Madde, Ruh ve Yaratılış Yasaları- Bölüm 2

Önceki yazımızda şu soruyla bitirmiştik: Yapay zekâ (YZ) ile insan arasındaki fark nedir?

YZ, insanlığın tüm tarihini bir anda öğrenebilir. Fakat yalnızca insanın ona öğrettiklerini bilir.

İnsan ona isimleri öğretmezse, onları bilemez. Dikkat edilirse, Bu durum, Melklerle Adem (as) arasındaki durumla benzer bir haldedir. Insanın makineye üstünlüğü tam da bu farkta yatar: “Makine bilir, ama insan anlar. Makine verileri toplar, insan ise anlam üretir.” Yani, makine birikimle çalışır; insan ise kavrayışla gelişir. Bilgiyi hikmete dönüştürme yeteneği, insanı yalnızca bir veri işleyicisi değil, ruhsal bir varlık hâline getirir.

İnsan, ilk madde olan topraktan (balçıktan, kuru çamurdan) ve ilahî nefha’dan yaratılmış,

doğasına tam uyumlu bir ortama yerleştirilmiştir. Bu ortamı yöneten yasalar, onun varlığını sürdürmesi için hayati öneme sahiptir.

Dolayısıyla insan, dengeyi bulmak için üç temel ilişki biçimini doğru şekilde yönetmelidir:

  • Beden ile ruh (rûh) arasındaki ilişki: Kendiyle barış içinde olmak.
  • İnsan ile doğa arasındaki ilişki: Çevresiyle uyum içinde yaşamak.
  • İnsanlar arasındaki ilişki: Toplumsal dengeyi ve adaleti korumak.

Bu üç boyut, insanın yaratılışında kendisine bahşedilen ruhsal duygular tarafından yönlendirilmelidir. İnsan, içinde “isimleri” yani ilahî bilginin sembollerini taşır. Bu isimleri, gelişimi boyunca yavaş yavaş keşfeder. İşte böylece bilgi, marifet ve aktarım doğar; inanç, tecrübe ve yaratılışın hatırasıyla nesilden nesile aktarılır.

İnsan, doğal çevresinde ihtiyaç duyduğu her şeyi bulur: su, toprak, hava, ateşve içindeki duygular.

Bu çerçeve, onun bilgisini ifade etmesine ve yaratılışla uyum içinde kendini gerçekleştirmesine imkân tanır.

Ancak duygular, aslında saf olmalarına rağmen, iki zıt biçimde ortaya çıkabilir — tıpkı aynı madalyonun iki yüzü gibi: Sevgi ve nefret, iyilik ve kötülük, tevazu ve kibir, adalet ve zulüm, hakikat ve yalan, ihlâs ve bencillik, şükür ve nankörlük, alçakgönüllülük ve gurur, itaat ve iktidar… Aslında temel duygular tektir, fakat onların dışa yansıması her insanın özgür iradesine ve anlayışına bağlıdır.

Meleklerin bilmediği “isimler”, ilahî nefhanın (üflemenin) gücünü simgeliyordu: İşte bu güç, insana özgür iradeyi ve henüz az kullanılan sonsuz bir bilgeliği vermiştir. Bu özgür irade, Allah (cc) tarafından Âdem’e (as) bahşedilmiştir. İnsana doğru ile yanlışı, asıl ile kopyayı (sahte) ayırt etme yeteneği kazandırmıştır; hem aklı (mantığı) hem kalbi (duyguları) bir arada kullanabilmesi için.

İnsan, bedeni ruhla canlanan bir varlıktır; bu ruh da isimleri taşır. Tüm canlılarda ruh vardır, ancak sadece insanda bu isimler manevî bir boyutta bulunur. Diğer varlıklar ilahî yasalara doğuştan itaat eder, duygusal bir evrim geçirmezler. İblis’in konumu statüsünden dolayı farklı idi fakat kibri nedeniyle ilahî emre karşı gelmiştir: “Ey İblis! Kendi ellerimle yarattığıma secde etmene engel olan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yüce mertebelerde olanlardan mı oldun?” (Sâd, 75)

Melekler, bilgi ve güç sahibi olan İblis’i tanıyorlardı; ama insanın gerçek doğasını o ilahî “isimleri”, Bu isimler, insanı yücelten (İnsân-ı Kâmil) kılan hakikatti bilmiyorlardı. Onlar sadece kan döken ve isyankar, bozguncu olan insan bilgisine sahiplerdi. “Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dediğinde, onlar: ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni över, seni kutsarız’ dediler. Allah buyurdu: ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’” (Bakara, 30)

Halife kelimesi, yeryüzünü düzenlemek ve yönetmekle yükümlü olan, yani bir emanetçi ve ıslah edici anlamına gelir. Fakat bu güç, özgür irade ile duyguların karışımı, kontrol edilmesi zor bir güçtür.

Bu yüzden Allah, peygamberler göndermiş ve kutsal kitaplar indirmiştir. Bunlar, hayatın gerçek rehberleri ve kullanım kılavuzlarıdır, biz buna din deriz. Allah, insanın özgür iradesinin ve duygularının onu kandırabileceğini biliyordu. İnsan, bazen kendini yaratıcı sanacak kadar kibirlenebilir: “Kendi hevasını ilah edinen kişiyi gördün mü?” (Furkân, 43)

Bu nedenle Allah, yaratılış anında insanlardan kendi aleyhlerine şahitlik almamızı sağladı ki,

Rablerini hatırlasınlar: “Rabbin, Âdemoğullarının soylarından zürriyetlerini çıkarıp, onları kendilerine şahit tuttu: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedi. Onlar da: ‘Evet, şahit olduk’ dediler. Kıyamet günü, ‘Biz bundan habersizdik’ demeyesiniz diye.” (A‘râf, 172)

Bu çercevede inanç, insanın fıtratına yerleştirilmiştir, üstün bir kudreti tanıma duygusu. Ancak bazı insanlar, kibirleri sebebiyle kendilerine inançlar uydurur veya kendi düşüncelerinin tanrısı olurlar. Aslında onların bu inkârı bile bir tür ikrardır; çünkü Yaradan’ı reddetmek bile, kendilerinden üstün bir gücün varlığını kabul etmektir. Çünkü kendileri yaratılmıştır.

Bu yüzden her zaman bozulmuş, kibirli ve zalim insanlar olacaktır. Kur’an’ın deyimiyle, hayvandan daha aşağı: “Onların çoğunun (gerçeği) işittiklerini veya anladıklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” (Furkân, 44) yada kendi elleriye yaptıkları nesnelerin kölesi olacaktır. “Siz, size ne zarar ne fayda verebilen putlara mı tapıyorsunuz?” (Enbiyâ, 66) Ve bazıları da çıkar & hükmetme arzsuyla insanları saptıracak vede kimileride korku &  maddi çıkar sebebiyle zalimlerin izinden gidecektir: “Biz onları cehenneme çağıran önderler kıldık; kıyamet günü ise kendilerine yardım edilmeyecektir.” (Kasas, 41)

Ama erdemli insanlar da olacaktır. İnsân-ı Kâmil, yani mükemmel insanlar, Allah’ın yeryüzündeki gerçek halifeleri: “(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107), “Rabbi, İbrahim’i bazı emirlerle denemişti, o da bunları yerine getirdi. Allah buyurdu: ‘Seni insanlara imam yapacağım.’” (Bakara, 124)

Kâmil insan, Allah’a içtenlikle teslim olan, tevhid inancına sadık olarak yaşayan şirkten uzak kişidir: Allahı bilen, bildiğine inanan inandiğini tereddütsüz yaşayan ve yaştan insandır. “Şüphesiz İbrahim, Allah’a gönülden teslim olmuş bir kuldu; asla müşriklerden değildi.” (Nahl, 120) Bu önderleri & imamları & rehberleri takip edenler, insanlıklarını koruyacak ve kendileriyle, doğayla ve toplumla uyumlu barış içinde yaşayacaklardır.

Özet olarak, İnsanın maddi yapısının doğal talepleri ruhuyla bütünleşerek yaşam sürdürmektedir. Madde vücudun haytan zevk alması ruhun inceliğinden gelmektedir Fakat Ruhunu  dikkate almayıp sadece madde yapısını tatmin etmek, duyguların aslı tek olsa da, onların yansımalarında kişilerin ruhuna verdiği değer ölçüsünde farklılık yaratmaktadır.Allah, her şeyi insan için iyi kılmış ve onun hizmetine vermiştir.

Gerçeği çarpıtan ise insanın sınırlı (maddiyet) ve öznel  (bencil) algısıdır. Allah (cc), bizleri bu konuda uyarmaktadır; “Şunu bilin ki, kim nefsinin cimriliğinden ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, dünyada da âhirette de kurtuluşa erecek olanlar, işte bunlardır.” (Hasr/9), “Kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunabilirse, işte gerçekten kurtuluşa erecek olanlar onlardır.” (Tegabun/16)

Mustafa Kemal TAŞPINAR

21 Ekim 2025

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın