Suriye’de Sünni Muhalefet Ve Şara’nın Çıkmazı

Suriye’de Esad rejiminin düşüşünün ardından iktidarı ele alan yeni yönetim ve ülkenin geleceği, tarihsel bir dönüşümün eşiği ile derin hayal kırıklıklarının paradoksu arasında sıkışmış durumda. Esad’ın devrilmesinin yarattığı ilk heyecan ve “devrim” atmosferi zamanla dağılmış gibi görünüyor. Yeni yönetim, ideolojik referansı gereği kendisini Suriye’de Sünni Arapların temsilcisiymiş gibi konumlandırarak zaferi bu gruba armağan etti. Ancak bu durum, geleneksel Sünniliğin reddi üzerine kurulu Selefi cihadiliğin temsilcisi olan Şara destekçileri arasında bile kırılmalar yaratmaya başladı.

Özellikle rejim değişikliğini coşkuyla kutlayan Sünni entelijansiya arasında bir “tersine dönüş” (reverse) hali yaşandığını gösteren ciddi işaretler mevcut. Bu kesimler, diğer dini ve etnik gruplardan daha keskin ve sivri eleştiriler yönelterek, yeni yönetimin zafer psikolojisinden çıkıp gerçeklerle yüzleşmesi gerektiğini vurguluyor. Bu kırılmanın farklı nedenleri bulunuyor: Şara yönetiminin en büyük yanlışlarından biri, Sahil ve Süveyda’da yaşanan katliamlar sonrası ortaya çıkan onarılması zor güven kaybı. Bu olaylar, HTŞ içindeki selefi unsurlar veya belirli ÖSO grupları tarafından yapılmış olsa da yönetimin bunlara engel olamaması önemli bir zaafiyetti.

HTŞ’nin temsil gücü ve anayasal vatandaşlık

HTŞ geçmişinin siyasi hafızada yarattığı travmalar nedeniyle yönetim, kendisini Sünnilerin temsilcisi olarak gördükçe, anayasal vatandaşlığın tam olarak topluma nüfuz edemediği Maşrık Suriye’sinde, diğer etnik ve mezhebi gruplar (Kürtler, Aleviler, Dürziler ve Hristiyanlar) doğal olarak kendilerini yönetime bağlı hissetmiyor. Bu da, azınlıkların özerklik veya federasyon gibi taleplerini dile getirmesine, hatta dışarıdan yardım istemelerine ve azınlıklar arası bir dayanışma ve ittifak doğmasına yol açıyor.

Azınlıklara farklı bir siyasi ve ideolojik grup gibi davranan yeni yönetim, ganimetleri sadakat veya itaat ölçütüne göre dağıtarak daha katılımcı bir yapıyı dışlıyor. Bu durum, yönetime yönelik en belirgin eleştirel seslerin azınlıklardan değil, Suriye’de Sünni Arap çevresinden gelmesine yol açıyor. Nitekim seküler olanıyla dindarıyla Suriyeli aydınlar, devlet işlerindeki lalettayin tutumdan, gerekli özenin gösterilmemesinden, katılımcı bir yönetim biçimine ilgisizlikten ve geniş kesimlerin marjinalleştirilmesinden rahatsız görünüyor. Öte yandan devri sabık yaratma stratejisinin de Şara yönetiminin, muhalefeti boşa düşürmek için başvurduğu en önemli taktiklerden biri olduğunu görüyoruz.

Selefi cihadiliğin siyasal İslam’la kesiştiği yer

Fransız siyaset bilimci Oliver Roy, 1990’lı yıllarda yayımlanan eserinde, Siyasal İslam’ın geleneksel biçiminin (İhvan, Cezayir’deki FIS vb.) siyasi ve kültürel bir hareket olarak iflas ettiğini savunur. Roy’a göre bu iflasın ana nedenleri şunlardır:

Siyasal İslam, iktidara geldiğinde veya ana akım siyasete girdiğinde, eşitlikçi ve adil bir toplumsal söylem üzerine kurulu İslam Devleti’ni kurma hedefini gerçekleştirmek yerine, bizzat İslamcılar tarafından kültürel, ahlaki ve toplumsal muhafazakârlık düzeyine indirgenmiştir. Siyaset alanındaki başarısızlık, kimlik ve ahlakın yeniden inşasına odaklanmaya yol açmıştır.

Halbuki, ahlak ve kimliğin yeniden inşası denilen şey, konjonktürel bir şeydir, tüketim toplumuna geçişle birlikte ahlaki kodlar da çözünmeye başlar, bütün değerlerde bir aşınma meydana gelir. Toplumun ahlaki açıdan varsa bir açmazı, işte kapitalizmin özellikle de neo-liberal formunun değer tanımayan kodlarında yatmaktadır. Hem neo-liberal ekonomi modelini tatbik edip hem de geleneksel İslami kodlara uygun ahlaklı bir toplum beklemek abestir.

Karl Marx ve Friedrich Engels, “Komünist Manifesto”sunda geçen meşhur ifadesinde şunları söyler:

“Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey lağvediliyor ve insanlar nihayet kendi yaşam koşullarıyla, en temel ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.”

