“Bir gün Memun, Ebul Hasan İmam Rıza’ya
(a.s.) şöyle dedi: Allah Teâlâ’nın şu buyruğunun anlamı nedir:
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip
rabbi onunla konuşunca rabbim, demişti; bana görün de bakayım sana. Allah; beni
asla göremezsin, dedi...” [1]
Nasıl oluyor da Kelimullah Musa b. İmran
(a.s) Allah-u Teâlâ’nın görülemeyeceğini bilemiyor ve ondan böyle bir istekte
bulunuyor?
İmam (a.s): Kelimullah Musa b. İmran
(a.s) Allah’ın gözlerle görülebilecek olandan yüce olduğunu biliyordu. Fakat
yüce Allah Musa ile konuşunca ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için
yakınlaştırınca kavmine dönerek onlara Allah’ın kendisiyle konuştuğunu ve
onunla yakından münacat ettiğini haber verdi. Musa’nın kavmi: “Senin duyduğun
gibi biz de onun sesini duymadıkça sana inanmayacağız” dediler. Hz. Musa’nın
kavminin nüfusu yedi yüz bin kişiydi. Onlardan yetmiş bin kişi seçti, sonra
onların arasından yedi bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi yüz kişi
seçti ve son olarak onların arasından da yetmiş kişiyi rabbinin tayin ettiği
vakit için seçti. Onları Sîna Dağı’na götürdü. Dağın eteğinde onları bekleterek
kendisi yalnız başına dağa çıktı. Allah kendisiyle konuşmasını ve onlara sesini
duyurmasını diledi. Allah da onunla konuştu ve topluluk Allah’ın konuşmasını
yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan, önden ve arkadan duydular. Çünkü Yüce
Allah ağaçtan ses çıkarttı ve o sesi her taraftan duyacakları şekilde yaydı.
Ama onlar şöyle söylediler: “Allah’ı apaçık görmedikçe duyduğumuz sesin Allah’ın
sesi olduğuna inanmayacağız.” Böyle ağır bir söz konuşup azgınlık ve tekebbür
gösterdiklerinde Allah onlara bir yıldırım gönderdi de onları zulümlerinden
dolayı yakalayıp öldürdü. Musa (a.s) dedi: Ey Rabbim! İsrailoğulları’nın yanına
döndüğümde onlar şöyle diyecekler: “Onları götürüp öldürdün mü? Çünkü Allah ile
konuşman gerçek değildi!”
Böylece Allah onları diriltip Musa ile
gönderdi. Onlar yine dediler: “Sen eğer Allah’tan ona bakman için kendisini
göstermesini istesen, o senin isteğini kabul eder ve sen onu gördüğün gibi,
bize de onu anlatırsın; biz de Allah’ı gerektiği gibi tanımış oluruz.” Musa
(a.s) cevaplarında şöyle dedi: Ey kavmim! Allah gözle görülmez, onun niteliği
yoktur; ancak ayet ve nişaneleri ile tanınır.” Allah’tan bu dediğimizi istemezsen
sana asla inanmayız, dediklerinde Musa (a.s) Allah’a şöyle arz etti: “Allah’ım!
İsrailoğulları’nın dediklerini duydun. Sen onların yararına olanı daha iyi
bilirsin.” Bu sırada Allah, Musa (a.s)’a şöyle vahyetti: “Ey Musa! Onların
istediklerini benden iste, seni onların cehaletinden dolayı sorgulamayacağım.”
O vakit Musa (a.s) dedi: “Rabbim, kendini bana göster de bakayım!” Allah da
şöyle buyurdu: “Beni kesinlikle göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde
durabilirse görebilirsin beni.” Derken rabbi dağa tecelli edince dağ, yerle bir
oldu ve Musa bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de; “Sen noksan
sıfatlardan münezzehsin, sana tövbe ettim”[2]dedi.
“Tövbe ettim sana” yani, kavmimin bilgisizliğinden sana olan gerçek inanç ve
bilgime döndüm. Kavmim içinde senin görülmediğine inananların ilki benim.
Memun bu gerçekleri duyduktan sonra
dedi: Bütün hayırlar üzerine olsun, çok faydalandık. Peki, Hz. Yusuf hakkında
nazil olan şu ayet hakkında ne buyuruyorsunuz?
“Ant olsun ki kadın ondan murat almayı
iyice kurmuştu, eğer rabbinin burhanını görmeseydi Yusuf da.”[3]
İmam Rıza (a.s.) şöyle buyurdu; Züleyha
Yusuf’la beraber olmayı istemişti, yüce Allah Hz. Yusuf’a vermiş olduğu burhan
olan; ismet ve nebevi masumluk sayesinde bu günahtan kendisini kurtarmıştır;
çünkü masum hiçbir zaman günah işlemez.
Memun: Bütün hayırlar üzerine olsun ya
Ebul Hasan dedi ve sonra Zunnun ayetinin tefsirini istedi,
“Ve Zunnun da hani öfkelenip gitmişti de
sanmıştı ki bizim gücümüz yetmeyecek ona.”[4]
(İsmet makamında bulunan bir peygamber,
nasıl olurda böyle bir zanda bulunabilir?)
İmam Rıza (a.s.) cevap olarak buyurdu:
Zunnun’dan kasıt Yunus bin Meta’dır, kavmine sinirlenerek onları terk edip,
şehirden çıkıp gitti. Ayette geçen “Zannetti/ İsteyken” (yakin etmek-kesin
inanmak) manasındadır. Yani rızkın hiçbir zaman ona daralmayacağını zannetti. “Onu
sınadığımız zaman rızkını daralttık” ve balığın karnında esir oldu, denizin
ortasında, balığın karnının içinde, zifiri karanlıkta yaptığı işten pişman
olarak Rabbine şöyle seslendi:
“Senden başka tapılacak bir mabut
yoktur, sen her şeyden münezzehsin, şüphesiz ben kendine zulüm edenlerden
oldum.”
Balığın karnında yaptığım bu ibadeti
yapmıyordum. Allah duasını kabul etti ve buyurdu: Eğer böyle tespih, takdis
edip, duada bulunmasaydı kıyamet gününe kadar balığın karnında kalacaktın.
Memun: Allah hayrını bol etsin ey Ebul
Hasan! Bana Allah Teâlâ’nın şu ayeti hakkında bilgi veriniz:
“Peygamberler, ümitlerini kesip tamamen
inkâr edileceklerini zannettikleri zaman bizim yardımımız geldi.” [5]
İmam (a.s): Yani peygamberler kendi
kavimlerinden ümitlerini kesince ve kavimleri de peygamberlerini yalancı
sanınca bizim yardımımız geldi.
Memun: Allah hayrını bol etsin ey Ebul
Hasan! Bana Allah’ın şu ayeti hakkında bilgi veriniz:
“Allah senin önceki ve sonraki
günahlarını bağışlasın.” [6]
İmam (a.s): Mekke müşrikleri nezdinde
Hz. Resulullah’dan (s.a.a) daha günahkâr bir kimse yoktu. Çünkü onlar bisetten
önce 360 puta tapıyorlardı. Resulullah (s.a.a), “La ilahe illallah” kelimesini
söylemeye davet edince bu onlara çok ağır geldi. İşte bundan dolayı şöyle
dediler: “İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey.
Onlardan önde gelen bir grup:
“Yürüyün, ilahlarınıza karşı
(bağlılıkta) da kararlı olun; çünkü asıl istenen şey de budur” diye çekip
gitti. Biz bunu son dinlerin hiçbirinde duymadık. Bu, ancak bir yalan!” [7]
Sonra Allah, Mekke’yi Peygamberi için
(s.a.a) fethedince şöyle buyurdu:
“(Ey Peygamber!) Şüphe yok ki biz, sana
apaçık bir fetih vermişizdir.”
Maksat, Mekke’nin fethidir. “Allah senin
önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın”dan kasıt, yani “Mekkeli müşrikler
nezdinde Allah’ın birliğine davetinle önceden ve sonradan telakki edilen
günahları örtsün”dür. Çünkü Mekke müşriklerinin bir kısmı Müslüman oldular, bir
kısmı da Mekke’den dışarı çıktılar. Geri kalanlar ise Peygamber’in (s.a.a)
halkı tevhide davet etmesine karşı gelebilecek yüksek bir güce sahip
değillerdi. Böylece Peygamber’in (s.a.a) onlara galibiyetiyle onlar açısından
günah sayılan şeyler de örtülmüş (kapanmış) oldu.
Memun, dedi: Ey Peygamber’in oğlu
gönlüme şifa verdin, şüphelerimi dağıttın, Allah enbiya tarafından mükâfatını
versin.”
Açıklama
Hz. Musa’nın Allah’ı Görmeyi İstemesi
Eşaire’ye göre ayette Hz. Musa’nın
Allah’ı görmeyi istemesi Rabbul Âlemi’nin görülebileceğine bir delildir, iki
yönden:
1- Allah kendisinin
görülebilme imkânını dağa göstermesidir ve bu kendi haddinde mümkündür.
Buna Mutezile şöyle cevap vermiştir: Allah
dağa mutlak olarak gözükmedi, istikrarı mutlak algılamak için tecelli esnasında
dağın da bulunması gerekir, bu da imkânsız bir şeydir. Sonrasında yüce Allah
“Asla beni göremezsin”diyerek haber vermektedir. Bu haberden sonra da yine
Rabbin görülmesi muhaldir; Allah’ın dağa tecelli edeceğini söylemesi ve kendisi
ona göstereceğini söylemesi, seninle tartışan birisine söylediğin şu söze
benzer, “Eğer bu sözün doğruysa, demek ki Allah’ın şeriki vardır.” Bu sözünle
ona Allah’ın şeriki ve ortalığının olmasının imkânsız olduğunu anlatmak
istiyorsundur, yoksa kesinlikle senin de Allah’ın şeriki olduğuna inandığın
manasına gelmez.
2- Mutezilenin dediği gibi eğer
Allah’ı görmek imkânsız olsaydı, Musa bunu istemezdi; çünkü akıllı insan
imkânsız bir şeyi istemez, böyle bir istekte bulunması, mümkün olduğuna bir
delildir. Bu, Eşaire’nin inancıdır. Allah görülmez diyen Mutezilenin bu
sözünden kelimullah olan Hz. Musa’nın cahil olduğu yahut o büyük makamıyla
beraber Allah’ın görüleceğine inandığı anlaşılmaktadır. Oysa Mutezile buna asla
inanmamaktadır ve bu görüş çok yanlış, eğri bir yoldur hiçbir akıllı insan bunu
kabul etmemektedir.
Mutezilenin cevabı: Biz bu ayetten
Allah’ın asla görülmeyeceği anlıyoruz. Eğer sizin dediğiniz gibi Allah’ı görmek
caiz ve doğru bir şey olsaydı, Musa ve kavmi Allah’tan caiz olan bir şeyi
istediler, öyleyse niçin Allah bu işlerini büyük bir hata ve zulüm bilip dağı
başlarına kaldırdı ve yıldırım gönderdi, sonra da şöyle buyurdu:
“Musa’dan bundan daha büyük bir şey
istemişlerdi, bize Allah’ı apaçık göster demişlerdi de zulümleri yüzünden bir
yıldırım düşüp yakıvermişti onları…”[8]
Bu cevaba Eşaire şöyle itiraz ediyor:
Allah’ın bu ayette büyük sayması ve kabul etmemesinin sebebi Musa’nın Allah’ı
dünyada görmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Karşılıklı görüşme olarak Allah
bunu kabul etmemektedir; ama ahirette karşı karşıya olmama şartıyla Allah görülecektir.
Mutezile şöyle diyebilir: Sizin bu
sözünüzden imkânsız bir şey olan (dünyada görülmeyi isteme) hususunda Allah
peygamberinin cahil olduğu anlaşılmaktadır (neuzibillâh). Biraz daha dikkat
edilirse görülecektir ki; Eşaire’nin bütün itirazları kendilerine dönmektedir.
Hz. Yusuf’un İsmeti Hakkında
Ayette geçen, “Ve Rabbinin burhanını
görmeseydi…”burhandan kasıt insanın günahtan, kötü işlerden uzak durması
gerektiğini bildiren ilahi yol göstermeler, akli delilerdir. İmam Rıza’nın
(a.s) buyruğundan anlaşıldığı kadarıyla Hz. Yusuf’un da istemesinden maksat
sadece onu “kast” etmesidir. Lakin masum hiçbir zaman en ufak günahı dahi kast
etmez, öyleyse sadece kasıt etmesinin günah olmadığını söylemeliyiz, çünkü
unutmak yüzünden olabilir. Her ne kadar İmamiye’ye göre masum için unutmak dahi
söz konusu olmasa bile, yine de günah işledi diyemeyiz.
Bazıları peygamberin dahi günah
işleyebileceği görüşünde oldukları için, peygamberler hakkında bir takım yersiz
ve çok kötü tabirler kullanmışlardır, hatta bu ayetle ilgili, “Yusuf da
elbiselerini çıkardı” demişlerdir.
Benim en çok ilgimi çeken Zemahşeri’nin
bu sözler hakkında,el-Keşşaftefsirindeki sözleridir, onların (Hz. Yusuf
hakkında ileri geri konuşanların) sözlerini naklettikten sonra şöyle diyor:
Allah’a, enbiyaya ve resullere böyle
töhmet, iftira, yalan sözler söyleyen cebr ve haşiv insanlara, tevhit ile
adalet ehlinin bu sözleri çürütmek için ayet ve rivayet getirmesinin bir
faydası yoktur. Bunun farkında olmalıdırlar ki; eğer Hz. Yusuf günah işlemiş
olsaydı mutlaka Allah onun tövbesinden bahsederdi. Hz. Âdem, Nuh, Davut, Eyüp
ve Yunus peygamberlerin terki evlalarından sonra tövbelerini aktardığı gibi.
Oysa Hz Yusuf’u Kuran birçok yerde övmekte ve muhlis bir insan olarak
tanımlamaktadır. Bütün bu sözlerden anlaşılan onun büyük bir mücadeleden
geçtiği kendisini kontrol ettiği, onun için burhan olan Tahrim ayeti ve günahın
kötü olduğu deliline dikkat ederek, Ulul Azm peygamberler gibi nefsiyle cihat
etme kudretine sahip olduğudur.
Böylelikle önceki kitaplarda ve hepsine
hüccet olan Kuran’da övülmeye layık olmuştur. Allah onun kısasını birkaç ayette
anlatmadı, ceddi İbrahim gibi gelecek nesillere örnek olsun diye onun hakkında
kâmil bir sure indirdi ki salihler, iyiler; iffet ve namusta ona iktida
etsinler. Böylece yüce Allah, Arapça açık olan Kuran’ın da en güzel kıssa
olarak onun olayını anlatı ki; onun hakkında ileri geri konuşanlar zelil, rezil
rüsva olsunlar.
Nasıl olurda böyle bir peygamber zinakar
bir kadının yanında oturarak gömleğini açabilir, üç defa ilahi ses duyar, büyük
azap ayetlerini dinler, başının üstündeki kuşun düştüğünü görür (risalet
makamından düşeceğine işarettir) ama yine de yerinde duracak. Öyle ki sonra
Cebrail’in kendisi geliyor! Acaba böyle bir peygamber örnek olabilir mi?
Bunun dışında en zinakar ve en kötü
işler gören bir insan, bu peygamberin karşılaştıklarıyla karşılaşacak olsaydı,
hareket etmeye azacık dahi gücü kalmazdı, öylece yerinde donup kalır. Peki,
nasıl olur da bu yüce maneviyatlı şahsiyet hala böyle bir niyette kalabilir?
Demek ki bunların, Hz. Yusuf hakkın da söyledikleri sözler tamamen yanlış ve
batıldır, ne kadar açık bir delalet içerisindedirler.[9]
Yine Fahr-i Razi bu konuda çok güzel bir
beyanda bulunmuştur ki mutlaka burada nakletmeliyiz:
Hz. Yusuf kıssasında sadece yedi şahıs
geçmektedir:
1- Yusuf.
2- Züleyha.
3- Mısır azizi, Züleyha’nın kocası.
4- Züleyha’nın davet ettiği kadınlar.
5- Yusuf’un getirmiş olduğu şahitler.
6- Hak hazretleri (celle celaluhu).
7- Kovulmuş ve lanetlenmiş iblis.
Şimdi şu hususa dikkat edelim, bütün bu
yedi kimse Yusuf’un günaha düşmediği ve temiz olduğunu itiraf etmektedir. Bu
açıklamalardan sonra bir Müslüman’ın aklında asla şek ve şüphe kalmamalıdır:
1- Yusuf şöyle diyor:
“O benden murat almak istedi.” ve başka
yerde “ Rabbim, zindan bunların beni davet ettikleri şeyden daha hayırlıdır.”[10]
2- Züleyha’nın kendisi açıkça itiraf
etmektedir:
“Ondan murat almak isteyen bendim, hiç
şüphesiz o gerçeklerdendi.”[11]
3- Züleyha’nın kocası da şöyle diyor:
“Hiç şüphe yok ki bu sizin
düzenlerinizdendir, gerçekten de kadınların düzeni pek büyüktür.”[12]
4- Mısırlı kadınlar dedi:
“Allah için, onun bir kötülüğünü
görmedik, bilmedik.”[13]
5- Şahitlerin tanıklığı:
“Kadının yakınlarından birisi tanıklık
etti.”[14]
6- İblis ise şöyle diyor:
“Gerçekten onların hepsini azdıracağım,
ancak içlerinden ihlâsa eren kulların müstesna.”[15]
Şeytan, muhlis kulları kandıramayacağını
söylüyor, yüce Allah da Hz. Yusuf’un ihlâsını onaylamaktadır.
7- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“İşte biz ondan çirkin ve kötü işleri
böylece giderdik, çünkü şüphesiz o muhlis kullarımızdandı.” [16]
Bütün bu itiraf ve Yusuf lehine yapılan
tanıklıklarından sonra şöyle diyorum (Fahri Razi): Hz. Yusuf’a bu kadar kötü ve
çirkin iftira atanlar, eğer Allah kullarıysa; Allah’ın Yusuf hakkındaki
tanıklığını kabul etsinler, Allah onu tertemiz birisi olarak kabul etmekte.
Yok, eğer iblisin ve onun ordusunun takipçilerindenseler, onun sözüne ve
Yusuf’u tahir bilmeliğine inansınlar.[17]
Fahri Razinin sözü burada son buldu
gerçekten de çok güzel ve zarif bir şekilde beyan etti.
Hz. Resulullah’ın İsmeti
Peygamberlerin hepsinin her türlü
günahtan masum olduğuna inananlar, Memun’un İmam Rıza’dan (a.s.) sorduğu ve
Peygamberimizin geçmiş ve gelecek günahı olduğunu belirten ayette kalmışlardır.
İmam’ın buyurduğu cevap en doğru ve sahih olanıdır, bun da kimsenin en ufak bir
şüphesi dahi olamaz. Şimdi İmam’ın sözünü şöyle açıklayabiliriz:
Tarihçilerin kitaplarında
naklettiklerine göre, müşrikler şöyle dediler: “Eğer Allah Muhammed’i Mekke’de
hâkim ve güçlü kılacak olursa, bu onun davetinin, peygamberliğinin ve bizleri
putlardan alıkoymasının doğru olduğunu anlamına gelir.”
Peygamber Mekke’yi fethettikten sonra
müşrikler İslam’ın hak din olduğunu itiraf ettiler ve grup grup gelerek İslam
şerefine nail oldular, Peygamber’in nübüvvetini kabul ettiler. Kuran-ı Kerim
şöyle buyuruyor:
“Allah’ın yardımı ve fetih gelip çattı
mı ve insanların bölük-bölük Allah dinine girdiğini gördünüz mü?”
Böylelikle put tapmayla ilgili inatları
son buldu ve İslam dinini seçtiler bunu İmam (a.s.) aynen beyan buyurdular.
Şunu unutmayalım ki; eğer ayette geçen
günahı, birçok müfessir gibi zahiri manada düşünürsek, fetihle günahların
bağışlanması doğru olmayacaktır. Ama bir takım yöneltmelerde bulunula bilinir
mesela; “Peygamber cihat gibi çok önemli bir ameli yerine getirdiği için geçmiş
ve gelecek günahları bağışlamıştır” vb. tevilleri yaptığımız takdirde belki
doğru olabilir, oysa bunu aklın kabul etmediği belirgindir.
Öyleyse en doğru görüş İmam Rıza’nın
(a.s) buyurmuş olduğu tefsirdir. (İmam’a göre Peygamber’in geçmiş ve gelecek
günahlarından maksat, müşriklerin puta tapmadığı, sadece bir ilaha taptığı için
onu günahkâr bilmesidir.) İmam’ın böylesine açık, güzel ve doğru cevabından
sonra bazı İmamiye âlimlerinin buna hiç değinmemesi gerçekten çok ilginçtir.
Birçok kitaplar yazan, araştırmalar yapan, tefsir, hadis ve kelam ilminde uzman
olan; Şeyh Tusi, Âleme Tabersi, Seyit Murtaza Alem’ul Huda bu ayete gelince
sadece zayıf görüşleri nakletmektedirler ve sanki İmam’ın bu hadisini
görmemişlerdir, oysa bu hadis Saduk’un (r.a) Uyunu Ahbarı Rızavb. kitaplarında
nakledilmiştir. Ayrıca zaman açısından bu âlimlerden çok eskiye
dayanmamaktadır.
Peygamberlerin günah işleyebileceği
görüşünde olanlar bu ayet gelince çeşitli gruplara ayrılmışlardır; bazıları
günahı genel tutarak büyük ve küçük günahı kapsadığı görüşündedirler. Ayetin
maksadını, geçmiş-gelecek bisetten önce-sonra, fetihten önce ve sonraki
günahlar olduğunu söylemişlerdir ve Âdem ile Havva’nın günahı onun varlığının
bereketiyle, ümmetin günahları ise davetinden dolayı bağışlanacaktır. Bunun tam
karşısında ise bazıları Peygamber’in sadece küçük günahları yapmasının caiz
olduğunu savunuyorlar ve büyük günahı asla işlemez demektedirler. Bütün bu
görüşlere ortak itiraz; Mekke fethi ile bağışlanmanın hiçbir manası
olmadığıdır.
Diğer bir önemli nokta; İmam’ın
beyanından anlaşılan, geçmiş ve gelecek günahları kesinlikle biz nübüvvetten
önce ya da nübüvvetten sonraya tefsir edemeyiz; çünkü Peygamber müşrikleri
bisetten önce tevhide davet etmemişti ve böylelikle de günah sayılmaz, fetihten
sonra da diyemeyiz; çünkü o zaman Müslüman olmuşlardı ve onlar için artık
günahkâr değildi. Sadece Mekke’nin fethini geç duyup, İslam getiren müşriklerin
olma ihtimali de vardır.
Sonuç olarak Peygamber’in günahı sadece
onları tevhide davet etmesiydi, ister hicretten önce olsun, isterse de
hicretten sonra, ama onların fetihle beraber iman getirmesiyle artık Peygamber
için o günah kalmamıştı.
[1] 3 Araf:143.
[2] 1Araf:143.
[3] 2Yusuf:24.
[4] 3Enbiya:87.
[5] 1Yusuf:110.
[6] 2 Fetih:2.
[7] 3Sad:5-7.
[8] 1 Nisa:153.
[9] 1 el-Keşşaf, c:2,s:457.
[10] 2 Yusuf:26,33.
[11] 3 Yusuf:51.
[12] 4 Yusuf:28.
[13] 5 Yusuf:51.
[14] 6 Yusuf:26.
[15] 1 Sad:82,83
[16] 2 Yusuf:25.
[17] 3 Tefsir-i Kebir, c:18,s:83.
ehlader