Kerbela ve Aşura olayları bittikten sonra kadınlar ve
çocuklar esir edilerek şehirlerde dolaştırılıp Yezid’in zaferi kutlanıyordu.
Esirler tüm bu işkencelerden sonra Şam şehrine, Yezid’in
sarayına getirildiler ve orada insanlar toplanıp bu olayı izliyorlardı. Yezid,
İbn-i Zebarî’nin şiirini okumaya başladı:
“Keşke Bedir Savaşı’nda öldürülen kabilemin büyükleri
olsalardı da, Hazrec kabilesinin, kılıçlarımızın inmesiyle nasıl inlediğini
görselerdi! Görselerdi de bunun sevinciyle çığlık atarak, ‘Ey Yezid, ellerin
dert görmesin!’ deselerdi! Biz, Benî Haşim büyüklerini öldürerek Bedir
Savaşı’nın yerine (intikamı) hesap ettik. Ahmed’in yaptıklarından ötürü, onun
oğullarından intikam almazsam, Hind oğullarından değilim.”
Emir’ül-Müminin (a.s) kızı Zeyneb bunu duyunca yerinden
kalktı. Allah’a hamd-ü senâ ve Resul’üne (s.a.a) salât-ü selâm ettikten sonra
şu ayeti okudu:
“Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah’ın
ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü
oldu.”[1]
Ve şöyle devam etti:
Ey Yezid, esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş
yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil,
kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce makamından olduğunu mu
sanırsın ki bundan ötürü çok övünür ve sevinirsin? Dünyanı abat ettiğin için
çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele
geçirmene çok mu sevinirsin? Yavaş ol, yavaş. Allah’ın, “O küfre sapanlar,
kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz
onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için
aşağılatıcı bir azap vardır.”[2] buyurduğunu unuttun mu yoksa?
Ey (Mekke’nin fethi sonrasında) azat edilenlerin oğlu, kendi
kadın ve cariyelerini perde ardında tutup Resulullah’ın (s.a.a) kızlarını da
açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde düşmanlarının yanında şehir şehir
dolaştırman ve her konakta, oranın sakinlerine göstermen, yabancıya ve aşinaya,
alçaklara ve şerefli insanlara, bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet
midir? Soylu ve necip insanların ciğerini ağzına alıp emen ve sonra da dışarı
atan ve şehitlerin kanıyla beslenen [Uhud Savaşı’nda Muaviye’nin annesi
Hind’in, Hamza’nın ciğerini ağzına alarak yemek istemesi olayına işaret
etmektedir] birinden nasıl merhamet beklenebilir?! Her zaman itiraz, husumet ve
kinle bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın? Şimdi
de sanki bu yaptığıyla günah işlememiş gibi mest ve mağrur bir hâlde cennet
gençlerinin efendisi Ebu Abdullah’ın (İmam Hüseyin) dişlerine çubukla vuruyor
ve pervasızca, “Bedir Savaşı’nda ölen büyüklerim keşke burada olsalardı da bu
durumu görmekle çığlıklar atarak, ‘Ellerin dert görmesin ey Yezid!’ deselerdi!”
diyorsun. Niye bu sözü demeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki?
Sen Muhammed’in (s.a.a) evlâtlarının kanına buladın elini ve
yeryüzünün yıldızları olan Abdulmuttalib oğullarını katlettin. Fakat bununla
kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin oluşturdun. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi
tayfanın yaşlılarını sesliyorsun. Fakat çok geçmeden sen onlara katılacak ve
“Keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lâl olsaydı da bunları demeseydim!”
diyeceksin.
Ey güçlü Allah’ım, bize zulmedenlerden intikamımızı ve
hakkımızı al ve gazabının ateşinde onları yak!
Yezid, bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi
etini parçaladın. Çok sürmeyecek; Peygamber’in evlâtlarının kanını akıtmakla ve
Ehlibeyt’ine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında
Peygamber’in huzuruna çıkacaksın. O gün Allah onları bir araya toplayacak ve
haklarını alacaktır.
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ sanmayın. Hayır,
onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.”[3]
Allah’ın hükmedici, Muhammed’in (s.a.a) davacı ve Cebrail’in
de ona yardımcı olacağı gün, senin için yeterlidir. Seni bu makama getirerek
Müslümanların sırtına bindirenler, zalimler arasından ne de kötü bir bedel
seçtiklerini çok yakında anlayacaklar. Hanginizin daha bedbaht olduğunu
bilecekler.
Sen konuşulmayacak kadar değersiz birisin; ama bu durum
seninle konuşmayı mecbur etmiştir. Seni kınamak ve zemmetmek ise, benim gözümde
değerli ve büyük bir iştir. Fakat gözler ağlıyor ve sineler de gam ateşiyle
yanıyor. Ah, Allah’ın ordusunun şeytan ordusu eliyle öldürülmesi ne ilginçtir!
Bizim kanımız bu ellerden akıyor ve etlerimiz ise ağızlarında çiğneniyor. O
tayyib ve pak bedenler, yerüstünde kalmıştır. Çöl kurtları sırayla onları
ziyaret etmekte ve yırtıcı hayvanlar da onları yere sürmekteler.
Ey Yezid! Eğer bugün galip gelerek bunu ganimet biliyorsan,
yarın yaptıklarından başka bir şey göremeyeceğin gün bunun hesabını vereceksin.
Allah, kullarına zulmetmez. Biz de şikâyetimizi O’na yöneltiyoruz; çünkü O’dur
sığınağımız.
Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol, istediğin şekilde düzen
kur ve hile yap, çalış. Ancak Allah’a andolsun ki bizim adımızı silemeyecek,
vahyimizi söndüremeyecek ve öldüremeyeceksin, bizim işimizi bitiremeyeceksin.
Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın âlil, yaşayacağın günler az
ve kalildir.
“Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun!” diye
seslendiğinde münadi, o gün bu topluluğun da dağılacaktır.
Allah’a hamdolsun ki başlangıcımızı saadet ve mağfiret,
sonumuzu da şahadet ve rahmet kıldı. Allah’tan istiyoruz ki nimetini,
şehitlerimize tamamlasın, mükâfatlarını artırsın ve bizleri de halef-i
salihlerden kılsın. Çünkü O, bağışlayan ve mihribandır. Allah bize yeter, ne de
güzel vekildir O!
Yezid bu hutbeyi dinledikten sonra şöyle dedi:
“Feryad edenlerin nalesi ne de güzeldir ve musibet içindeki
kadınlara ölmek ne de kolaydır!”
- - - - - - - - - - - - - -
[1]- Rûm, 10.
[2]- Âl-i İmrân, 178.
[3]- Âl-i İmrân, 169.