Donald Trump'ın ABD başkanlığına gelmesinden bu yana geçen
birkaç hafta içinde, Tahran-Washington müzakerelerine ilişkin söylentiler
giderek yoğunlaşıyor. Daha önce tün karşı çıkmalara rağmen dolaylı olarak başlatılan
müzakereler, "Kapsamlı Ortak Eylem Anlaşması" (OKEP) ile sonuçlandı.
Ancak Trump, başkanlığının ilk döneminde, İran'ın yapıcı iş
birliğine rağmen anlaşmadan tek taraflı olarak çekilerek "azami
baskı" çerçevesinde İran'a karşı en ağır yaptırımları uyguladı.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei bu gelişmeler nedeniyle
geçen Cuma günü yaptığı bir açıklamada "ABD ile müzakere hiçbir sorunu
çözemez. Bunun nedeni tecrübe. Böyle bir hükümetle müzakere yapılmamalı.
Müzakere akıllıca ve mantıklı değil, onurluca değil" dedi.
JCPOA'nın yanı sıra, ABD'nin dünyadaki diğer ülkelerle
yaptığı taahhüt ve anlaşmaların geçmişine bakıldığında, bu müzakerelerin ne
kadar boş, hatta zararlı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tamamlanmamış Washington-Moskova askeri paktları
ABD ile Rusya ve daha önce Sovyetler Birliği arasındaki
ilişkiler her zaman rekabet ve birçok durumda ikili anlaşmaların ihlali ile
karakterize edilmiştir. Soğuk Savaş'tan bu yana iki ülke arasında çok sayıda
anlaşma imzalandı, ancak bunların çoğu ABD tarafından ihlal edildi.
Bu makalede bu antlaşmaları incelemeye çalışacağız.
*Geçen seferki yazımızda ABD ile Libya arasındaki
müzakereler ve anlaşmaların sonucunu ele almıştık.
ABD ile Sovyetler Birliği arasında 1972 yılında imzalanan
Anti-Balistik Füze Anlaşması, füze savunma sistemlerinin geliştirilmesi ve
konuşlandırılmasının sınırlandırılmasını amaçlıyordu .
Anlaşma, her ülkenin sadece iki füze savunma sistemine sahip
olmasını belirliyordu; daha sonra bu sayı bire düşürüldü. Bu anlaşmanın temel
amacı, iki nükleer güç arasında tek taraflı üstünlük yaratılmasını önlemek ve
stratejik dengeyi korumaktı. Zira füze savunma sistemlerinin yaygın bir şekilde
geliştirilmesi, karşılıklı caydırıcılık kavramını ortadan kaldırabilir ve yeni
bir silahlanma yarışını tetikleyebilir.
Ancak 2002 yılında George W. Bush yönetimi, üçüncü
ülkelerden gelebilecek olası tehditlere karşı füze savunma sistemlerinin
geliştirilmesi gerekliliğini öne sürerek anlaşmadan tek taraflı olarak çekildi.
Bu eylem Rusya tarafından sert tepkiyle karşılandı. Zira Rus yetkililer
çekilmeyi stratejik anlaşmaların ihlali ve nükleer dengeye tehdit olarak
değerlendirdiler. Bu eylemin ardından Rusya'nın hipersonik sistemler gibi
gelişmiş füze sistemleri geliştirme planlarını da genişletmesi, iki ülke
arasındaki silahlanma yarışının yoğunlaşmasına yol açtı.
1987 yılındaki
Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) Anlaşması
Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması, 500 ila 5.500
kilometre menzilli balistik ve seyir füzelerinin imhasını amaçlayan, 1987
yılında ABD ile Sovyetler Birliği arasında imzalandı.
Bu anlaşma, Soğuk Savaş dönemindeki en önemli silah kontrol anlaşmalarından biri olarak, iki süper güç arasındaki nükleer gerginliğin azaltılmasına yardımcı oldu.
Bu antlaşmayla iki taraf yalnızca bu füzeleri üretmekten ve
konuşlandırmaktan kaçınmakları değil, aynı zamanda mevcut füzelerin de imha
etmeyi taahhüt ediyordu. Bu antlaşma, Doğu ile Batı arasındaki silahlanma
yarışının azaltılmasında bir dönüm noktası olarak kabul edildi ve START gibi
sonraki silahlanma anlaşmalarının önünü açtı.
Ancak 2019 yılında Donald Trump yönetimi, bu anlaşmanın
Rusya tarafından ihlal edildiğini gerekçe göstererek ABD'nin anlaşmadan
çekileceğini duyurdu. ABD, Rusya'nın anlaşmada belirlenen sınırların ötesinde
menzile sahip yeni füzeler geliştirip konuşlandırdığını iddia etti; ancak
Moskova, ABD'nin bu iddiayı destekleyecek güvenilir bir kanıt sunmadığını
söyleyerek suçlamaları reddetti.
ABD'nin anlaşmadan çekilmesinin ardından Rusya artık
taahhütlerini yerine getirmeyeceğini açıkladı
Bu hamle, silahlanma yarışının geri dönmesi ve nükleer
tehditlerin artması konusunda küresel endişeleri artırdı. Zira bu antlaşmanın
feshedilmesi, iki ülkenin orta menzilli nükleer füzelerini kısıtlama olmaksızın
konuşlandırmasına olanak tanımıştır.
Ayrıca bazı uzmanlar, ABD'nin bu anlaşmadan çekilmesinin,
Asya ve Avrupa'da yeni füzeler geliştirip konuşlandırmak için bir bahane
olduğunu ve bunun da Rusya ve Çin ile gerginliğin artmasına yol açtığı
kanaatinde. Bu kararın uluslararası güvenlik açısından çok geniş kapsamlı
sonuçları oldu ve yeni bir silahlanma yarışının olasılığını artırdı.
1990 yılındaki
NATO genişlemesi konusunda sözlü anlaşma
1990 yılında Almanya'nın
yeniden birleşmesi müzakereleri sırasında Sovyet yetkililer NATO'nun doğuya
doğru genişlemeyeceğine dair garanti talep ettiler. Bu görüşmeler sırasında
dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Sovyet Lideri Mihail Gorbaçov'la
yaptığı görüşmede NATO'nun "bir santim bile doğuya doğru"
genişlemeyeceğini belirtmişti. Bu taahhüt bazı Batılı yetkililer tarafından
başka diplomatik görüşmelerde de tekrarlandı ve Sovyetler Birliği'nin NATO
üyeliği şeklinde Almanya'nın yeniden birleşmesine onay verdiğini açıklamasıyla
sonuçlandı.
Ancak bu vaadin aksine NATO, 1990'ların sonlarından itibaren
istikrarlı bir şekilde doğuya doğru genişliyor ve Polonya, Macaristan, Çek
Cumhuriyeti ve Baltık ülkeleri gibi Doğu Avrupa ülkeleri de askeri ittifaka
katılıyor. NATO'nun genişlemesi, Rusya ile Batı arasındaki gerginliklerde,
özellikle de Ukrayna krizinde önemli bir etken olmuştur; zira Moskova bunu
kendi güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit olarak görmektedir.
Rusya, NATO'nun sınırlarına doğru genişleyerek güç dengesini
kendi aleyhine değiştirdiğini ve Batı'nın Rus nüfuzu altındaki bölgelere askeri
müdahalelerde bulunması için gerekli koşulları yarattığını düşünüyor. Rusya'nın
tüm endişelerine rağmen ABD, son bir yıldır İsveç ve Finlandiya'yı NATO'ya
katarak Moskova ile gerginliği tırmandırmaya devam etti.
1992 yılındaki
Açık Semalar Anlaşması (OST)
1992 yılında
imzalanan Açık Semalar Anlaşması, üye ülkeler arasında askeri şeffaflık
yaratmayı amaçlayan en önemli uluslararası anlaşmalardan biri olarak kabul
ediliyordu.
Anlaşma, tarafların birbirlerinin toprakları üzerinde
silahsız keşif uçuşları yaparak diğer tarafın askeri hareketleri ve
faaliyetleri hakkında bilgi toplamalarına olanak tanıyordu.
Anlaşmanın temel amacı, şüpheleri azaltmak, istenmeyen
çatışmaları önlemek ve özellikle ABD ile Rusya arasında ülkeler arasında güven
tesis etmekti. Anlaşma, askeri faaliyetlerin izlenmesi ve silah kontrolü
taahhütlerinin doğrulanması için önemli bir araç görevi gördü ve anlaşmaya
30'dan fazla ülke katıldı. Ancak 2020 yılında Donald Trump yönetimi, Rusya'nın
taahhütlerini ihlal ettiği iddialarını gerekçe göstererek ABD'nin anlaşmadan
çekileceğini duyurdu. ABD, Rusya'nın Kaliningrad bölgesi ve Gürcistan sınırına
yakın bazı bölgelerde keşif uçuşlarına kısıtlamalar getirdiğini iddia etti.
Rusya ise suçlamaları reddederek, tüm gözetleme uçuşlarının anlaşma hükümlerine
uygun olarak gerçekleştirildiğini ileri sürdü.
ABD'nin çekilmesinin ardından Rusya, ABD'nin anlaşmaya geri
dönmemesi halinde kendisinin de anlaşmadan çekilebileceğini açıkladı. ABD ve
ardından Rusya'nın Açık Semalar Antlaşması'ndan çekilmesi, iki ülke arasındaki
askeri işbirliğinin gerilemesinin ve jeopolitik gerginliğin artmasının önemli
işaretlerinden biriydi ve bunun uluslararası güvenliğe etkileri sürüyor.
ABD New START anlaşmasına sırt çevirecek mi?
START Anlaşması (Stratejik Nükleer Silahların Azaltılması
Anlaşması), ilk olarak 1991 yılında ABD ile Sovyetler Birliği arasında
imzalandı. Bu anlaşmanın temel amacı stratejik nükleer silahların sayısını
azaltmak ve daha fazla nükleer silahlanma yarışının önüne geçmekti.
Anlaşma özellikle kıtalararası balistik füzelerin (ICBM),
denizaltından fırlatılan seyir füzelerinin (SLBM) ve stratejik bombardıman
uçaklarının azaltılmasına odaklandı. Bu anlaşma, Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte ABD ile Rusya arasında yeni nükleer
ilişkilerin temelini oluşturdu. START Anlaşması 2009 yılına kadar geçerliydi.
2010 yılında ABD ile Rusya arasında "Yeni START" adı altında yeni bir
anlaşma imzalandı. Nükleer silahların azaltılması sürecini devam ettirebilmek
için bu anlaşmayla her ülkenin sahip olduğu stratejik silah sayısı 1.550
nükleer savaş başlığıyla sınırlandırılıyor ve füze fırlatma sistemlerinin
sayısı 800'e düşürülüyor.
Anlaşmada ayrıca iki ülkenin nükleer tesislerinin dönemsel
olarak denetlenmesi de dahil olmak üzere şeffaflık ve denetime yönelik önemli
tedbirler yer alıyor. Yeni START, Soğuk Savaş sonrası dönemde stratejik
istikrarı güçlendirmek ve nükleer savaş risklerini önlemek amacıyla tasarlandı.
ABD, bugüne kadar Yeni START Anlaşması'ndan çekilmedi ve anlaşma, uzatılmadığı
veya değiştirilmediği takdirde 2026'ya kadar geçerliliğini koruyacak. Ancak son
yıllarda ABD-Rusya ilişkileri daha da karmaşık bir hal aldı ve çeşitli
dönemlerde bazı ABD yetkilileri anlaşmadan çekilme veya taahhütleri azaltma
tehdidinde bulundu.
Sonuç
ABD, farklı yönetimler altında Rusya ile yaptığı ikili
anlaşmalardan defalarca çekildi veya bunları bir şekilde ihlal etti. Bu
eylemler, yalnızca iki ülke arasındaki silahlanma yarışının tırmanmasına ve
güvensizliğin artmasına yol açmakla kalmadı, aynı zamanda uluslararası
güvenliğin geleceği konusunda küresel düzeyde daha geniş endişeleri de gündeme
getirdi.
Örneğin iki süper güç arasındaki nükleer dengeyi ve
stratejik güvenliği doğrudan etkileyen Anti-Balistik Füze Anlaşması ve Orta
Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan çekilmesi. Bunlar, ABD ile Rusya
arasındaki ilişkilerde ciddi sorunlara yol açan konulardan sadece birkaçı.
Bu durum sadece yeni bir silahlanma yarışına yol açmakla kalmadı,
aynı zamanda büyük ülkeler arasında daha derin kırgınlıklar ve bölünmeler
yarattı.
Şimdi, bu kadar ciddi bir taahhütte bulunmama durumuyla
birlikte, akla şu soru geliyor: Sadece JCPOA'dan değil, aynı zamanda Rusya ile
Açık Semalar Anlaşması ve Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Yasağı Anlaşması gibi
çeşitli anlaşmalardan da çekilen ABD, özellikle de Trump ile kazan-kazan
anlaşmasına nasıl ulaşılabilir?/mehr