Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Fahri Profesörü
Falk, İsrail'in uluslararası hukuk ihlallerini ile aleyhinde süren davalar ve
ABD'nin desteği hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Gazze'de 7 Ekim 2023'ten itibaren yaşananların "hem
beklendik hem de beklenmedik olduğu" yorumunu yapan Falk, İsrail Başbakanı
Binyamin Netanyahu'nun başbakan seçilip "İsrail tarihindeki en aşırı sağcı
hükümeti" kurmasının bugün yaşananlara kapı araladığını dile getirdi.
Falk, Netanyahu'nun hükümet programında yer alan "Büyük
İsrail" planının başta Batı Şeria ve Doğu Kudüs olmak üzere Filistin'in
işgal altındaki topraklarını İsrail'e katmayı içerdiğine işaret ederek,
"Bu bakımdan, bugün yaşananlar, İsrail-Filistin ilişkilerinin yeni bir
aşamasından ziyade bir devamıdır." dedi.
"Batı'nın liberal demokrasilerinin onayladığı ve
desteklediği ilk soykırım"
7 Ekim'den sonra yaşananlar ile öncesi arasındaki değişimin
İsrail tarafından halihazırda uygulanmakta olan apartheid sistemi, uluslararası
insancıl hukuk ihlalleri ve toplu cezalandırmanın "soykırım" olarak
tanımlanabilecek hale dönüşmesi olduğunu dile getiren Falk, "Yaşanan
değişim, insanlık tarihindeki en özgün ve somut soykırım örneğinin
yaşanmasıdır, çünkü (bu soykırım) gerçek zamanlı olarak kayıtlara
geçiyor." diye konuştu.
İsrailli liderlerin açıklamaları ve kullandıkları dilin
"soykırım işleme suçu niyetine" dair kanıtlar sunduğunu aktaran Falk,
"Bu, Batı'nın liberal demokrasilerinin onayladığı ve desteklediği ilk
soykırım olması gerçeğinin vurgulandığı oldukça sıra dışı bir durumdur."
değerlendirmesinde bulundu.
Batı ülkelerine "çifte standart" eleştirisi
Yaşananların sadece Gazze için değil uluslararası hukuk ve
demokrasi ile insan haklarını savunan ülkelerin tutumları açısından da
"dramatik olduğunu" dile getiren Falk, söz konusu ülkelerin konu
Filistin olunca çifte standart uyguladığını kaydetti.
Falk, "Bu çok dramatik bir olay ve jeopolitiğin
uluslararası hukuka karşısında daha önemli olduğunun oldukça dramatik bir
göstergesi olmaya devam ediyor." ifadesini kullandı.
Richard Falk, İsrail'in en büyük destekçilerinden biri olan
ABD'nin, Gazze'de yaşanan insanlık trajedisi hakkındaki söylemlerinde
gözlemlenen değişimlerin herhangi bir politika değişimine neden olup
olmayacağının İsrail'in bundan sonra atacağı adımlara bağlı olduğunu kaydetti.
Biden, "ince bir çizgide yürüyor"
Falk, ABD Başkanı ve 5 Kasım'da yapılacak seçimlerde
Demokrat Partinin adayı olması beklenen Joe Biden'in İsrail'e verdiği desteğin
özellikle ABD'li Müslümanlar arasında rahatsızlığa neden olduğuna dikkati
çekti.
Falk, "Biden şu anda, ABD'de kasım ayında ikinci kez başkan olmak için yürüttüğü seçim kampanyası ile Müslüman Amerikan toplulukları da dahil olmak üzere normalde Demokrat olan insanlardan gelen çok sayıda karşı çıkışla karşılaştığı seçim kampanyası sırasında bir tür ince ipte yürüyor." diye konuştu.
Başkanlık seçimlerinin yaklaşması ve Demokrat Partinin en
önemli seçmen gruplarından sayılan Müslümanlardan gelen eleştirilerin, Biden
yönetiminin söylemlerinin değişmesine neden olduğu değerlendirmesi yapan Falk,
öte yandan bu durumun da İsrail yanlısı bağışçıların baskısına yol açtığını
söyledi.
Netanyahu'nun taktiği "daha geniş bir savaş
çıkartmak olabilir"
Falk, yakın gelecekte Netanyahu'nun Birleşmiş Milletler (BM)
ve ABD ile ilişkileri nasıl dengeleyeceği konusunda ikilemle karşılaşacağı
değerlendirmesinde bulunarak, "Filistinlilerin önemli bir bölümünü Mısır
ya da Ürdün sınırlarına sürerek onlardan kurtulma ve Hamas'ı Filistin
mücadelesinde siyasi bir güç olarak ortadan kaldırmayı başarma politikalarının
başarısız olduğu açık." dedi.
