Saldırının ertesi günü bölgede karadan ilerlemeye devam eden
İsrail ordusu tanklarla Refah merkezine ulaşmış durumda.
İsrail’in bu katliamı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın
işledikleri savaş suçları nedeniyle tutuklama emri çıkartmasının ardından
geldi.
Uluslararası Adalet Divanı da, İsrail'in Refah'a yönelik
saldırısını durdurmasını talep etmişti. Bunun ardından geçtiğimiz hafta
İsrail'in topyekün bir saldırıdan kaçındığına dair işaretler belirmişti. Ancak
bu işaretler, İsrail ordusunun saldırısının yerinden edilmiş insanlar için
kurulan çadır alanının bulunduğu Tel el-Sultan bölgesini bombalamasıyla sona
erdi.
Netanyahu hava saldırısını trajik bir kaza olarak tanımlasa
da, saldırı, tahminen 35 bin Filistinlinin hayatını kaybettiği, 80 bin
Filistinlinin yaralandığı, 10 bin kadar kişinin de kayıp olarak rapor edildiği
yedi ayı aşkın bir süredir devam eden İsrail saldırılarına yönelik dünya
genelindeki öfkenin doruk noktasına ulaşmasına neden oldu.
Gazze’deki savaş, yakında dokuzuncu ayını dolduracak. Bu
süre zarfında Netanyahu hükümeti, defalarca İsrail'in sivillere değil Hamas'a
yönelik güç kullandığını iddia etse de, savaşın gidişatı ve öldürülen sivil
sayısı bunun aksine işaret ediyor.
İsrail ordusu, savaşın başından beri saldırılarını Hamas'ın
askeri birimlerinin çok ötesine taşıdı. Okullar, hastaneler, su arıtma
tesisleri ve benzerlerinin yanı sıra gazeteciler, yardım görevlileri ve sağlık
personeli de İsrail saldırılarının ilk hedefleri arasındaydı. Batı Şeria'daki
Birzeit Üniversitesi’yle birlikte dünya sıralamasında yer alan iki Filistin
üniversitesinden sadece biri olan İslam Üniversitesi, savaşın başlamasından bir
haftadan kısa bir süre sonra bombalandı. O zamandan beri Gazze'deki tüm
üniversiteler yıkıldı veya hasar gördü.
Bu "orantısız güç" kullanımının temelinde,
İsrail’in 2006 yılında Lübnan'da Hizbullah'a karşı yürüttüğü savaşta Beyrut'ta
ortaya çıkan Dahiya doktrini yatıyor. Köklü bir kentsel isyanı mağlup etmenin
neredeyse imkansız olduğunu düşünen İsrail ordusu, bu doktrinle isyanları
bastırmak ve halk direncini kırmak için sivil bölgeleri de hedef almaya
başlamıştı.
İsrail ordusu, 1982'de ve 2006'da Lübnan'da yürüttüğü savaş
ve Gazze’de daha önce yaşanan çatışmalar sırasında, kentsel bir kontrgerilla
operasyonunda İsrail'in kayıplarının çok yüksek olacağını öngörüyordu.
Dahiya doktrini kapsamında, iki özel hedefe ulaşmak için
genel sivil nüfusa karşı uzun süreli ve kapsamlı güç kullanılıyor. Bu
hedeflerden birincisi, Gazze'de ayaklanmaya verilen desteği baltalayarak
Hamas’ın faaliyetlerini kısıtlamak. Daha uzun vadeli olan ikinci hedefse,
Gazze'de, işgal altındaki Batı Şeria'da ya da Güney Lübnan'da gelecekteki her
türden paramiliter hareketlere karşı caydırıcı olmak.
Diğer yandan, Gazze’de bugün süren savaş, İsrail açısından
oldukça kötü gidiyor. İsrail’in kapsamlı güç kullanımına ve Gazze'nin büyük bir
kısmının yok edilmesine rağmen Hamas ayakta kalarak kendini yeniden
yapılandırmaya devam ediyor.
