İmam Mehdi Sonrası Şia Âlimlerinin Düşünce Mücadelesi

“Büyük Gaybet”in başlarında Bağdad fıkıh ve fakihlik merkeziydi. Şeyh Tûsî’nin 1056 yılında Necef’e hicret etmesiyle “Necef” hemen hemen bir asır boyunca fakihliğin merkezi görevini üslendi.
GİRİŞ: 16.10.2021 06:55      GÜNCELLEME: 16.10.2021 06:55
Rasthaber -  Gaybet-i Kubra Dönemi’nde Şia âlimlerinin düşünce ve ilim açısından rolü hakkında en kısa ve faydalı açıklama, asrımızın Allâmesi Muhammed Hüseyin Tabâtabâî’ye aittir.

Allâme, Şia’nın İslâmî ilimler konusundaki metodundan bahsederken önemli ve kendine has bir konudan da bahsediyor ve Şia’nın İslâmî ilimlerde ilerlemesi ve başarısı hakkında da şöyle söylüyor:

“Şia, başta hadis, fıkıh ve akaid konusu olmak üzere  tam anlamıyla güçlü bir şekilde çalışarak muhaliflerle devamlı ilmî münazara yaptıkları ve günlük şer’î vazifeleri öğrenmek için ihtiyaçları olan fıkıh ve hadisi öğrenmeleri belirtilen ilim ve onlarla ilgili ilimler hakkında yani “diraye, ricâl ve usul” üzerinde ciddi çalışmalar yaparak en üst seviyeye ulaştırmış ve bütün teferruatıyla bu ilimleri öğrenerek asırlarca bu durumu devam ettirmiştir”.

Elbette Allâme’nin bu görüşü “eserlerinin ve onun gibi düşünenlerin dışında” günümüz âlimlerine mahsus olup İslâmî hükümet öncesi âlimleri de var olan konumu bu şekilde beyan etmişlerdir.

Allâme’nin değerli ve yüce eseri “el-Mizan” tefsirini Şia ve Ehl-i Sünnet tefsirlerinden ayıran özellik bu büyük kitabın islâmî, Kur’ânî, aklî ve naklî engin ilimlerle dolu olmasıdır. Şehid Sadr ve Allâme’nin öğrencilerinin kaleme aldığı eserler, İslâmî ilimlerin gelişmesine katkı sağlamış ve büyük rol oynamıştır.

Günümüzde İslâmî hükümetin kurulmasıyla siyasî, kültürel ve diğer alanlarda her yönlü araştırma ortamı oluşması ve hükümetin dinî konulardaki çalışmaları Şia toplumunun ilmî olarak gelişmesine neden olmuş ve diğer ilim dallarında da ilerlemeye sebep olacaktır.

Konunun devamında Şia âlimlerinin ilmî mücadelelerinden, fıkıh, fakihlik müessesesinden ve onun aşama ve merkezlerinden bahsetmek uygun olacaktır.

Şia’nın Fekahati ve Fakihlik Aşamaları

Dini merceiyetin üzerine bina edildiği fıkıh ve fekahet, İslâmî ilim dallarının en önemli bölümlerindendir. Bu yüzden geçmiş asırlarda diğer ilim dallarında zaman zaman düşüş yükseliş yaşanmasına rağmen fıkıh ilmi devamlı güçlenmiş ve gözle görülür bir ilerleme kaydetmiştir.

İmamlar Döneminde Fıkıh ve Fakihlik (Müctehitlik)

İmam Ali’nin (a.s) imamet asrından İmam Hasan Askerî’nin (a.s) şehadetine kadar İslâmî hareketin bir kültür olması, Ehl-i Beyt’in (a.s) İslâmî asil kültürü karşısında ortaya çıkan gerici hareketlere karşı İslâm şeriatını korumaları, cahiliyet önderlerinin peş peşe ayaklanma çıkarmaları ve din önderleri ve Ehl-i Beyt (a.s) İmamlar’ının ardı ardına şahadete ulaşmaları gibi bir seri hadiseler dikkate alındığında, ma’sûm imamlar gaybet asrında gerçek dinî merceiyetin desteklenmesi doğrultusunda toplum içinde güçlü bir düşünce akımı oluşturdular.

Bu yüzden Ehl-i Beyt İmamları (a.s) döneminde hakiki İslâm’ı koruyacak ve Ehl-i Beyt İmamlar’ının (a.s) çizgisinde olacak bir medrese ve düşüncenin temeli atılarak gaybet döneminde meyvesini verecek güçlü bir ağaca dönecek bir tohum, sulanmağa başlandı.

Bu mektep için gerekli olan hammaddelerin bütünü üç veya dört unsurda özetlenir:

1- İlmî ve kültürel konular;

2- Eğitim, öğretim, inceleme ve tekâmül yöntemi;

3- Üstad ve talebeleri de kapsayacak şekilde bu ilmî ve fikrî ağırlığı taşıyacak şahsiyetler.

Bu mektebebin asıl eğitmen ve öğretmenleri İmamlar (a.s.), öğrencileri ise İmamlar’ın ellerinde yetişmiş Zürare, Muhammed b. Muslim, Eban, Ebu Hamza Sumalî, Yunus b. Abdurrahman ve bunlar gibi büyük şahsiyetlerdi.

Özel mektep ve medrese için gerekli olan tefsir, fıkıh ve usûlü de kapsamak üzere islâmî maarifler, ma’sûm imamlar aracılığıyla ravi ve sahabelere intikal etmiş ve onlar da imamlar’ın kılavuzluğuyla rivayetlerin tamamını tedvin ederek zamanla bu rivayetler hadis kitaplarında bir araya toplandı. Bu sebeple Ehl-i Beyt (a.s) yârânlarının pek çoğu söz konusu İslâmî maarifleri esasınca yetiştirildi ve İslâm dünyasında seçkin insanlar çıkarak Ehl-i Beyt’e (a.s) tabi olan fakihlerin medresesi ciddi olarak İslâm toplumlarında yerlerini alarak gelişme ve tekâmül imkânlarıyla tamamıyla donandılar.

Gaybet-i Sugra Dönemi’nde Şia Fıkhı ve Fakihlik

Hadis kitaplarının pek çoğunun yok olma eşiğine gelindiği, Şialar üzerinde takiye ve baskının arttığı bu dönemde hadis metinlerinin tek bir metin hâline getirilmesi için çaba sarfedildi ve Ehl-i Sünnet’in sahih kitaplarının dört katı büyüklüğünde Sikatü’l-islâm Muhammed b. Yakub Kuleynî’nin “el-Kâfi” gibi Şia’nın çok önemli olan kitabında İmamlar’ın hadisleri bir araya getirildi.

Bunun yanı sıra İmam’ın döneminden uzak kalan fakihlerin daha doğru ve dakik bilgilere ulaşmaları için hadis ravileri sınıflandırılarak her birisinin muteber olma dereceleri incelendi.

Keza İmamlar’ın sahabelerinin telif etikleri kitapların fihristi çıkartıldı ve çeşitli fıkıh metinleri hazırlandı. Yine bu dönemde istidlale dayanan fıkıh merhalesi başladı ve hüküm ve fakihlik yöntemi yavaş yavaş daha bir belirginlik kazanarak ilmî, eğitim ve araştırma merkezleri kuruldu.

 Bu iki dönemde iki fıkhî düşünce ortaya çıktı:

Kum merkezli hadis ravilerinin fıkhî mektebi;

Bağdad merkezli mütekellim veya akılcı düşünürlerin fıkıh mektebi.

Gaybet-i Kubra Dönemi’nde Şia’nın Fıkhı ve Fakihlik

Her iki mektebin ürünü olup bu mekteblerin ayrıcalık ve kemaline sahip olan Şeyh Mufid’in mektebi, Küçük Gaybet’in başlangıcından şimdiye kadar kendini geliştirme yolunu geride bırakıp her geçen gün kendisini güncelleyerek daha sağlam bir hâle geldi.

Şeyh Mufid’den sonra değerli öğrencisi Seyit Murteza ve ondan sonra Şeyh Tûsî “Usûlî Fakihlerin Mektebi”ni kurdular. Şeyh Tûsî, Şia fıkhında yeni bir dönemin başlatıcısı ve yeniliçi fakihlikle alâkalı ilmî alanların tamamına sahip birisi olup ilmî alanların tamamında bizim için son derece değerli eserler bıraktı.

Şeyh Mufid, Seyyid Murtaza ve Şeyh Tûsî, Şia merceiyetini inzivadan kurtardılar. Şia mektebinin bu değerli üç âlimi bunun yanı sıra Ehl-i Beyt’in fıkıh, kelâm, tefsir ve bütün temel ilim dallarında uzmanlık elde ederek Bağdad’da kelâm ve fıkıh dallarında ders kürsülerini kendilerine mahsus kıldılar ve diğer mezhep âlimlerini de öğrenciliklerine kabul ettiler. Çok geçmeden mezhepsel çatışmalar ve siyasî karmaşa Şeyh Tûsî’inin Bağdad’dan hicret etmesine neden oldu ve bu tarihten itibaren Necef, Şia’nın mercilik ve ilim merkezi hâline geldi.

Bu dönemde dinî merceiyet Şia’nın ilmî ve malî öğretim görevini üstlendi ve öğretim düzeyinin en yüksek sorumluluğu zamanın merceine aitti. Aynı şekilde vekillerin belirlenmesi ve yargı da mercilerin görevlerinden sayılıyordu. Fetva makamı ve soruları yanıtlamak bu kurumun diğer görevlerindendi.

Günümüzün Şia fıkhı Şeyh Mufid’in kurduğu ve mükemmel hâle getirdiği o mektebin devamı olup aynı güçlülüğü ve mükelliğiyle devam etmektedir.

Şia’nın Gaybet-i Kubra Dönemi’ndeki Fıkıh ve İlim Merkezleri

“Büyük Gaybet”in başlarında Bağdad fıkıh ve fakihlik merkeziydi. Şeyh Tûsî’nin 1056 yılında Necef’e hicret etmesiyle “Necef” hemen hemen bir asır boyunca fakihliğin merkezi görevini üslendi.

Necef’in yanı sıra Halep, Şeyh Tûsî’nin öğrencilerinden “Sâlâr” isimli Seyyid Murteza aracığıyla hicri sekizinci asrın yarısına kadar ilim merkezi haline geldi.

Bu ilim havzasının öğrencilerinden “el-Gunye” isimli eserin sahibi Seyyid Ebu’l Mekârim’i söyleyebiliriz.

Necef ilim ve ictihad merkezi bir asır boyunca şeyh Tûsî’nin görüşlerini savunduktan ve düşüşe geçtikten sonra İbn-i İdris Hillî, Irak’ın Hille şehrinde kendi Fıkıh hareketini başlattı ve Şia fıkhını Hille’ye intikal ettirdi. Şeyh Tûsî’den sonra Şia’nın fakihlik müssesesini sürdürmüş olarak bilinen muhakkık Hillî ve Allâme Hillî, Hille ilim merkezinde tanınır ve bilinir kişilerdendiler. Muhakkık Hillî ve Allâme Hillî, Şia fıkhının yaşadığı düşüşten sonra onu ihya etmiş ve kemale ulaştırarak mektebin bir daha yükselişine neden olmuşlardır. Şia fıkhının yükselişine neden olan bu iki değerli âlim, Şeyh Mufid’in çizgisinin devamını da sağlamışlardır.

Şia’nın fakihlik merkezi Hille’den sonra “Cebel-i Âmil” ve Şam bölgesine intikal etti. Bu merkezin öğrencileri “Şehid-i Evvel”, Allâme Hillî’nin oğlu “Fahru’l Muhakkıkin” ve “Şehid-i Sânî” gibi meşhur âlimlerdir.

Bu âlimler Şeyh Mufid’in fıkhî mektebini Bağdad, Necef ve Hille’deki ayrıcalık ve kapsayıcılığıyla Cebel-i Âmil’de temellendirdiler. Cebel-i Âmil’de oluşturulan bu hareketlilik, Şia Safevî Hükümeti için “İsfehan” ve Necef-i Eşref” ilim havzalarında bereket kaynağı oldu.

Şehid-i Evvel, ondan sonra Şehid-i Sânî ve onların öğrencilerinin aracılığıyla sunulan Şia’nın siyasî fıkhı, dünya çapında yeni bir hareket oluşturdu. “Şehid-i Evvel” Şia devletinin reisi Serbedaran’a el-Lum’etu’d-Dımeşkıyye isimli eserinin metnini amel etmeleri için gönderdi. Şehid-i Evvel’in şehid edilişinin nedenlerinden birisi, bu yüce âlimin siyasî fıkıh dalındaki görüşü olduğu söylenebilir.

Şehid Üstad Mutahharî, Şia Safevî Devleti ve İran İlim Havzası'nın gidişatına dair “Cebel-i Âmil” âlimlerinin rolü hakkında şöyle yazıyor:

“Cebel-i Âmil” fakihleri Safevî Devleti üzerinde önemli role sahipti. Bilindiği üzere Safevîler gerçekte derviş meslek olup ve bu esasa göre de hareket etmekteydi. Safevîler’in durumu “Cebel-i Âmil” fakihlerinin fıkıh bilgisiyle dengelenmemiş olsaydı İran’ın durumu Türkiye ve Suriye Alevîler’inin vaziyeti gibi olacaktı. Bu durum, birkaç yönlü etki sağlamaktaydı. Etkilerden birisi İran halk ve devletinin hurafelerden korunması bir diğeri de Şia irfan ve tasavvufunun daha dengeli ve ölçülü bir hâle gelmesidir. Bu yüzden “muhakkık Kerekî” ve “şeyh Bahaî” gibi “cebel-i Âmil” fakihlerinin İsfahan’da kurdukları medrese sayesinde halkı ve devleti böyle bir durumdan koruyarak halk üzerinde büyük bir hakka sahip olmuşlardır.

Aynı zamanda mukaddes erdebilî ve diğer büyükler aracılığıyla ihya edilen Necef İlim Havzası günümüze kadar devam etmiştir. Bağdad’ın fakahet şehri olduğu dönemde ve İslâm’ın ilk asırlarında İran’ın şehirlerinden sadece Kum şehri, İbn-i Bâbeveyh ve Muhammed b. Kuluveyh gibi fakihler aracılığıyla fıkıh merkezi haline getirildi. Yine “Kacarlar” döneminde Sahib-i Kavanin isimli eserin sahibi Mirza Ebu’l-Kasım Kummî vasıtasıyla ihya edilmiş ve günümüzde Şia’nın iki büyük fıkıh merkezinden birisi hâlini almıştır.

İran'da vuku bulan İslâm İnkılâbı’nın zafere ulaşması ve Irak Baas hükümetinin peş peşe gelen saldırıları, Necef İlim Havzası'nın büyük âlimlerinin şehid edilmesi, Necef ilim merkezinin müctehid ve talebelerinin zorla iran ve diğer çevre ülkelere sürgün edilmeleri, bir defa daha Şia’nın fakihlik merkezinin ciddi bir şekilde Kum’da tecelli etmesine neden oldu. Her ne kadar Necef ilim mer kezinde büyük âlimler bulunsa da ilim ve fıkıh dalındaki hareketlilik, neş’et ve yükseliş, Kum İlim Merkezi'ne mahsustur. ehlader

 Seyyid Mecid TABATABAÎ

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM