Teşbihte hata olmaz, sözümüz de meclisten dışarı. Ecdat sözüdür. Mevlana’ya da atfedilir; “Köpeklerin kardeşliği önlerine kemik atıncaya kadardır.” Bu sözün insan suretindeki karşılığı; “İhtilal (devrim) Satürn gibi kendi evlatlarını yer.” 1789 yılda yapılan Fransız İhtilalinin önemli yüzlerinden biri olan Georges Danton (1759-1794), devrimin ardından yaşadığı fikir ayrılıkları nedeniyle daha önce omuz omuza mücadele içinde yer aldığı arkadaşları tarafından yargılanır ve giyotinle idam edilir. Danton’u idama götüren arkadaşları ise yıllar sonra aynı akıbete uğrar. Danton’un bu acı hikâyesini konu edinen Alman yazar George Büchner, Danton’un Ölümü adlı kitabında Danton’a şu sözleri söyletir: “İhtilal Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer.”
Satürn (mitolojideki karşılığı Kronos) zamanı kontrol eder, disiplin ve ahlak kurallarını belirler, tarım ve hasat konusunda ise semboldür. İnsanlara tarımsal faaliyetleri öğretir. İlahî kurallar yerine kendi iradesini ve yasalarını uygulamaya çalışanları şiddetli şekilde cezalandıran bir motiftir. Hikâye odur ki, Satürn kendi babası Caelus (Kaylis)’ü tahttan indirdi. Aynı şeyi çocuklarından biri kendisine yapmaya kalkıştı. Baş tanrı tarafından uyarıldı ve darbeyi boşa çıkardı. Satürn darbeleri engellemek için bütün çocuklarını doğar doğmaz yiyordu. Disiplin, ahlak, tarım, hasat, ilahi kuralların öğretmeni Satürn’ün kendi hükümdarlığı için henüz doğmuş bebeklerine kıyan bir despot olması ne yaman çelişkidir.
MUTLAK YETKİ
Başta Osmanlı ve birçok devlette kendi evlatlarına, kardeşlerine, paşalarına, aydınlarına, hocalarına, çiftçisine, emirlerine sorgusuz, sualsiz itaat etmeyenlere “devletin yaşaması için” hüccetiyle (bahanesiyle) kıyan sayısız Sultan Satürnler oldu. Hitler’den sonra seçilen Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer’in şöyle dediği iddia edilir; “Umarım bir daha İsa bile gelse, tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız.” Adenauer aptallık ve akıllı olmak üzerine birçok yerde görüş beyan etmiş ama ve lakin kendisine atfedilen sözü söylediğine dair Almanca bir kaynak bulamadık. Her hâlükârda mutlak yetkinin tek kişide münhasır olması o kişinin idaresinde yaşayan ve aslında sahibi için de son merhalede felaket sebebidir.
Milli iradenin tezahürü olan Cumhuriyet sisteminin azılı düşmanı olan dini-darlar, Sultan Satürnler, tek kişi iktidarına müptela olanlar, Cunta Muhibbileri dini mercilerini, liderlerini, paşalarını Allah’ın yeryüzündeki mutlak temsilcileri olarak pazarlar. Buna karşı olanlar zındık, münafık, mürtet, casus, demokrasi düşmanı, halk düşmanı kabul edilir. Cezası da bellidir; Canı, malı, ırzı helaldir. Dini-darların Müslüman Kardeşler olarak zuhur ettiği en bariz ve en son saha Suriye’dir. Kardeşliklerini besleyen ve pekiştiren ortak düşman Esad idi. İtikatlarına binaen Suriye’de “İslam dinine uygun yaşamayan ve Müslüman kardeşliğine düşman, İsrail, ABD ve Haçlı Batının gizli dostları ve işbirlikçileri Aleviler, Dürziler, İsmail’ler, Mesihiler, Kürtler ve Sünni itikadını kendi şahsi menfaatleri için kirletmiş bir Sünni Ulema” vardı.
CİHAD SAVAŞI
Müslüman Kardeşlerin en akıllıları arasında saydıkları kesimler; “Cihad Savaşını” iktidarda kalmak için Kudüs ve Golan (Colan)’ı İsrail’e peşkeş çekmiş, aslen Mason ve hatta Yahudi olan, ülkeyi babasının çiftliği gibi kullanan Sultan Esad’a karşı başlattıklarını söylediler. Başkaları bir adım daha ileri giderek, Suriye halkı üzerinde bir karabasan olan, milleti zenginlikten, haktan, hukuktan, insanca yaşamaktan mahrum bırakan, Suriye’yi Rusya ve İran’a satmış, el altından ülkenin enerji kaynaklarını ABD’ye, Fransa’ya vermiş, Türkiye ve Erdoğan’ın piyonu olmuş Esad’ın rejimini yıkmak ve daha iyisini inşa etmek için bir “devrim” başlattıklarını propaganda ettiler.
İMZALANAN O MUTABAKAT
İçinde El-Nusra ve HTŞ’nin yer aldığı daha radikal Müslüman Kardeşler, DEAŞ, El-Kaide ve en az 80 ülkeden ama ezici çoğunluğu Çin ve Orta Asya ülkelerinden, Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye, Rusya, Kafkasya, Avrupa, Somali, Nijer, Sudan, Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, ABD, İngiltere ve daha önce adını zor telaffuz ettiğiniz her cins, dil, renk ve coğrafyadan taşınıp getirilen “Yabancı Savaşçılar” için Suriye sahası önce Aleviler, Dürziler ve türevlerinden temizlenmeliydi. Bunlar ancak tabuta yakışırdı. Hristiyanlar da Beyrut’a veya Batı ülkelerine sürülmeliydi.
Esad’ın yerine muhalefetin en radikal Müslüman kardeşleri getirildi. Esad’ı götüren ve Colani’yi (Ahmet Şara-Esad Şeybani)’yi getiren ana faktör Rusya-Türkiye-İran arasında Katar’da sağlanan mutabakattır. Mutabakat gücünü BM 2254 sayılı Suriye’de “siyasi çözüm” kararından almaktadır. Esad, nizamının en önemli istihbaratçıları, komutanları ve bürokratları ile Hizbullah ve İran’ın güvenli şekilde çıkmalarını sağlayan bu mutabakat idi. Lavrov’un Katar’dan Kremlin hukuk bürosuna gönderdiği, ardından Putin tarafından onaylanan mutabakata istinaden; Rusya Esad’ın 2254 sayılı kararı kabul etmesi nive iktidarını devretmesini sağladı. Moskova’nın Suriye’deki çıkarlarını koruyacak garantileri Şam’ın yeni yönetiminden sorumlu olacak Türkiye sundu.
Tüm bu gelişmelerden İsrail ve ABD anında haberdar oluyordu. Burada aklın yitirildiği ve yapılan en büyük “aptallık” Şam’a tüm tarafların kabul edebileceği, sicili “temiz”, BM ve devletler nezdinde “terörist” olarak aranmayan bir grubun hükümet olmasını sağlamaktı. Ancak Suriye sahasında olan devletler Suriye Milletine demokrasi, insan hakları, hukuk, milli iradeye saygı, ekonomik büyüme, barış, birlikte ve huzur içinde yaşam sunmak için orada değillerdi. Hiçbir devletin önceliği de ne Suriye ne Suriye halkıydı. Suriye halkı da kendi kaderini yabancı devletlerden bağımsız tayin edecek ne konumda, ne de kudretindedir. İktidarından muhalefetine tüm Suriye sırtını dayadığı devletlerin arzusuna ve kalıbına göre şekil almaktadır.
MECBURİYETLERE TESLİM OLMAK
Ama ve lakin Esad’a karşı birleşen yabancı devletler ile sahadaki yerli askerleri, Müslüman Kardeşler ve yabancı savaşçılar arasında “devrimden sonra devrimin kendi evlatlarını yediği” merhaleye geldik. Yerli ve yabancı Müslüman Kardeşler Emirlikleri Ahmet Şara ve Esad Şeybani emirliğine karşı öfke dolular. Aleviler, Dürziler ve türevleri tamamen temizlenecekti olmadı. Hristiyanlar sürülmedi. Laik Kürtlere had bildirilmedi. Baş düşman ve Esad’ın hamisi Rusya ile Moskova’nın çıkarlarına hizmet eden her konuda anlaşma sağlandı. İran’la görüşülüyor. Çin’le görüşmeler için çaba var. Ensar-muhacir muhabbeti vardı;
“Bunlar ülkelerini, ailelerini arkada bırakıp bizim cihadımıza şahit ve şehit oldular. Bunları Suriyeli yapmalıyız. Makamlar vermeliyiz. İdlib ve diğer bölgelerdeki Emirliklerine saygı duymalıyız. İyi maaşlarla taltif etmeliyiz.” diyorlardı. Ancak tercihlerle mecburiyetler devreye girince Şara mecburiyetlere teslim oldu. Meşruiyeti için yabancı savaşçılardan, terör listesinde olanlardan, İnterpol tarafından arananlardan, iktidarına rakip olanlardan, Rusya ve Çin’e tehdit oluşturanlardan kurtulmak zorunda. Ya kendi evlatlarını yiyen Satürn olacak ya da evlatları başına bela olmaya devam edecek. Şimdilik Şara’nın askerleriyle İdlib’in mülteci kamplarından sorumlu Fransızca konuşan Afrikalı dini-dar Fransızlar Tümeni lideri Ömer Omsen arasındaki çatışmanın büyümesini Türkiye müdahale ederek önlemiş.
Bugün Suriye’de Ömer Omsen ve emsali binlerce yabancı savaşçı cinayet, tecavüz, terör suçlarından arananlarla dolu. Yabancı savaşçılar meselesi Ahmet Şara’nın da Türkiye’nin de başında ciddi bir bela. Ama ve lakin bu beladan daha büyük bir bela var: Yerli ve yabancı savaşçılardan Suriye ve bölge belki fiziki olarak kurtulabilir. Ancak bu fanatik aptalları besleyen, büyüten, kemikleştiren ve bir ölüm makinesine dönüştüren kaynaklar ne olacak. Bugün Ahmet Şara’nın yönettiği Suriye’de okullarda verilen eğitim, çocuklar için hazırlanan müfredat, yüzlerce okul dışı tarikat evlerinde yetişen binlerce Ömer Omsenler var. Bunların mevcut olduğu bir Suriye’de ne toprak bütünlüğü ne de milletin birliği sağlanabilir. Yabancı devletler de Suriye’yi kendi kalıplarına uygun tanzim eder.
Mehmet Yuva