İsrail’in başarısızlığı birkaç aydır halihazırda netlik
kazanmıştı. Netanyahu hükümetinin buradaki tek dayanak noktası Biden’ın henüz
İsrail'e yönelik tüm silah sevkiyatını kesmemesi ve ABD’yle İngiltere’nin
Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslarası Ceza Mahkemesi’nin kararlarını kabul
etmemesi.
Filistinli mülteci kampları, ilk olarak İsrail’in kurulduğu
1948 yılında Filistinlilerin sınır dışı edilmesi sırasında kaçan veya sınır
dışı edilen Filistinli mültecileri barındırmak için Birleşmiş Milletler Yardım
ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) tarafından kurulmaya başladı. Bu kamplar, yine
1948’deki Arap-İsrail savaşı ve 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra genişledi.
UNRWA’ya bağlı kamplar bugün Ürdün, Lübnan, Suriye, Batı Şeria ve Gazze’de
bulunuyor. Şu anda, bu ülkelerde 58'i resmi ve 10'u gayri resmi olmak üzere
toplam 68 Filistin mülteci kampı bulunuyor.
Gazze'deki mülteci kampları ilk olarak 1948'deki Arap-İsrail
savaşı sırasında evlerini ve geçim kaynaklarını kaybeden yüz binlerce
Filistinliyi geçici olarak barındırmak için kurulmuştu. Yaklaşık 75 yıl sonra
bu kamplar bölgedeki 1,7 milyon mültecinin çoğuna ev sahipliği yapıyor. Bu
kamplarda yaşayanlar, hayatta kalabilmek için insani yardımlara güveniyorlar.
Savaşın çıkmasından önce Gazze’deki kamplar dünyanın en
yoğun nüfuslu bölgelerinden biriydi. Kampların bulunduğu bölgede,
apartmanların, mağazaların ve pazarların dar sokaklarla birbirine bağlandığı
çok az açık alan var.
UNRWA’nın raporlarına göre gıdaya erişimde kıtlığın
yaşandığı kamplarda elektrik kesintileri de rutin hale gelmiş durumda.
Kamplardaki nüfusun yaklaşık yüzde 95'inin temiz suya sürekli erişimi yok.
Nüfusun neredeyse yarısı işsiz ve uygun iş fırsatlarına erişemiyor.
Yine UNRWA’nın verilerine göre, 1950’de kayıtlı Filistinli
mültecilerin toplam sayısı 750 binken, 2013'te bu sayı yaklaşık beş milyona
yükseldi.
Cebaliye, Refah, Han Yunus, Deir el-Balah, Maghazi, Bureij,
Nuseyrat ve Şati’den oluşan toplam 8 kamp, şiddetten kaçmak için Gazze'nin
kuzeyindeki evlerini terk eden binlerce insanla artık daha da kalabalık hale
geldi.
20. yüzyıldaki Refah katliamı, 12 Kasım 1956'da İsrail'in
Süveyş Krizi'nin ardından Sina Yarımadası'nı ve Gazze Koruma Bölgesi'ni işgal
etmesi sırasında meydana geldi. Mısır-Gazze sınırında yer alan Refah, İsrail
Savunma Kuvvetlerinin 1 Kasım'da Şeride'ye yaptığı ilk saldırı sırasında iki
işgal noktasından biriydi.
Daha önceki Han Yunus katliamında olduğu gibi, Refah'ta ve
yakınlardaki mülteci kampında 111 Filistinlinin İsrail ordusu tarafından
öldürülmesiyle ilgili taraflardan birtakım iddialar yer alıyor.
İsrail herhangi bir yanlış yaptığını ne inkar ediyor ne de
kabul ediyor, diğer yandan bir dizi mültecinin öldürüldüğünü kabul ediyor.
Mültecilerin işgalci orduya direnmeye devam ettiği de iddia ediliyor.
