Siyonist rejimin son bir yıldaki davranış modeli, savaş yerine ateşkesin sürdürülmesi ama aynı zamanda süresi olmayan operasyonlar ve direniş eksenine yönelik güvenlik eylemleri (suikastlar) yürütmeyi planladığını göstermektedir. Bu rejimin Lübnan, Yemen ve Gazze’ye karşı tutumu bu modeli doğrulamaktadır. Bu davranış biçimi, söz konusu cephelerdeki savaş tecrübelerinden sonra benimsenmiş olup, İsrail’in yenilgiyi kabul ederek savaşı bir kenara bıraktığını, fakat direniş birimlerini meşgul etmeyi kendisi için zorunlu gördüğünü ortaya koymaktadır. Siyonist rejim ordusu stratejistlerine göre, son yirmi yılda kazandıkları mevzileri koruyabilmek için sükunete ihtiyaç duyan direniş birimleri, kesintili çatışmalar ve darbelere maruz bırakılmalıdır. Bu doğrultuda İsrail ordusu, Lübnan’a karşı savaşta Hizbullah’tan, Gazze’de Filistin direnişinden ve Yemen’de Ensarullah’tan aldığı yenilgilerden sonra, bu direniş unsurlarına yönelik askeri eylemlerini “savaş çatısı altında” yürütmeye başlamış ve buna devam etmektedir.
“Savaş çatısı altında” askeri eylemler yaklaşımı, İsrail, ABD ordusu ve NATO arasında mutabakata varılmış bir stratejidir. Bu stratejinin hedefi, direniş ekseninin durumunun normalleşmesini engellemektir. İran ile ilgili olarak da Lübnan ve Yemen’deki gibi askeri operasyonlar yerine, “ne savaş ne barış” hâlinin sürdürülmesini amaçlayan bir psikolojik savaş planlanmıştır. Bu doğrultuda psikolojik operasyonlar ve İran ekonomisinde dalgalanma yaratarak, ülkenin normal işleyişini bozmaya çalışmaktadırlar. Nitekim Fransa, İngiltere ve Almanya, İran’ın nükleer meselesini olağandışı hale getirmek amacıyla yasadışı olmasına rağmen Snapback mekanizmasını devreye sokmuşlardır. ABD ise, 12 günlük savaşta yenilgiye uğramasına rağmen, zaman zaman yeni bir çatışmaya hazırlandığı izlenimini verecek açıklamalarda bulunarak İran’da olağanüstü bir hava yaratmaya çalışmaktadır.
“Savaş çatısı altında” yürütülen eylemler, yani ateşkesle birlikte süren çatışmalar ve “ne savaş ne ateşkes” politikası, planlayıcılarına göre “zararsız savaş” anlamına gelmektedir. Yani saldırgan taraf zarar görmez, zararlar yalnızca karşı tarafa yönelir ve üstelik doğrudan savaşa girmeye gerek kalmaz. Ancak bu düşünce, direniş birimlerinin zihniyetinin ve stratejisinin tam olarak okunduğu anlamına gelmemektedir. Düşman, direniş birimlerinin yalnızca bir seçeneğe sahip olduğunu, yani mevcut konumlarını savaşın kontrolüyle sağlamlaştırmaya çalıştıklarını sanmaktadır.
Şu anda düşmanların direniş birimlerine karşı izledikleri politika, her birim için belirli farklar taşısa da son savaşlar ve son yirmi yıldaki gelişmeler sonucunda yıkılan güçlerini yeniden inşa etmeye dayanmaktadır.
Bu politikanın temel hedefi, ABD ve İsrail’in İran İslam Cumhuriyeti karşısında yıkılan güçlerini yeniden kazanmasıdır. İslam İnkılabı ve ondan doğan sistem, tehditler ve fiili saldırılarla zayıflatılamamış, tam tersine bölgesel ve küresel etkisi artmıştır. Buna karşılık ABD ve İsrail hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde art arda krizlerle karşılaşmıştır. Son anketler, İsrail rejiminin politikalarına küresel düzeyde ortalama desteğin yüzde 16, ABD politikalarına desteğin yüzde 24 olduğunu, buna karşılık 57 İslam ülkesinde İran politikalarına desteğin ortalama yüzde 74 olduğunu göstermektedir. İsrail ve ABD, savaş tecrübelerinden sonra, İran’ın nüfuzunu ve gücünü sınırlandırmaya yönelik siyasi çabalardan söz etmektedir. Onların bu çatışmadaki destekleri, hükümet düzeyindeki siyasi tedbirler, psikolojik ve medya operasyonları ve İran’ın dış ticaretinin kontrolüdür, ancak açıklamalarında İran’ın yeni bir savaşla karşı karşıya kalacağını iddia ediyorlar. ABD ve İsrail ise, 12 günlük savaşın İran’ın iç, bölgesel ve uluslararası konumunu güçlendirdiği sonucuna varıyor.
Lübnan cephesinde düşman, “İsrail’in eli açık, Hizbullah’ın eli bağlı” planını yürürlüğe koymuştur. Güney ve Doğu Lübnan’daki bazı bölgelere yapılan kısa aralıklarla saldırılar, Lübnan’daki güvenlik koşullarının normalleşmesini ve direniş güçlerinin doğal hareketliliğini engelleme amacını taşımaktadır. İsrail, Litani Nehri’nin güneyindeki yeniden yapılanma bölgelerine saldırarak, halkın bölgeye yerleşmesini önlemeye çalışmaktadır. Ancak Lübnan gerçeği, halkın ve direnişin zihninde güvensizlik olmadığını göstermektedir. Lübnan’da hayat devam etmekte ve direniş de eylemlerini sürdürmektedir. Hizbullah, 66 günlük savaşta İsrail’i yenilgiye uğrattıktan ve onu ateşkese mecbur bıraktıktan sonra, gücünü göstermek için askeri bir tepki vermeye ihtiyaç duymamaktadır. Hizbullah’ın asker gücü, ateşkesten önceki pazar günü yaptığı operasyonla zaten kanıtlanmıştır. İsrail ordusunun aceleyle ateşkes ilan etmesi, Hizbullah’ın gücünün bir itirafıdır. Hizbullah, toplumsal ve istihbarat alanlarında gücünü pekiştirmeye yönelmiştir. 27 Eylül’de Beyrut, Baalbek ve Sur kentlerinde görkemli şekilde düzenlenen törenler ve 75 bin kişinin katıldığı gençlik kolları geçidi, bu alandaki iki önemli örnektir. Aynı şekilde, hem yerli hem yabancı unsurlardan oluşan İsrail ajan ağlarının çökertilmesi ve yeni Hizbullah lider kadrolarının korunması, iki önemli istihbarat başarısı olarak öne çıkmaktadır. Hizbullah, Aralık ortasından bu yana tetiğe dokunmamış olsa da, düşmanın sandığının aksine eli bağlı değildir ve Lübnan hükümeti de sonunda çözümü direnişin eylemlerinde bulacaktır.
Gazze’deki direniş de düşmanı ateşkesi kabul etmeye mecbur etmiştir. Bunun göstergesi, Netanyahu’nun 23 Eylül’de iç baskılar üzerine açıkça söylediği şu sözdür: “Ben Gidyon’un Arabaları Operasyonu’nu barışla bitirmek için başlatmadım.” İsrail, Gazze halkının önceliğinin geçim sıkıntılarını gidermek ve yıkılan evleri ile altyapıyı yeniden inşa etmek olduğunu varsayarak, direnişin ordunun saldırılarına yanıt vermeyeceğini düşünmektedir. Onların saldırılarının hedefi, Gazze’nin kuzeyine dönen siviller ve ailelerdir. Bunlar Siyonist rejimin iç krizini ve askeri istihbari zayıflığını telafi etmeye yöneliktir. Ancak İsrail, direnişin gücünü kabul ettikten sonra ateşkese razı olmuştur. İsrail bu politikayı sürdürmek niyetindedir fakat bunda başarılı olacağının garantisi yoktur. Direniş güçleri iş bölümü yapabilir; Eğer Hamas, imzalamış olduğu anlaşma nedeniyle sınırlı davranmak zorundaysa, İslami Cihad Hareketi ve anlaşmayı imzalamayan diğer Filistin direniş birimleri bu kısıtlamaya tabi değildir. Ayrıca Siyonist rejim, anlaşmayı ihlal ettiği anda Hamas’ın buna bağlı kalması da anlamsız hale gelir.
ABD ve Avrupa’nın desteğiyle Siyonist rejimin direniş eksenine yönelik hareketlerinin seyri, İran İslam Cumhuriyeti ve diğer direniş unsurları tarafından dikkatle değerlendirilmelidir. Bu ikiyüzlü politika da tıpkı önceki savaşlar gibi yenilgiyle sonuçlanmalıdır. Eğer direniş cephesi ister İsrail rejimi, ister ABD, ister üç Avrupa devleti tarafından olsun düşmanın her eylemine karşı caydırıcı bir karşılık belirlerse, bu politika çökecektir. Örneğin Hizbullah, “şu koordinatlar içinde gerçekleşen her asker eylemi misillemeyle karşılarız” ya da “siber saldırılarla yanıt veririz” şeklinde açıklama yapabilir. Filistin direnişi de, “her ateşkes ihlalini, İsrail güçlerine veya gayrimeşru yerleşimlere yönelik bir eylemle karşılarız” şeklinde açıklama yapabilir. Bu durumda Siyonist rejim, her hamlesini iki kez düşünmek zorunda kalacak ve büyük olasılıkla mevcut saldırılarını sonlandıracaktır. Direniş ekseninin bu tepkisi, aynı zamanda Siyonist rejimin işgal altındaki topraklardaki yenilgiye uğramış imajını yeniden inşa etmesini de engelleyecektir.
Sadullah Zarei