Netanyahu'nun İsrail içinde de eleştirilerin odağında
olduğunu hatırlatan Falk, "Taktiğinin, dikkatleri Filistinlilere yönelik
politikaların başarısızlığından uzaklaştırmak için bölgede daha geniş bir savaş
yaratmak olması güçlü bir olasılık." ifadesini kullandı.
Falk, Biden'in İsrail ordusunun 1 Nisan'da Gazze'deki Deyr
el-Belah bölgesine düzenlediği ve Dünya Merkez Mutfağının (World Central
Kitchen-WCK) 6'sı yabancı biri de Filistinli olmak üzere 7 çalışanın öldüğü
saldırıyı desteklemezken, öte yandan İran'a verdiği yanıta desteğini
bildirdiğini hatırlatarak, "Bu da neredeyse İsrail'e, çatışmayı genişletme
ve İsrail ile işgal altındaki Filistin arasındaki ilişki üzerindeki baskıyı
azaltma yönünde bir sinyaldir." değerlendirmesinde bulundu.
İsrail ve Filistin çatışması dünyayı ikiye ayırdı
Saldırıda ölen WCK çalışanlarının 6'sının İsrail'i
destekleyen ülkelerin vatandaşları olduğuna dikkati çeken Falk, İsrail'in bu
nedenle uluslararası toplum karşısında imajını değiştirmeye yönelik adımlar
atmaya çalıştığını dile getirdi.
Falk, "Dikkat ederseniz, bu olay medyada,
Filistinlilerin çok daha ciddi ve büyük bir şekilde mağdur olduğu daha önceki
vahşetlerin alamadığı kadar yer buldu. Ve Netanyahu ilk kez yapıldığı iddia
edilen hata için özür diledi." diye konuştu.
7 Ekim'in ardından İsrail ve Filistin'i destekleyen ülkeler
ve geçmişleri arasında bir bağlantı olduğunu belirten Falk, şunları kaydetti:
"İsrail'i destekleyen tüm ülkelerin ya Avrupa'daki eski
sömürgeci güçler ya da dünyanın diğer bölgelerindeki yerleşimci sömürgeci beyaz
ülkeler, beyazların hakim olduğu ülkeler ve tabii ki ABD ve Kanada olduğunu
görürsünüz. Filistinlilerin yanında yer alanların tamamı ise ya dünyanın İslami
kesiminden, ya komşu ülkelerden, ya da Güney Afrika ve Nikaragua gibi Küresel
Güney'den. Yani çatışmanın jeopolitik bir özelliği var ve bir tarafa Küresel
Batı'yı, diğer tarafa da dünyanın geri kalanını koyuyor."
"BMGK'da veto yetkisine sahip üyeler kendi stratejik
çıkarlarını önemsiyor" eleştirisi
Falk, İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında süren
(UAD) dava ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) soruşturmasından çıkacak
kararlara İsrail’in uymasını beklemenin "naiflik" olacağını
söyleyerek, şunları kaydetti:
"İsrail'in uluslararası hukuka ve BM kararlarına uymama konusunda uzun yıllara dayanan tutarlı bir sicili var. Ve daha şimdiden BM'ye, UAD ve UCM'ye şikayetler üzerinde yargı yetkisini kullandığı için saldırmıştır. Temelde İsrail'e yönelik bu tür eleştirilerin bir tür antisemitizm olduğunu öne sürüyorlar."
UAD'ın ilan ettiği ihtiyatı tedbir kararlarının İsrail
tarafından dikkate alınmadığını ve ABD'nin veto yetkisine sahip olduğu BM
Güvenlik Konseyinin de bunları uygulamakta başarısız olduğunu belirten Falk,
yaptırım uygulama gücünün BM Güvenlik Konseyine ait olduğunu anımsattı.
Falk, "Veto yetkisine sahip olan Güvenlik Konseyinin
beş daimi üyesi, kendi stratejik çıkarlarının UAD'den çıkacak sonuçla
çatıştığını gördüklerinde, uluslararası hukuka ve BM'nin açık otoritesine saygı
göstermekle tamamen tutarsız olmasına rağmen veto etmekten çekinmezler."
eleştirisinde bulundu.
ABD'nin Güney Afrika'nın UAD'de İsrail aleyhine açtığı
davanın "hukuki değeri olmadığı ve dikkate alınmaması gerektiği"
yönündeki savunmasının UAD yargıçları tarafından desteklenmemesinin önemli bir
duruş olduğunu belirten Falk, bunun ABD'nin "jeopolitik taahhütleriyle
çeliştiğinde uluslararası hukuku ne kadar küçümsediğini gösterdiğini"
sözlerine ekledi./baran