İslamcılığın da Selefi cihadiliğin kapitalizmi anlama kapasitesi

Öte yandan siyasal İslam, hareketler, toplumun sosyo-ekonomik sorunlarına (yoksulluk, işsizlik, kalkınma) İslami bir çözüm sunmak yerine, tüm sorunları İslami kimliğin ve şeriatın yokluğuna indirger. İktidara geldiklerinde pratik çözümler üretemezler. Batı’dan ithal edilen ulus-devlet, siyasi parti ve ekonomik model gibi modern kurumları eleştirir, ancak yerine etkili ve tutarlı İslami alternatifler koymakta başarısız olur. Nihayetinde klasik politik atraksiyonları aynen hayata geçirir ve bu durum, bu grupları sıradanlaştırır, diğerleriyle farkını ortadan kaldırır. Son tahlilde meydana gelen çözülme ve dejenerasyon ideolojisinin özünü zayıflatır.

Siyasal İslam’ın iflası, radikalizmin ve özellikle Selefi cihadiliğin yükselişine zemin hazırlamıştır, ancak Selefi cihadilik de iktidara geldiğinde siyasal İslam olarak nitelendirilen ve büyük ölçüde Müslüman Kardeşler’le özdeşleştirilen bir akıma dönüşür.

IŞİD’in savaş gücü ve yönetme kapasitesi

Son Arap baharı günlerinde IŞİD’in İngiltere büyüklüğünde toprak parçasını ele geçirdiği süreçlere bakıldığında, savaş ve yıkıcılık konusunda Selefi cihadi yapıların son derece etkili ve başarılı, ancak yönetme noktasındaki başarısızlığı açıkça görülmüştü. Ortaçağda üretilen fıkhın hiçbir koşullar gözetilmeden ve yeniden yorumlamaya tabî kılınmadan uygulanmaya çalışılırken mevcut küresel siyasal ve ekonomik sistemin işleyişi hakkında ya hiç ya da çok az bilgi sahibidirler. Odakları sürekli olarak cihad (savaş) üzerine olduğundan, uzun vadeli altyapı, eğitim, sağlık ve karmaşık ekonomi yönetimi gibi devletin temel gerekliliklerini sağlayamazlar.

Yönetimleri altındaki bölgeler genellikle yağma, vergilendirme, kaçakçılık ve fidye gibi kısa vadeli, rant arayışı odaklı yöntemlere bağımlıdır. Üretken, sürdürülebilir bir ekonomik model oluşturma yeteneği yoktur. Bu grupların ideolojisinin temeli olan tekfir (Müslümanları kâfir ilan etme) ve aşırı şiddet kullanımı, sadece düşmanlarla değil; kendi çizgisindeki gruplarla olan ilişkileri de zehirler. Şiddet, yönetimin bir aracı olmaktan çok, amacına dönüşür. Bu durum, yerel kabileleri, aşiretleri ve hatta diğer Sünni grupları bile kendilerine düşman etmelerine yol açar.

Uyguladıkları katı, merkeziyetçi ve yorumlanamaz yönetim modeli, yerel bağlamlara ve geleneklere uyum sağlayamaz. İslami hukuk yorumları, genellikle yerel ihtiyaçları ve geleneksel İslami uygulamaları göz ardı eden, aşırı dar ve radikal bir yorumdur. Bu katılık, yönetimin esnekliğini ve meşruiyetini yok eder. Selefi cihadist yapılar, evrensel düşmanlık ilkesi üzerine kuruludur. Bu ilke, onlara hiçbir bölgesel veya uluslararası aktörden meşru destek veya tanınma sağlama şansı vermez. Devlet kurma iddiaları uluslararası alanda kabul görmediği için, ekonomik yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve sürekli askeri hedef olma gibi sorunlarla karşı karşıya kalırlar. Bu izolasyon, yönetim yapılarının çöküşünü hızlandırır. Kısacası Selefi cihadi hareketler karmaşık modern devletin yönetilmesi için gereken araç setinden yoksundur.

Suriye’de Ahmed Şara’nın cumhurbaşkanlığını yapmış olduğu geçici yönetim, elbette klasik cihadi yapılardan bir ölçüde daha farklı bir siyasi anlayışa sahiptir. En azından daha pragmatik ve mevcut bölgesel koşullara uyum sağlamaya daha hevesli olduğu söylenebilir ancak Selefi cihadi hareketlerin içinde bulunduğu sorunların büyük bir bölümüyle maluldür. O yüzden Ahmed Şara yönetiminin Körfez, Türkiye ve ABD’nin güçlü desteğine rağmen, bazı mevzi kazanımlar dışında Suriye’de çoğulcu bir yapı inşa etmesi, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yönetim modeli ortaya koyması oldukça zor görünmektedir. Bu yüzden Suriye’nin her zamankinden daha fazla bölünme, dağılma ve çökme gibi tehditlerle karşı karşıya kaldığını söylemek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak yine de belirli koşullar dahilinde ve daha rasyonel birtakım politikalara yönelmesi durumunda Şara yönetiminin bu zor süreçleri atlatma şansı sıfır değildir. Bu, büyük ölçüde Selefi cihadi teorinin ve anlayışın büyük ölçüde bir kenara bırakılmasından geçmektedir. 

İslam Özkan

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın