ABD askerlerinin hâlâ konuşlandığı ve Amerikan üslerinin İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinden beri varlığını sürdürdüğü Almanya, şimdi ilk kez Washington’un küresel geri çekilişini açıkça ilan eden bir söylemle sahneye çıkıyor. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, “Pax Americana (Amerikan Barışı) bitti” derken, Berlin’in hem Rusya’ya karşı askeri caydırıcılıkta hem de ABD’den bağımsız stratejik pozisyon alma yolunda yeni ve tehlikeli bir döneme girdiğini kabul ediyor. Ancak bu çıkış, transatlantik bağımlılık, artan savaş bütçeleri ve içerde sertleşen devlet refleksiyle birlikte okunmadan anlaşılamaz.
Berlin’de verilen mesaj evet, sertti. Ton alışılmadık derecede açıktı. Ama asıl soru şu:
Almanya gerçekten Amerika’dan kopabilecek mi, yoksa sadece kontrollü bir rol mü oynuyor?
Amerika gerçekten giderse, Avrupa’nın yeni müttefiki kim olacak? Avrupa ordusu bir hayal mi, yoksa gerçekleşebilir mi? Almanya neden şimdi konuşuyor? İşte bu soruların ışığında Berlin’in çıkışına bakmamız gerekiyor.
WASHINGTON’DAN GELEN SOĞUK DUŞ: “MÜTTEFİKLİK” YENİDEN TANIMLANIYOR
ABD’nin aralık ayı başında yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), Avrupa’da özellikle Berlin’de bir dönüm noktası yarattı. Merz, Münih’teki Hıristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) Bavyera eyaetindeki kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) kongresinde yine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e karşı sert bir uyarıda bulundu. Ancak bununla kalmadı, Almanya’nın son 80 yılda sırtını dayadığı güvenlik mimarisinin çöktüğünü de ilan etti.
Merz’in sözleri netti: “Ukrayna düşerse Putin durmaz.” Burada mesele sadece Kiev değil elbette, Avrupa sınırlarının yeniden çizilmesi. Merz, Putin’in eski Sovyet etki alanını yeniden kurmayı hedeflediğini, Baltık ülkeleri başta olmak üzere NATO ve AB üyelerinin doğrudan tehdit altında olduğunu vurguladı.
En kritik noktalardan biri, Almanya Başbakanı Merz’in “Pax Americana artık yok” saptaması. Ancak aynı Merz, NATO’nun “mümkün olduğu kadar uzun süre” ayakta tutulması gerektiğini söylerken aslında ittifakın geleceğinden emin olunmadığını da itiraf etmiş oluyor. Şaşkınlık büyük. Berlin’in çıkışı Almanya açısından tarihsel bir kırılma… Çünkü bugüne kadar ABD’ye danışmadan büyük stratejik adım atamayan Almanya, ilk kez “Washington’suz bir senaryoyu” kamuoyuna açıklıyor.
ABD ÜSLERİ, BAĞIMLILIK VE ÇELİŞKİ
Almanya hâlâ Avrupa’daki en büyük ABD askeri varlığına ev sahipliği yapıyor. Bugün hâlâ Almanya topraklarında onlarca Amerikan askeri üssü bulunuyor. Ramstein’dan Grafenwöhr’e, Wiesbaden’den Stuttgart’a kadar bu üsler yalnızca Almanya’nın değil, Avrupa’daki Amerikan askeri varlığının sinir merkezleri. Dolayısıyla Berlin’den gelen her “stratejik özerklik” söylemi, doğrudan bu gerçeğe çarpıyor. Avrupa’daki 78 bin ABD askerinin 37 bini Almanya’da konuşlanmış durumda. Merz’in meydan okuyan tonu, gerçekte ABD güvenlik şemsiyesi altında yapılan bir meydan okuma. Bu durum, Almanya’nın hem ABD’den kopmaya hazırlanıp hem de askeri varlığa bağımlı kalması nedeniyle çelişkili bir konumda olduğunu gösteriyor.
BERLİN’İN ÇIKIŞI VE ASKERİ YÜKLER
Merz’in sözleri tesadüf mü? “Pax Americana sona erdi” ifadesi bir meydan okumadan çok kaçınılmaz bir gerçeğin kabulü olarak okunuyor.
Etkili “Die Welt” gazetesine göre, Almanya 2026 yılında Ukrayna’ya yönelik askeri yardımlarını 11,5 milyar avroya çıkarıyor. Bu yardım topçu sistemleri, dronlar, zırhlı araçlar ve iki Patriot hava savunma sistemi için kullanılacak. Gelişmeler, Almanya’nın yalnızca diplomatik değil, fiilen savaş ekonomisine geçmiş bir aktör olduğunu gösteriyor. Savunma harcamaları ve özel fonlar, altyapı ve sosyal bütçelerle birlikte Almanya’nın mali mimarisini dönüştürüyor.
BERLİN NEDEN ŞİMDİ KONUŞUYOR
Almanya, artık Washington’un yol haritasının iç siyasal dengelerini de tehdit ettiğini fark ediyor. Çöken ana akım medyanın tersine inanılırlığı giderek artan alternatif medyaya göre, ABD belgesi NSS klasik bir dış politika metni değil, Avrupa’nın iç düzenine doğrudan müdahale çağrısı niteliğinde. Belge Avrupa’yı, ifade özgürlüğünü bastıran, muhalefeti dışlayan, demografik olarak çöken ve göçle “kontrolsüz biçimde” değişen bir kıta olarak resmediyor. NSS, Avrupa uygarlığının “bir yok oluş” riskiyle karşı karşıya olduğunu savunuyor.
Ancak Washington mesajı burada bitirmiyor ve tuhaf çelişki denilen şey de orada: Aynı ABD, Avrupa’dan vazgeçemeyeceğini özellikle vurguluyor. “Avrupa’yı gözden çıkaramayız” deniyor. Ama bu Avrupa, Brüksel merkezli liberal düzen değil; “yurtsever”, “kimlik temelli” ve daha sert siyasal hareketlerin güç kazandığı bir kıta.
Sözün kısası… Üç mesele var: Birincisi, ABD’de Trump çizgisinin kalıcı hale gelmesi. Zaten Başbakan Merz de açıkça uyarıyor: “Bu geçici bir sapma değil.” Yani Almanya, Washington’un tekrar “eskisi gibi” olacağına artık inanmıyor.
İkincisi, ekonomik baskı. Merz’in çevre politikasını geri plana itip “ekonomi her şeyin önünde” demesi tesadüf değil. Almanya, sanayi gücünü kaybederse jeopolitik iddiası da çöker.
Üçüncüsü, toplumsal ve siyasal gerilim. İçinde faşizan grupların da yer aldığı, son kamuoyu araştırmalarında ülkenin en güçlü siyasi parti konumuna yükseldiği belirlenen “sağ popülist” Almanya için Alternatif (AfD) partisinin durdurulamaz yükselişi, savaş ekonomisi, silah harcamaları ve özgürlük-güvenlik dengesi Almanya’yı daha otoriter reflekslere itiyor olabilir.
TRANSATLANTİK BAĞ KOPMUYOR, BİÇİM DEĞİŞTİRİYOR
Dış ilişkiler üzerine haber analizlerine yer veren Alman alternatif portalı “German Foreign Policy”, ABD’nin Aralık 2025’te yayımladığı NSS’yi klasik bir “geri çekilme” değil, transatlantik ilişkinin otoriter-milliyetçi bir eksende yeniden inşası olarak değerlendiriyor. Buna göre, Washington artık Avrupa’ya liberal-demokratik değerler üzerinden değil, “medeniyet”, “kimlik” ve “güç siyaseti” üzerinden sesleniyor.
Belgeye göre AB, göç politikaları ve demografik değişim nedeniyle “medeniyetsel yok oluş” tehdidi altında. ABD, Avrupa’nın bu “yanlış rotasını” düzeltme görevini üstlenmek istiyor. German Foreign Policy’ye göre, bu süreçte Avrupa iç siyasetinde merkez partiler değil, aşırı sağ ve otoriter “yurtsever” partiler ön plana çıkacak. AfD’nin bu belgede olumlu biçimde anılması, Berlin açısından kırmızı çizgi niteliğinde.
ABD’nin önceliği değişmiyor: Çin ile küresel güç mücadelesi. Avrupa’dan beklenen, bu mücadelede siyasi, askeri ve ekonomik olarak hizalanması. Latin Amerika’da Trump ekli “Monroe Doktrini” ile yeniden ABD etki alanının ilan edilmesi, Washington’un çok kutupluluğu kabul etmediğini gösteriyor. German Foreign Policy, bu noktada net: Bu bir geri çekilme değil, Avrupa’nın ideolojik olarak yeniden dizayn edilmesi.
BEDELİ KİM ÖDEYECEK
Analize göre ABD, Avrupa’yı askeri ve siyasi olarak daha fazla yük üstlenmeye zorluyor. Ukrayna savaşı bu açıdan bir laboratuvar. ABD geri planda kalırken, Avrupa, özellikle Almanya, daha fazla silah, daha fazla para, daha fazla risk üstleniyor. Bu da şu soruyu doğuruyor: Amerika gerçekten gidiyor mu, yoksa yükü devredip kontrolü elinde mi tutuyor?
SİRENLER NEDEN BU KADAR YÜKSEK SESLE ÇALIYOR
Muhafazakâr sağ haber-analiz portalı Kraut-Zone’daki Peter Kuntze imzalı analiz, ABD’nin NSS ile Avrupa’daki sol-liberal elitler üzerinde şok etkisi yarattığını savunuyor. Kuntze’ye göre, Avrupa tablosu, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, siyasi muhalefetin bastırılması, kitlesel göç ve demografik gerileme ile son derece karanlık bir çerçeve sunuyor. NSS’nin vardığı sonuç net: AB’nin düzenlemeci yaklaşımı ulusal egemenliği ve özgürlüğü aşındırıyor, Avrupalıların kimlik ve özgüven kaybına yol açıyor.
Kuntze, belgenin Avrupa’yı sert biçimde eleştirirken, kıtanın ABD için vazgeçilmez olduğunu da vurguladığını belirtiyor. ABD’nin Avrupa iç siyasetini etkilemeyi açıkça hedeflediği savunuluyor. Süddeutsche Zeitung ve Märkische Allgemeine gibi gazeteler, Washington’un tutumunu “Avrupa’ya meydan okuma” olarak nitelendiriyor.
CDU’lu dış politika uzmanı ve ana akım medyanın sürekli fikri sorulan ismi Norbert Röttgen’e göre, ABD’nin yeni çizgisi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçerli transatlantik varsayımların sona erdiğini gösteriyor. Washington, sadece Ukrayna’yı ve Avrupa’yı yalnız bırakmıyor, aynı zamanda Avrupa’yı iç işlerine müdahale edilebilecek bir açık hedef haline de getiriyor. Bu süreçte AfD gibi partilerle dolaylı işbirliği öngörülüyor.
BERLİN GÜVENLİK ÇEVRELERİ NE DİYOR
Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Berlin Çalışma Grubu’nun yayıncısı olduğu “berlin.sicherheitspolitik.de”ye göre, Almanya artık “ABD sonrası Avrupa güvenliği” senaryolarını ciddi biçimde tartışıyor. Ancak Almanya’nın askeri kapasitesi, siyasi birlik ve toplumsal meşruiyet açısından bu rolü üstlenmeye hazır mı? Bu sorunun yanıtı hâlâ belirsiz. Berlin, liderlik iddiası ile stratejik yalnızlık riski arasında ince bir hatta ilerliyor.
OTORİTERLEŞME İŞARETLERİ: KÜÇÜK AMA SEMBOLİK
Bu arada bazı “küçük” gelişmeler de var. Bunların anlamı hiç de küçük değil: Almanya’nın önemli eleştirel siyasi haber-analiz portalı NachDenkSeiten’da Florian Warweg’in aktardığına göre Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, dünya genelindeki 200’den fazla Alman dış temsilciliğine kendi portresinin asılmasını zorunlu kıldı. Warweg, bunun “kişilik kültü” çağrışımı taşıdığını ve Almanya’nın normalde otoriter rejimlerle ilişkilendirdiği pratiklere benzemesinin gerekçesini sorguluyor. Bu küçük ama sembolik adım, devlet gücünün merkezileşmesi ve eleştiriye tahammülün azalması yönündeki endişeleri besliyor.
AVRUPA ORDUSU: GERÇEK Mİ, HİKAYE Mİ?
Berlin ve Brüksel’de soruluyor: ABD’siz Avrupa güvenliği mümkün mü? Alman güvenlik çevreleri temkinli: Ortak bir Avrupa ordusu, siyasi irade ve ortak tehdit algısı olmadan bir illüzyon. Polonya’nın tehdidi Rusya, Fransa’nınki Akdeniz ve Afrika, Almanya’nınki ise hem Rusya hem ABD baskısı. Bu tabloyla gerçek bir Avrupa ordusu ne kadar mümkün olabilir ki?
AMERİKA GİDERSE, AVRUPA KİME YASLANACAK
Bu soru hâlâ cevapsız. Çin mi? Stratejik rakip. Rusya mı? Savaşın tarafı. Küresel Güney mi? Henüz ortak bir zemin yok. Asıl rahatsız edici ihtimal: Amerika gitmiyor, sadece Avrupa’yı daha sert, daha itaatkâr ve daha bölünmüş bir hale sokuyor.
Almanya bugün konuşuyor olabilir, çünkü susmanın bedeli daha da ağır. Washington’un yeni çizgisi, Avrupa’yı ya daha bağımsız olmaya zorlayacak ya da daha sert bir Atlantik zincirine bağlayacak.
Her durumda, ortada bir belirsizlik var: Eski dünya düzeni yok. Ve yenisi, hiç kimseye güvenli bir alan vadetmiyor.
Pax Americana*: İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1945’ten günümüze kadar Batı dünyasında süregelen ve ABD’nin dünyanın en büyük askeri ve diplomatik gücü olduğu döneme rastlayan görece barış dönemini tanımlamak için kullanılan bir terim.
Işın Ertürk-Stuttgart
Odatv
