Hz. Hasan Askeri'nin Tebliğ Metodu

GİRİŞ: 05.12.2019 08:46      GÜNCELLEME: 05.12.2019 08:46

Rasthaber -   İmam Hasan Askerî'nin (a.s) içinde bulunduğu genel ortam ve onu bekleyen temel görev, yani onun gaybet asrıyla zuhur asrı arasında köprü vazifesi iyice belli olduktan sonra İmam Hasan Askerî'nin görevi şu şekilde belirginleşti:

1- Yöneticilerle ilişkilerde hikmetli ve dikkatli olma.

2- Şüphelere cevap verme ve risaletin harimini müdafaa etme.

3- Sapkın akımlara karşı mücadele etme.

4- Hak dinine davet etme.

Yöneticilerle İlişkilerde Hikmetli ve Dikkatli Olma

Mevcut yönetim, İmam Hasan Askeri'ye (a.s) karşı şu tür icraatlara başvuruyordu:

1- Onu saraya yaklaştırmak, İmam'a (a.s) izzet ve ikramda bulunuyormuş gibi görünmek.

2- İmam'ın bütün hâllerinin şiddetli ve sürekli bir şekilde kontrol altına alıp gözetlemek

3- Durum gerektirdiğinde İmam'ı (a.s) hapsetmek, evini basmak ya da ona suikast düzenlemek gibi İmam'a karşı sert tutum içinde olmak.

İmam (a.s), yönetimin, oğlunu ortaya çıkarmaya ya da mümkün olduğu takdirde doğmasını engellemeye, ayrıca İmam'ın (a.s) tâbileri ve taraftarlarıyla ilişkisini koparmaya çalışan katı uygulamalara karşı dikkatli ve uyanık olma durumundaydı. İleride İmam Hasan Askerî'nin (a.s), yöneticilerin İmam Mehdi'yi (a.s) açığa çıkarmalarına karşı sergilediği dikkat ve araçlara işaret edeceğiz.

İmam (a.s), başkente ulaşan delegeler aracılığıyla meydana gelen fırsatlardan sürekli yararlanıyor, tâbileriyle muhtelif zeki yöntemlerle irtibata geçiyordu. Böylece birtakım mallar ve İmam'ı (a.s) ilgilendiren bazı haberler de kendisi-ne ulaşıyordu.

Ayrıca İmam'ın (a.s) vekillerinin nüfuz alanının geniş olması, tâbilerinin İmam'la (a.s) doğrudan irtibata geçme za-ruretini azaltmakta, İmam'ın (a.s) izlediği gizli hareket etme siyaseti, yönetime İmam'ın faaliyetlerinin sınırlı olduğu ya da faaliyetlerini dondurduğu izlenimini vermekteydi.

Şüphelere Cevap Verme

İmam Hasan Askerî'nin (a.s) çağında karşılaştığı en önemli faaliyetlerden biri de, Müslüman filozoflardan Kindî'nin başını çektiği yıkıcı faaliyetlere karşı sakin ve hikmetli bir şekilde karşı koymasıydı. Kindî, ilk bakışta birtakım çelişkiler içerdiği yönünde bir izlenim veren müteşabih ayetleri bir araya getirmekte ve bunları yaymaya niyet etmekteydi. Bu girişim ise, risalet ve peygamberliğin senedi, aynı zamanda ilk İslâmî yapının sembolü olan Kur'ân-ı Kerim'i hedef almaktaydı.

Kimse bu faaliyetlerin avamdan Müslümanların geneli üzerinde bıraktığı olumsuz etkiye ya da bu çabanın tehlikesine dikkat etmiyordu. Bu çaba ayrıca İslâm düşmanlarının eline koz da vermekteydi. Ancak İmam (a.s) bu girişimlerin farkına vararak onları daha beşikteyken ve doğmadan yok etmişti. Olay şöyle gelişti:

Bir gün Kindî'nin öğrencilerinden biri İmam Hasan Askerî'nin (a.s) yanına girdiğinde, İmam (a.s) ona dedi ki: "İçinizde hocanız Kindî'nin Kur'ân hakkında söyledikleriyle ilgili hususlara cevap verecek olgun bir adam yok mu?"

Öğrenci de dedi ki: "Biz onun öğrencileriyiz, ona bu ya da başka konuda nasıl itiraz edebiliriz?"

İmam, "Peki söylediklerimi ona iletir misin?" deyince, o da, "Evet, buyurun." dedi.

Bunun üzerine İmam (a.s) dedi ki:

"Onun yanına git, onunla ünsiyet kurmada güzel davranmaya ve üzerinde düşündüğü konularda ona yardımcı olmaya çalış. Bu konuda aranızda ünsiyet oluşunca ona de ki: "Aklıma sana sormak istediğim bir mesele geldi." O senden sorunu kendisinden sormanı isteyecektir. Ona de ki: "Şu Kur'ân'ı okuyan kimse yanına gelip de okuduğu ayetlerden maksadının senin ileri sürdüğün görüşlerin dışında bir anlam olduğunu ileri sürmesi mümkün müdür?" O da sana "Mümkündür." diyecektir. Çünkü o, bir şeyi duyduğunda anlayacak kadar zekidir. Bu cevabı verdiğinde ona de ki: "O hâlde onun, senin ileri sürdüğün görüşün dışında bir şey kastettiğini, böylece onu anlamı dışında yorumladığını nerden bileceksin?"

Bunun üzerine adam hocası Kindî'nin yanına gitti, aralarında (İmam'ın bahsettiği şekilde) ünsiyet oluşunca, sorusunu Kindî'ye yöneltti. Kindî, "Söylediklerini tekrarla." A-dam sözlerini tekrarlayınca Kendi kendine bir süre düşündü, sonra da bunun dil ve akıl açısından muhtemel olduğunu gördü. Kindî ona, "Allah rızası için bunu nereden öğrendiğini bana söyle." dedi. Öğrenicisi ona, "Aklıma gelen bir meseleydi, kafama takıldığı için sana sordum." deyince, Kindî, "Hayır, senin gibi biri ne bu meseleye vâkıf olabilir, ne de bu mertebeye ulaşabilir. Söyle bana bunu sana kim anlattı?" dedi.

O da, "Bunu bana Ebu Muhammed Askerî söyledi." deyince Kindî, "Şimdi doğru söyledin, böyle bir şey ancak böyle bir evden çıkabilir." dedi, sonra ateş istedi ve yazdığı her şeyi yaktı.[1]

İmam'ın (a.s) bu tutumu, onun İslâmî risalete uzaktan ya da yakından zarar verebilecek her türlü fikrî ve ilmî faaliyetleri yakından takip ettiğini göstermektedir. Ayrıca bunun doğru inancın gelişmesi ve Şia'yı şek ve şüphelerden uzak tutması konusunda büyük rolü vardır. İşte bu, yüzyıllar boyunca dostlarına ve Şiîlerine ders olması için İmam'ın (a.s) başka mezheplerle fırkalara ve fikrî sapmalara karşı izlediği bir üsluptur.

Yine bir rahibin yağmur duası hadisesi ve bunun Müslümanların geneli üzerinde meydana getirdiği olumsuz etki konusunda da durumu ancak İmam Hasan Askerî'nin (a.s) düzelmesi mümkündü. Zaten yönetim de, İmam'ın (a.s) bu çok seçkin yerinin farkındaydı; bu nedenle sek ve şüphe hâsıl olduğunda, ondan dedesinin ümmetini savunma işini üstlenmesini istemekteydi.

Nitekim İmam (a.s) bunda başarılı olmuş, şeriat ve İslâmî yapının haklılığının bir yansıması olarak bütün şek ve iphamları ortadan kaldırmıştı. Böylelikle İmam (a.s), İslâm ümmetini ve İslâmî yapıyı çöküş ve yıkımdan kurtarmıştı.

Sapkın Akımlarla Mücadele Etme

Müslümanlar, Peygamberimizden (s.a.a) sonra ihtilâfa düşmüş, iki fırkaya ayrılmışlardı. Fırkalardan biri Hz. Peygamber'den (s.a.a) gelen açık naslara, net açıklamalara rağmen içtihatta bulunmuş, diğeri ise yaşamında ve hareketlerinde nassa ve Hz. Peygamber'in yoluna bağlı kalarak izinde yürümüştü.

İslâm devletinin tarihi uzadıkça da her fırka başka kollara bölündü; Mürcie, Mutezile ve Hz. Ali'nin yönetimi esnasında Sıffin vakasından sonra meydana gelen Haricîler gibi farklı fırkalar ortaya çıktı.

Bu arada, risaletin ve İslâmî inancın hamisi olan İmam Hasan Askerî'nin ataları temiz İmamlar (üzerlerine selâm olsun) ise, kendi çağlarındaki sapkın fırkalara karşı mücadele ettiler. Ama her imamın, Müslüman ümmetin inhirafına neden olacağından endişe ettikleri sapkın fırkalara karşı ayrı bir tutumu vardı

1- İmam Hasan Askerî ve Seneviyye

Seneviyye, İmam Hasan Askerî (a.s) döneminde var olan akımlardandı. Bunlar, kadimle birlikte ondan daha önce mevcut olan başka bir kadimin varlığına inanan kimselerdir. Bazıları ise bunları, hem iyiliğin mebdeinin, hem de kötülüğün mebdeinin olduğunu ileri süren, bu iki mebdein de zulmet ve nurdan ibaret olduğunu söyleyen Mecusî fırkalar olarak adlandırıyorlar.[2]

Şeyh Kuleynî, İshak'tan şöyle rivayet eder:

Muhammed b. Rebi eş-Şaî bana şöyle anlattı: Ahvaz'da Seneviyye (iki tanrılık) inancına sahip bir a-damla tartıştım. Sonra Samarra'ya gittim. Adamın bazı sözleri kalbime kuşku düşürmüştü. Ahmed b. Hadib'in kapısında oturmuştum ki, Ebu Muhammed (Hasan Askerî) halk kapısından bana doğru geldi. Bir heyete önderlik ediyordu. Bana baktı ve şahadet parmağıyla bana işaret ederek, "O birdir, birdir, tektir." dedi. Bu manzara karşısında kendimden geçmiş bayılmışım.[3]

Yine dostlarından biri ondan anne ve babasına dua etmesini isteyen bir mektup yazdı. Baba senevî, anne ise mümindi. O da şöyle yazdı: "Allah annene rahmet etsin!" [4]

2- İmam Hasan Askerî ve Sofîler

İmam Hasan Askerî (a.s), sofîlerin görüşlerini, insanlarla ilişki ve yakınlık kurmadaki yöntemlerini açıklarken, onların inançlarının bozukluğunu, sahip oldukları sıfat ve özellikleri ayrıntılarıyla anlatmıştır. Bunu İmam Hasan Askerî'nin (a.s) Ebu Haşim el-Caferî ile birlikte yaptığı konuşmadan anlıyoruz. İmam (a.s) burada şöyle demiştir:

"Ey Ebu Haşim! İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki yüzleri mütebessim ve sevinçli, kalpleri karanlık ve kederli olacak. Sünnet onların yanında bidat, bidat onların yanında sünnet, mümin onların yanında hakir, fasık onların yanında vakarlı olacaktır. Bu kişilerin önderleri cahil ve zalimdir. Bunların âlimleri zalimlerin kapılarında gezmekte, zenginleri fakirlerin azıklarını çalmakta, küçükleri büyüklerinin önünde gitmektedir. Onların içinde bulunan her cahil uzman ve bilgili, her bilgin de fakirdir. Bunlar, ihlâslı ve samimi kişiyle içinde şüphe bulunan kişiyi birbirinden ayırt edemezler, koyunla kurdu birbirinden ayıramazlar. Âlimleri Allah'ın yeryüzündeki yarattıklarının en kötüleridir. Çünkü onlar felsefe ve tasavvufa meylederler. Allah'a yemin ederim ki onlar sapkın ve inhiraf etmiş kişilerdir. Bizim muhaliflerimizi sevme konusunda aşırıya gider, bizim Şiîlerimizi ve dostlarımız saptırmaya çalışırlar. Bir makama nail olurlarsa, bitip tükenmek bilmez övgüler yağdırırlar, makamlarından olduklarında Allah'a riya üzere ibadet ederler. Bil ki, gerçekte onlar müminler içerisindeki eşkıyalardır, halkı mülhitlerin yoluna çağıranlardır. Onlarla karşılaşanlar onlardan sakınsınlar, dinlerini ve imanlarını korusunlar."

Sonra da dedi ki:

"Ey Eba Haşim! Bu, benim babamın ataları aracılığıyla babalarından, onların da Cafer b. Muhammed Sadık'tan (a.s) naklettiği haberdir ve bu bizim sırlarımızdandır, bunu biz sadece ehline anlatırız."[5]

ehlader

________

[1]- Menakıbu Âl-i Ebî Talib: 3/526; ondan naklen Biharu'l-Envar: 50/311

[2]- Mecmau'l-Bahreyn, Turayhî: 1/331

[3]- el-Kâfi: 1/511. Yine bakın: el-Haraicu ve'l-Ceraih: 1/445, es-Sa-kıb Fi'l-Menakıb: 573

[4]- Keşfu'l-Ğumme: 3/221, ondan naklen Biharu'l-Envar: 50/294

[5]- Hadikatu'ş-Şia: 592, ondan naklen Müstedreku'l-Vesail: 11/380

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM