Keyhan gazetesi genel yayın yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari, kaleme aldığı yazısında Fars Körfezi İşbirliği Konseyi dışişleri bakanları ile Avrupa Birliği’nin İran adaları konusundaki iddialarına tepki gösterdi.
Şeriatmedari’nin şu şekilde;
- Fars Körfezi İşbirliği Konseyi dışişleri bakanları ile Avrupa Birliği, ortak bir bildiri yayımlayarak ABD’nin İran’a ait üç ada üzerindeki egemenliğine ilişkin asılsız ve dikte edilmiş iddialarını gündeme getirdiler; bu kez İran’ın nükleer programını da buna eklediler! Oysa mevcut tüm belgeler apaçık ve açıkça Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Abu Musa adalarının İran egemenliğinde olduğunu göstermektedir ve Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı kukla yöneticiler — Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve Katar — bu gerçekte en küçük bir kuşkuya sahip değillerdir. Bu nedenle kesinlikle söyleyebiliriz ki, onların iddiası bir «yeraltı» diktesidir; yani ABD’nin sahip olduğu yetki konumundan onlara dikte ettiği bir talep ve toprak iddiası değildir.
2- Uluslararası hukukta ve sınırlar ile topraklara ilişkin mevzuatta, bir ülkenin bir bölge üzerindeki egemenliği birkaç yolla ispatlanır. Bunlar arasında «tarihi mülkiyet», fiili egemenlik — yani bayrak çekilmesi, yöneticilerin atanması, askeri varlık vb. — sayılabilir. Tüm bu hukuki ölçütler ve kriterler, üç adanın İran’a kesin egemenliğine işaret etmektedir. Uluslararası alanda tescil edilmiş en çok belge, Güney Basra Körfezi’ndeki bazı Arap ülkelerinin henüz fiilen var olmadığı, bazılarının ise «İran egemenliği altındaki bloklar» olduğu dönemlere ait belgelerdir. Bu belgelerin ve delillerin tamamı, Bahsedilen üç İran adası üzerinde BAE’nin egemenlik iddiasının Körfez İşbirliği Konseyi üyesi Arap ülkelerinin inisiyatifine ve iradesine dayanamayacağını göstermektedir; esasen bu ülkeler defalarca gösterdi ki, Batılıların «arka bahçesi» rolünden öte bir yere sahip değillerdir.
3- Bu yazıda, önce üç adanın tartışmasız İran egemenliğini gösteren bazı belgelere değineceğiz. Daha önce de bazı vesilelerle anmış olduğumuz bu belgelere göz atın:
- 1830 yılında Kaptan G.B. Brucks, Hindistan Şirketi adına — İngiliz sömürge yönetimine bağlı olarak — Basra Körfezi’nin renkli bir haritasını hazırlar. İngiltere Dışişleri Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler arşivinde saklanan bu renkli haritanın nüshalarında Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Abu Musa adaları İran toprağı rengiyle gösterilmiştir. Kaptan Brucks, bu haritayı hazırlamak için yaklaşık 12 yıl boyunca Basra Körfezi bölgesinde bulunmuştur.
- 1835’te Samuel Hennell, İngiltere devleti tarafından Basra Körfezi’ndeki ülkelerin sınırlarını belirlemekle görevlendirilir. Hennell’in hazırladığı haritada denizde varsayımsal bir hat çizilmiş ve üç ada bu hattın kuzeyinde—yani İran tarafında—yer alıp İran’a ait kabul edilmiştir.
- Ertesi yıl, 1836’da Samuel Hennell’in yerine geçen Yüzbaşı Morrison, Hennell’in görevini devralır ve Körfez şeyhleriyle yapılan görüşmelerin onayladığı bir harita hazırlar. Bu haritada üç ada, İran’ın daha derinlikli sınırları içerisinde gösterilmiştir.
- 1881’de İngiliz donanması bölgenin bir kez daha haritasını çıkarır; o haritada da üç ada ile İran toprağı aynı renktedir.
- 1886’da İngiltere hükümetinin istihbarat dairesi İran haritasını, adalarla İran toprağını aynı renkte hazırlamış ve aynı yıl 12 Haziran’da bu harita İngiliz elçisinin tarafından Tahran’daki Nasereddin Şah’a teslim edilmiştir.
- 1908’de İran devleti Abu Musa’daki kırmızı toprak (demir yatağı) çıkarma imtiyazını Alman Venghaus şirketine verir; İngiltere, Almanya ile ilişkilerinin bozuk olmasından dolayı İran’a itiraz eder ve bu itirazında İngiliz şirketleri için çıkarma imtiyazı talep ederek İran’ın egemenliğini dolaylı olarak vurgular…
- Uzatmamak için birçok diğer belgeden — örneğin o dönemki İran hükümetlerinin Lengeh limanı ve adı geçen adalara vali ve valiler tayin etmelerine dair hükümlerin bir kısmı da bu kapsama dahildir — burada bahsetmiyoruz.
4- Şimdi Fars Körfezi İşbirliği Konseyi’nin bu dikte edilmiş iddiayı gündeme getirdiği zamanlama ve koşullara bir göz atın. Hepsi istisnasız, ABD ve İsrail ile Avrupa Birliği’nin (ABD ve siyonist rejiminin gereksiz takipçisi olarak) İran İslamî direnişinden korkuya kapıldıkları ya da İran İslam Cumhuriyeti’nin bilimsel ve askeri alanlardaki ilerlemelerinden ciddi biçimde endişe duydukları dönemlerde ortaya çıkmıştır; tam da bu tür zamanlarda Güney Basra Körfezi’ndeki «devlet görünümlü» yöneticiler (yani emirlerin itaatkâr piyonları) toplantılar düzenlemeye(!) ve üç adaların egemenliğine vurgu yapan bildiriler yayımlamaya zorlanmışlardır!
5- Yukarıdaki hususlar göz önüne alındığında, son Fars Körfezi İşbirliği Konseyi–Avrupa Birliği ortak bildirisiyle, İran ile ABD ve siyonist rejim arasında yaşanan son 12 günlük silahlı çatışmadan bağımsız olmasının mümkün olmadığı kolayca anlaşılmaktadır; ve cesaretle söylenebilir ki, bu bildiriyi ABD ve İsrail bölgedeki kukla hükümetlerine dikte etmiştir. Amaçları, 12 günlük savaşta yaşadıkları ağır yenilgiyi gölgelemektir.
6- Burada dikkat çekici bir nokta daha vardır. Fars Körfezi İşbirliği Konseyi üyesi ülkelerin bildirisini yayımladığı esnada, Amerika, siyonist rejim ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle Gazze’de 600 binden fazla (resmi olarak açıklanan 70 bin) masum ve mazlum Müslüman katledilmiş; bu vahşi katliam halen devam etmektedir. Bildiri yayımlayan kukla devlet başkanlarının aksine, dünyanın dört bir yanında, özellikle de ABD ve Avrupa’da geniş halk kitleleri Gazze’deki Müslümanlara destek için ayağa kalkmıştır. Siyonist rejim «Büyük İsrail» planını uygulamaya koymaktan söz ediyor; bu plan, bazı Arap ülkelerinin önemli topraklarının işgalini de kapsıyor. Siyonist rejim, ABD ve bildiriye imza atan bu Avrupa ülkelerinin desteğiyle Katar’a yönelik askeri saldırı gerçekleştirmiş ve diğer Arap ülkelerinin de benzer bir saldırı riskinden muaf olmadığını ilan etmiştir… Bu koşullarda İran İslamî rejimi, siyonist rejim, ABD ve Avrupa’ya karşı tek başına duruş sergileyen tek ülkedir. Tüm bu belge ve deliller varken, söz konusu bildirinin ABD ve siyonist rejim tarafından Körfez İşbirliği’ne dikte edildiği gerçeği hakkında en ufak bir kuşkuya düşülebilir mi?
7- Çözüm ne? Çareyi İmamımızın (rahmetullâh aleyh) şu sözlerinde bulalım:
“Her türlü zayıflık Müslümanlar arasında ve İslam ülkelerinde bulunan bozulma, hükümetlerdendir… Milletler, İslam’a ve milletlerin çıkarlarına aykırı davranan hükümetlerle, İran halkının devirdiği şah rejimiyle yaptığı gibi işlemelidir. Eğer bu, hükümetlerin milletlerle ters düştüğü yerlerde uygulanırsa, sorunlar çözülür ve yabancıların İslam ülkelerinden eli kesilir. Ben Allah’tan dilerim ki ya hükümetleri doğru yola getirir — İslam ve Müslümanların çıkarlarına uygun davranmalarını sağlar — ya da milletleri onların üstüne geçirir ki onlar (hükümetleri) yok edip kurutsunlar.”
Müslüman ülkelerdeki halklar, ancak bu önerilen reçeteyi uygulayarak, kukla yönetimlerin utancını üzerlerinden silebilirler.