Filistinlilerse, cinayetler meydana geldiğinde tüm direnişin
sona erdiğini ileri sürüyor. Hayatta kalan Filistinlilerin ifadelerine göre
İsrail askerleri, Filistinli fedayilerin ve Mısır Ordusu'nun Filistin
Tugayı'nın üyelerini ortadan kaldırmak amacıyla Gazze’de on beş yaşın
üzerindeki erkek bireyleri topladı. İsrail, 1 Kasım 1956'dan 7 Mart 1957'ye
kadar süren işgal sırasında İsrail askerlerine yönelik her türlü saldırıdan
sivil halkın toplu olarak sorumlu tutulacağını ilan etti. Esir alınan Filistinlilere
yönelik düzinelerce yargısız infaz gerçekleşti, İsrail güçleri Han Yunis gibi
bölgeleri tararken yüzlerce sivil öldürüldü. Bu dört aylık dönemde İsrail
askerleri tarafından öldürülen Filistinlilerin toplam sayısına ilişkin veriler
930 ila 1200 kişi arasında değişiyor. Refah’ın o dönemki nüfusu 330 bindi.
İsrail, en büyük müttefiki ABD’nin tüm çabalarına rağmen
uluslararası arenada meşruiyet kaybı yaşıyor.
İsrail, savaşın başından bu yana dünya genelinde yapılan
geniş çaplı sokak eylemleriyle küresel tepkilerin odağında olmuştu. ABD’de
başlayan, sonrasında Avrupa’ya sıçrayan üniversite eylemleri de bu eylemlerin
son halkası olmuştu. Söz konusu eylemlere başta ABD ve Almanya olmak üzere
birçok Batılı hükümet müdahale etmişti.
Mülteci kampına yönelik saldırının ardından İsrail’e yönelik
birçok ülke ve uluslararası kuruluş kınama mesajı yayımladı. Kınayanlar
arasında savaş sürecinde İsrail’in katliamlarına uzun süre sessiz kalmış Batılı
yetkililer de bulunuyor.
AB dış politika şefi Josep Borrell, X üzerinden yaptığı bir
paylaşımda saldırıları "en güçlü ifadelerle" kınadı.
Borrell ayrıca Uluslararası Adalet Divanı'nın kararı
uyarınca İsrail'in askeri harekatı durdurması yönündeki talebini de yineledi.
Birleşmiş Milletler'in Orta Doğu elçisi Tor Wennesland da
Refah'taki saldırıdan "derin rahatsızlık duyduğunu" söyledi.
Wennesland, açıklamasında, "İsrail otoritelerini bu
olayla ilgili kapsamlı ve şeffaf bir soruşturma yürütmeye, herhangi bir
yanlışlığın sorumlularından hesap sormaya ve sivilleri daha iyi korumak için
acil adımlar atmaya çağırıyorum" dedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da, "İsrail'in
Refah'ta çok sayıda yerinden edilmiş kişinin ölümüne yol açan saldırılarından
öfkeli olduğunu" söyledi.
Macron, X hesabından yaptığı paylaşımda, "Bu
operasyonlar durdurulmalı. Refah'ta Filistinli siviller için güvenli alanlar
yok. Uluslararası hukuka tam saygı ve derhal ateşkes çağrısında bulunuyorum”
dedi.
İtalya hükümeti de yaptığı açıklamada, İsrail'in Gazze'deki
Filistinli sivillere yönelik saldırılarının “artık” haklı gösterilemeyeceğini
söyledi. Bu, Roma'nın İsrail'in operasyonuna şimdiye kadar yaptığı en güçlü
eleştirilerden biri oldu.
İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto, SkyTG24 TV'ye yaptığı
açıklamada, "Filistin halkının, Hamas'la hiçbir ilgisi olmayan masum
erkek, kadın ve çocukların hakları gözetilmeden sıkıştırıldığı, giderek
zorlaşan bir durum var ve bu artık haklı gösterilemez" dedi.
Mısır Dışişleri Bakanlığı da, İsrail'i mülteci merkezini
kasıtlı olarak "bombalamakla" suçlayan bir bildiri yayımlayarak,
İsrail'i Refah'ta "Uluslararası Adalet Divanı'nın askeri operasyonların
derhal durdurulması yönünde emrettiği tedbirleri uygulamaya" çağırdı.
Katar Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada da,
saldırının diplomatik yansımaları olabileceği ve ateşkes ve rehinelerin serbest
bırakılması anlaşmasına yönelik görüşmeleri engelleyebileceği belirtildi.
Doha, "bombalamanın devam eden arabuluculuk çabalarını
karmaşıklaştıracağı ve acil ve kalıcı bir ateşkes için anlaşmaya varılmasını
engelleyeceği yönündeki endişesini" dile getirdi.
Suudi Arabistan ve Ürdün de saldırıya ilişkin bir kınama
mesajı yayımladı.
Hamas’ın saldırılarını öne sürerek İsrail’i Gazze savaşında
başından beri destekleyen İngiliz sunucu Piers Morgan da, İsrail’in katliamına
tepki gösteren isimlerden biri oldu.
Morgan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu İsrail'in
Refah'a yönelik "savunulamaz" saldırıları nedeniyle eleştirdi.
İngiliz muhafazakar siyasi yorumcu Morgan, X'e yaptığı
paylaşımda İsrail'in Gazze'ye yönelik son saldırılarıyla ilgili endişelerini
dile getirdi.
Morgan, "Refah'ta gece boyunca yaşanan manzaralar
korkunç. İsrail'in 7 Ekim'den sonra kendini savunma hakkını savundum, ancak bu
kadar çok masum insanı mülteci kampında sindirirken katletmek savunulamaz.
Artık bunu durdurun @netanyahu" dedi.
Morgan, ayrı bir yazısında da şöyle dedi:
"IRA İngiltere'de insanları öldürürken, teröristler
siviller arasında yaşadığı için Belfast'a 2000 lb'lik bomba atmadık."
İsrail Dışişleri Bakanlığı Siyasi Direktör Ofisi çalışanı
Yaari Cohen’se, Morgan'a şöyle yanıt verdi:
"Piers, bir gazetecinin Refah'taki saldırının 2 üst
düzey Hamas komutanını hedef alan hassas bir saldırı olduğunu söylemesinin
basiretli olacağını düşünüyorum."
Ayrı bir gönderide Cohen, 45 kişinin hayatını kaybettiği
saldırıda iki Hamas üyesinin, Yasin Rabia ve Halid Nagar'ın öldürüldüğünü
savundu.
Modern tarih, savaşlarda sivillere dönük katliamların
ardından uluslararası meşruiyetini yitiren emperyalist müdahalelerin
örnekleriyle dolu.
Bunlardan en öne çıkanı, 20. yüzyılda ABD’nin yürüttüğü
Vietnam Savaşı'ydı.
ABD’nin 1963-1973 yılları arasında dahil olduğu Vietnam
Savaşı’nda asker başına atılan mühimmat miktarı İkinci Dünya Savaşı'na göre 26
kat daha fazlaydı.
Kara birlikleri arama ve yok etme görevlerine başlamadan
önce, köylerle dolu geniş alanlar karadan ve havadan bombalandı.
"Hareket eden her şeyi öldürün" sözü, birlikleri
kendi operasyon alanlarında katliamlar gerçekleştiren bazı ABD’li
komutanlarının askerlerine verdiği temel emir olmuştu.
ABD savaşta 58 binden fazla kayıp verirken, tahminen iki
milyon Vietnamlı sivil öldürüldü, 5,3 milyonu yaralandı. ABD hükümetinin
rakamlarına göre yaklaşık 11 milyon Vietnamlı kendi ülkelerinde mülteci oldu.
ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaş, 68 hareketlerinin önde
gelen başlıklarından biriydi.
Savaş nedeniyle ABD, dünyanın birçok ülkesinde büyük
kitlelerce protesto edildi. Amerikan karşıtlığının yükseldiği bu dönemde
ABD’nin birçok eyaletinde de geniş çaplı öğrenci hareketleri ortaya çıkmıştı./sol