Seçim sonrası pek çok kişi 17 Aralık’la başlayan muharebenin kazanan ve kaybedenlerini ilan ediyor.

Hemen belirtelim,  AK Parti seçimi kazandı savaşı değil…

“Savaş” devam edecek…

Çünkü bütün bu olanlar, yaşadıklarımız, savaşın sandıkla sınırlı olmadığını gösteriyor.

***

Kazanan ve kaybedenden bahsedebilmek için öncelikle savaşın taraflarını bilmemiz gerekiyor. Bir tarafta AK Parti ve Başbakan var. Peki, ya diğer tarafta: Cemaat mi?

Gerçekten, Türkiye “İstiklal mücadelesini” kime karşı veriyor? Cemaat’e karşı mı?

Başbakan miting meydanlarında Cemaat’i uluslar arası güçlerin “maşası” olarak takdim etmemiş miydi?

Eğer durum buysa, bu savaş, “dış odaklara” karşı veriliyor. “Maşayı” tutan ele karşı veriliyor.

Başbakan bu savaşı sadece “Maşa”yla sınırlandırarak kazanabilir mi? Maşayı tutan elle hesaplaşmayı göze almadan ve kitlesini buna hazırlamadan bu savaşı kazanabilir mi?

İnin sahibini bulmadan indekileri çıkarmak bir sonuç verir mi?

Maşayı tutan ellerin “maşa” bulma sorunu olur mu?

Dün 12 Eylül vardı, 28 Şubat vardı…

Bugün 7 Şubat var, 17 Aralık, 27 Mart var…

Eğer Başbakan kendini ve kitlesini bu maşayı tutan elle hesaplaşmaya, inin sahibiyle savaşmaya hazırlamaz ise yarın “28 Mayıs”, “19 Ekim”, “5 Kasım” vs. olacaktır.

Peki, böyle bir hazırlık var mı?

Bugüne kadar miting meydanlarında söylenenler muharebenin “maşa”yla sınırlandırıldığını gösteriyor. Umut ediyoruz ki, bu bir strateji olsun. Belki şimdilik Pensilvanya’dan Washington’a, Tel Aviv’e sıra gelmiyordur.

Başbakan İdeolojik Siyaseti Niçin Horluyor?

Başbakan hizmet siyasetinden bahsediyor. İdeolojik siyaseti ve kimlik siyasetini horluyor. Hizmet siyaseti diyerek,”ekmek, yol ve ilaç” demek istiyor. “Rahat, konfor ve refah” demek istiyor.

İşte tam da yukarıda bahsettiğim sebepten ötürü, Başbakan’ın ileride hizmet siyasetine değil, “ideolojik siyasete” “kimlik siyasetine” ihtiyacı olacaktır.

Çünkü maşayı tutan elle savaşmak demek ambargoyla, silahla, yalnızlıkla imtihan olmak anlamına gelecek.

Unutmayalım ki henüz,

Biraz korku,

Biraz açlık,

Mallardan ve canlardan eksiltilmek suretiyle denenmedik.

Lehimize olan günlerle imtihan ediliyoruz (ve çok da başarılı değiliz), günler aleyhimize döndüğünde, maşayı tutan el, bu sefer ekmeğimize, aşımıza, rahatımıza ve konforumuza el uzattığında Başbakan’ın yanında  “istikrar sürsün diye” bulunanlardan acaba kimler kalır?

İstikrar, biliyorsunuz, modern dünyanın en önemli sopasıdır.  Çünkü istikrar demek,

Maaşımızı zamanında almak demek,

Her ay yükselen ciro demek,

Yatırım, üretim, tüketim demek…

Özellikle sermayenin, keyfinin gıcır olması demektir.

İstikrar demek, NATO düzeninin sürmesi demektir,

İsrail’in güvenliği demektir.

İstikrar demek, Türkiye’nin Batı’yla stratejik ittifakının devam etmesi demektir.

Bu “istikrara” itiraz etmek ise, bedel demektir.

Tahammül demektir.

Açlığa, yoksulluğa, küçülmeye, yalnızlığa rıza demektir.

***

Peygamber efendimiz (SAV) Tebük seferi dönüşü ashabına şöyle dedi: “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” Ashabtan bazıları: “Büyük cihad nedir ya Rasulallah?” dedi. Peygamber Efendimiz(SAV): “Nefisle mücadeledir” buyurdu.

***

Büyük cihad, küçük cihadların (psikolojik savaş, ekonomik savaş, klasik savaş…)bedelini ödemeye hazırlanmak demektir. Büyük cihad, maşayı tutan elle savaşmanın gerektirdiği sabra ve kararlılığa sahip olmak demektir. Büyük cihad, zaferi tevâzuyla, hezimeti tevekkülle karşılayabilmek demektir.

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın