Şeytanın Cennetten Kovulduktan Sonra Yeniden Cennete Girmesi

Şeytan, Âdem’e secde etmediği zaman Allah onun cennetten çıkardı. Şeytan cennetten kovulduktan sonra, tekrar nasıl cennete girip Âdem ve Havva’yı kandırabildi?
GİRİŞ: 30.10.2021 05:44      GÜNCELLEME: 30.10.2021 05:44
Rasthaber -  İlk etapta beşer ilminin ilerlediği günümüzde bile, bir yerde fiziksel olarak bulunmaksızın ses ve görüntü (hatta üç boyutlu) yoluyla başkalarıyla irtibat kurulabildiğini hatırlatalım

Bu noktayı dikkate aldığımızda ve Kur’an’ı Kerim’in açık ifadesiyle şeytanın kovulmasının ardından insanlarla irtibatının devam etmesi iznini Yaratıcıdan aldığı[1] hakikatini de göz önünde bulundurduğumuzda bu soru belli bir yere kadar cevaplanıyor. Ancak bu soru hakkında pek çok bahisler yapılmış, akabinde çeşitli görüşler söz konusu edilmiş ve bu doğrultuda farklı beyanlar ortaya atılmıştır:

1. Hz. Âdem ve Havva’nın içinde oldukları cennet, Allah-u Teâlâ’nın salih kulları ve iyi ameller işleyen kimseler için vadettiği cennettir.

Bazı müfessirler, Âdem ve Havva’nın cennetinin, takva sahibi insanlara vadedilen ebedî cennet olduğuna inanırlar. Zira “el-Cenne”[2] kelimesindeki “Elif” ve “Lam” harfleri, ahdî “Elif” ve “Lam”dır ve ebedî cennete işaret eder. Aynı şekilde “inin” anlamında olan “İhbitu”[3] cümlesi de, yukarıdan aşağı inmeye delalet eder.[4]

2. Hz. Âdem ve Havva’nın içinde bulundukları cennet, vadedilmiş cennet değil, Allah-u Teâlâ’nın onlar için hazırladığı dünyevî bahçelerden biriydi. Âdem’in (a.s) içinde yaşadığı cennetin, vadedilmiş cennet olmaması gerekir. Zira:

a) Vadedilmiş cennet, amel öncesi verilen bir yer değil, bilakis kemal yolunda veya tabiri caizse “Kavs-i Suudi” (yükseliş oku) mesirinde işlenen amellerin ve kazanılan melekelerin bir ürünüdür.

b) Vadedilmiş cennete giren, dışarı çıkarılmaz.

c) Vadedilmiş cennet, şeytanın vesvese yeri olmadığından Âdem’in (a.s) cenneti, ebedî kıyamet âleminin cennetinden başka bir yerdir ve belki de bu cennetten kasıt, yeryüzünde havası ve suyu güzel bağlık bölgelerden biridir.[5]

3. Bazı müfessirler, Âdem’in yaşadığı cennetin, ebedî bir cennet değil, semavî bağlardan birisi olduğuna inanırlar. Zira vadedilmiş cennette, yükümlülük yoktur ve oraya giren kimse çıkarılmayacak; orada ebedî olarak kalacaktır.[6]

Şimdi birinci faraziyeye göre Âdem’in cennetinin vadedilmiş cennet olduğunu kabul ederek, şeytanın oraya nasıl girebildiğini inceleyelim:

a) Şeytanın, Âdemoğlunun kalbine nasıl girdiğine bakmamız gerekir. Bedeninden mi girmiştir? Acaba şeytanın cisim olduğunu ve kalbe girdiğini düşünebilir miyiz? Bununla ilgili şunlar söylenebilir: Melekler nasıl akıl gücü aracılığıyla giriyorsa, şeytanın da kalbe şehvet, gazap ve vehim gücü aracılığıyla girdiğini söyleyebiliriz. Âdem ve Havva, men edilmiş ağaca meylettiklerinde, şehvet gücü şeytanın aracı oldu ve bu araç vesilesiyle kalbe yol buldu. O halde ne cennetin içine girdi, ne bedeninden kalbine girdi ve ne de bedeniyle Âdem’in karşısına çıktı.[7]

b) Şeytan cennetin içine girmedi, bilakis dışardan gizli aldatmayla onları kandırdı.[8]

c) İkinci ve üçüncü faraziyeye gelince: Esasen Âdem ve Havva’nın içinde bulundukları yer, “Şeytan tekrar nasıl cennete girdi? “ sorusunu gerektirecek vadedilmiş cennet değildi.[9]

d) Dolayısıyla soruda söz konusu edilen cennetin, vadedilmiş ebedî cennet olduğunu kabul edersek sorun ortaya çıkar, ancak ikinci ve üçüncü görüşe göre böyle bir durum söz konusu değildir. Aksine bu olay, başka bir cennette gerçekleşti ve bu sebeple ikisi de o cennetten dışarı çıkarıldılar.[10]

–—

[1]     Â’raf, 13-18.

[2]     “Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.”(Â’raf Sûresi, 27)

[3]     “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.” (Bakara Sûresi, 36)

[4]     Daver Penah, Ebu’l-Fazl, Envaru’l-İrfan fi Tefsiri’l-Kur’an, Tahran h.ş. 1375, İntişarat-ı Sadr, c. 1, s. 456.

[5]     a.g.e., s. 432.

[6]     a.g.e., s. 456.

[7]     Tayyib, Seyyid Abdulhüseyin, Etyabu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, Tahran 1378, İntişarat-ı İslami, 2. baskı, c. 9, s. 111-112.

[8]     Musevi Hemedanî, Seyyid Muhammed Bâkır, Envaru’l-İrfan fi Tefsiri’l-Kur’an, Kum, h.ş. 1374, Defter-i İntişarat-ı İslami-i Camiayı Müderrisin-i Havzayı İlmiye, 5. baskı, c. 1, s. 456.

[9]     a.g.e.

[10]    Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Musevi Hamedani, Seyyid Muhammed Bakır, Kum 1374 ş, Defter-i İntişarat-ı İslami-i Camiayı Müderrisin-i Havzayı İlmiye, 5. baskı, c. 1, s. 202.

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM