BismillahiRahmanniRahim
Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a salatu ve salam
O’nun Resulü ve temiz Ehli beytine olsun.
Bir
önceki yazımın kalan yerinden devam ederek bu yazıma başlamak istiyorum. Önceki
yazımı şu şekilde bitirmiştim: “Sonuç olarak; “İnsanlık &
Müslümanlar” bir seçimi yapma zorundadır, Ya Allah'ın seçtiği ve emriyle
insanları doğru yola ileten İlahi önder tarafında saf tutacak ya da şeytanin
emrinde “egosantrik & taassup” arzularına teslim olup deccalın ordusuna
hizmetkar olacak, artık yalanı yalanla gerçekçi kılmak “Asimetrik inanç” mümkün
olmayacak. Buradan ülkemizi yönetenlerin dikkatini çekmek isterim.”
Artık
Hakikatten kaçamayız, sosyal yaşantımızda var ettiğimiz kaoslar, adaletsizlik,
zülüm, gayri insani hallerin çoğalması yaşadığımız doğanının dengesini bozmuş
(doğal afetler) ve doğayı Hasta etmiştir. Doğa kendini “uyum & denge
& gereklilik” kuralları doğrultusunda iyileştirme çabasına girmiştir.
Doğa kanunları gereği her yıpranmış canlı & cansız (özne, nesne) yaratık
kendi yenileyerek aslına dönmek zorundadır. Buda doğanın kendini yenilemesi
güncellemesi ki o da birtakım felaketleri (doğal afetleri) beraberinde
getirmesi demektir. Doğadaki bu değişimden insanlar da kendi payına düşeni
alarak mecburi bir ayrışıma (aslına) gitmektedir, yaşadığımız bu zaman bir
ayrışma zamanıdır.
Ayrışma
derken kastım; “Atlantik & AB müttefikiyken Avrasya taraftarı olmak”
ya da “İhvancıyken Salafi /vahabi olmak” veya “Müslüman iken
Hristiyan olmak” değil, bunlar bizim bulunduğumuz noktadan Iceberg’in su
üstündeki farklı gibi görüne kısımlarıdır. Asıl ayrışım, bizlerin görmediği,
yalanı ayakta tutan, su üstünde yüzdüren kökü ki o’da suyun altında gözükmeyen
“batıl/Siyonizm/deccal” kendisidir.
İnsanlık
öyle bir hale sokuldu ki Hristiyan olmanın, Yahudi olmanın, Müslüman olmanın ya
da erkek & kadın olmanın hiçbir farkı olmadığı, yalan ve hakikatin bir
anlam ifade etmediği, her şeyin görsel, virtuel, yapmacık ve tek tip olduğu bir
zaman girdik. Bu öylesine bir zaman dilimi ki beyaz ve siyahın ayırt olduğu,
grinin bulunmadığı, bilginin saklanmadığı, hakikatin asimetrik bakışa rağmen
aşikâr olduğu bir zaman dilimi. Bu öylesine bir zaman dilimi ki fitnenin,
nifakın, zulmün, ihanetlerin banalleştiği ve de pik yaptığı bir zaman dilimi.
Bu öylesine bir zaman dilimi ki hakikatin doğum sancılarının artığı ve yalan
girdabının hakikat üzerindeki var ettiği köpüğün yok olacağı, ilahi emirle
direniş/kurtuluş rüzgarlarının müjdelediği huzuru, güveni, adaleti, barışı
getirecek hakikat nurun doğacağı zaman dilimine girdik.
Ama ve
lakin bizler “Müslümanlar” hazırmıyız? Kendimiz bu girdaptan kurtaracak olan
gerçeklerimizle yüzleşmeye, hakikati kabullenmeye kendimizi hazırladık mı?
Çünkü hakikati bilerek çıkarımıza ve işimize geldiği gibi dünya menfaatlerine bağlanarak
oluşturduğumuz sahte/riyakâr halimizden sıyrılmayı ve yalanı başka bir yalanla
gerçekmiş görüntüsünü vererek saklayarak oluşturduğumuz dünyevi menfaatlerini
bırakmaya hazırmıyız?
Müslüman
ülkelerin (biz dahil) gerçeği, müttefiklik, çağdaşlık, liderlik arzusuyla
asimetrik strateji, simetrik strateji, konjonktürle strateji diyerek hep
gerçeği yalanla kamufle ettik ve “denize düşen yılana sarılır” diyerek yalana
sarıldık. Neticesinde ülke halkları “insanlık” birbirine karşı uzak, samimi
olmayan, düşmanca tavırlarla gönüllerde yıkıcı & kalıcı sınırlar
oluşturduk. İnsanlık olarak inancımızın temeli olan Tevhit ve onun çatısı
vahdet yıkmış olduk. Şeytanın icadı, en büyük yalan “Demokrasi & Laiklik”
vb. ideolojilerle insanlar şeytani güçlere köle edildi. Bu güçlerin hedefi
hiçbir zaman ülkeleri fiziki olarak kuşatmak olmadı. Onların hedefi bizim
kalbimizdeki Tevhit inancını yıkmak oldu. Onu da zaman & mekâna göre
kurdukları sistemlerle yaptılar ve başardılar.
Söyle
bir soru akla geliyor; eğer sistemleriyle bizleri kuşatmışlarsa (tevhit
inancını yıkmışlarsa) neden kaos var?
Neden savaş yapılıyor? Neden savunmasız insanlara zulüm yapıyorlar? Ve
neden Afganistan'dalar, neden Suriye'deler, neden Iraktalar, neden Filistin'de
Yemende zulüm tavan yapıyor… vs?
Her
şeyden önce, Şeytani güçler kaostan, yıkımdan, kandan, derin ihtilaflardan,
ihanetlerden kısaca kötülükten beslenirler çünkü zalimlik onların gücüne güç
katar ve hâkimiyetlerini korku ile pekiştirirler. Bir ata sözümüz var “kurtlar
sisli havada avlanır (beslenir)”.
Daha
önceki yazımızda bunun için 2 yol kullandıklarını söylemiştik, 1-)
Kültürle (inançsal) zulüm 2-) Fiziksel Zulüm. Her şeyden önce insanların
kalbine dünya sevgisini yerleştirirler ve insanlığı egosantrik arzularıyla
dünyaya köle ederler, arkasından oluşturdukları terminoloji & kodlamayla
(sistemlerle) insanlığın gerçekleri & hakikati görmesini engellerler.
Bizleri birbirimizi öldürtürken veya didişirken onlar güç kazanırlar ve kendi
uşaklarını & hizmetkarlarını ve de kendilerine hizmet eden (entelektüel ve
vahşi teröristeler) kara cahillerde oluşturdukları kaostan, zulümden elde
etikler ganimetlerle (İktidar, Zenginlik, ayrıcalık, üstünlük, güç vs.)
ödüllendireler ve bir taşla iki kuş avlamış olurlar.
Yalan/batıl/
şeytani güçler bir “kişi” değil, bir “sistem/organizasyon/yapılanma” dır. Akıl
hocası & kurucusu adı üzerinde olduğu gibi bizzat şeytandır. Kurdukları
yapılanmanın en altı tabakası “halk”, onun bir üst seviyesi “sistem
& yöneticiler”, onun bir üstü seviyesi “vekil & baronalar”
ve vekillerin bir üstü seviyesi akıl hocası “deccal & şeytandır”.
Bizlerin gördüğü sadece sistemler ve yöneticilerdir fakat vekil (baronları) ve
akil hocasını görmemiz tanımamız zordur. “Böylece onları, halkı
ateşe çağıran önderler yapmış olduk. Kıyamet gününde onlar yardım
görmeyeceklerdir.”
(Kasas-41)
Bu
yapılanma nasıl çalışır?
·
Kurdukları sosyal
araçları kullanarak (Görsel & yazılı medya, sinema, sosyal ağlar...)
·
Kurdukları kurumlarla
yönlendirerek (NATO, BM, Dünya sağlık örgütü, insan hakları örgütü,..vs.)
·
Kurdukları kalpazan
(Finans) sistemlere borçlandırarak (IFM & bankacılık sistemi)
·
Kurdukları fakat
uymadıkları, ama bize uyguladıkları sistem & rejimlerle (Demokrasi,
Laiklik, diktatörlük, kominizim, kapitalizm, İslamizim. vs…) hapis ederek.
·
Silah ve İlaç
sanayilerini kullanarak (Epidemiler, Biyolojik ajanlar & silahlar, terörist
gruplar, darbeler...)
·
Sosyal & ırkçı
isyanlarla oluşturarak (Mezhepsel, etnik, deri rengi, vb. üzerinden sosyal
Kaoslar)
·
En önemlisi bütün
bunları Kendi terminoloji ve kodlamalarıyla yapmalarıdır. Bizleri yalana
terminoloji & kodlamalarına inandırarak hakikati yaşamamızı ve aramamız
için mücadele verdirirler. Mesela; çok ilahlı bir yaşam inancını kabullenerek
Tevhidi yaşmak veya savunmak. (Benizli arabaya mazot enerjisi kullanarak
kullanmaya benziyor ki bu bizi ne kadar ilerletir?)
Bu
çerçeveden Amerika, Avrupa ve Komünist ülkelerle olan ilişkilerimizi analiz
ettiğimizde hakikati savunan ve kazanda olsak hep kaybeden durumda muamele
görmemizin sebebini daha iyi anlamış oluruz.
Asil
soru: Bizler Tevhidi inancını yaşamak & savunmak için mi;
û
NATO üyesi olduk?
û
Demokrasi & laiklik
rejimin seçtik?
û AB üyesi olmak istiyoruz?
û
Özgürlük & İnsan
hakları deklarasyonu savunuyoruz?
Birçok
entelektüel, profesör, politikacı yazar çizer vs. diyecek ki “Evet, bunlar
bizim olmazsa olmazlarımız”. Güzelde bunlar bizde yokken bizler nasıl bir
şeydik? Ne haldeydik? Osmanlı 600 sene nasıl 4 kıtada var oldu? Birde
bugünlerde yaşadığımız bunca sorunların ana kaynağı nedir?
Bizler
böyle bir yapılanmada ne yaparsak yapalım hata “kraldan daha kralcı kesilelim”
hep kazan onlar kaybeden ise biz oluyoruz. Çünkü biraz önce çizdiğim piramittin
akıl hocasını çizdiği yolda ilerliyoruz. Yani ATESE gidiyoruz. Eğer biz hür
olmak istiyorsak rejimin varlığın üzerine oturtturduğumuz temeli karşımıza
alıyoruz demektir ki bunu adi Devrim “Revolution” demektir.
·
Para tam olarak bizim
paramız değil ve de hür değil dolara indekslenmiş. Dünya finans kurumlarına
göbeğimiz bağlamışız ve Paramızla ve ekonomimizle istedikleri gibi oynuyorlar.
·
Silah sanayimiz onlara
bağlı, şu sıraları yaptığımız hamleler onları rahatsız etmeye başlasa da silah
sanayimizi direk kendi kurumlarına indekslemeye çalışacaklar beklide
yapmışlardır. Proje ve üretici “100% Madde in Türkiye” biz olmakla beraber
karar mekanizması onlar olacak çünkü sistem kurucu olarak her şey onların
onayına bağlı.
·
Görsel Medya aynı
şekilde onların istediği kültürel & inançsal politikayı gütmekte. İnsanları
istedikleri yönde şekillendirmekteler. Onlara karşı olan medya ya
marjinalleşiyor ya da ömrü uzun sürmüyor.
·
İlaç sanayimiz ve diğer
endüstriyel sanayilerimiz, ne yazık ki birkaç ailenin elinde onların da üye
olarak ayrıcalık kazandıkları “Baron/Elit/Mason/illimunati/Siyonist vb.” dahil
oldukları localar beli.
Özet
olarak, Bizlerin Türkiye yüceltmek için
kullandığımız sistem aslında Türkiye'yi yüceltmek için programlanmamış fakat
sistem Türk plakalı Araba. Sistemin yazılımı (kodlaması, terminolojisi) sadece
bize bu aracı veren kurumun isteği doğrultusunda hareket etmekte için
programlanmış. Aynı aldığımız savaş uçakları gibi, uçak bizim gibi görünüyor
fakat bize veren devletlere karşı ya da onların istemediği devletlere karşı
kullanamadığımız gibi.
Biz
böyle bir yapıda sadece kendimiz kandırırız, istediğimiz gibi hür hareket
edemeyiz, manevi & milli çıkarlarımızı katiyen savunamayız. Dolayısıyla
bizim içinde bulunduğumuz araç bizim çıkarlarımıza karşı, bizim içinde
bulunduğumuz araç dostlarımıza karşı, (gerçek düşmanlarımız açık ve net
bilinirken, onlara “müttefik & dost” yapmakta). Fakat en önemlisi bizim
içinde bulunduğumuz araç Tevhit inancına karşı & düşman. Üstelik deccalın
(Siyonizm ve şeytani yapılar) ordusuna bizi hizmet ettirmekte ve Tevhide karşı
bir karakol & karargâh olarak kullanılmakta.
Sonuç
olarak: Bizler artık saklanması mümkün
olmayan ayrıma (kavşağa) geldik. Simetrik, asimetrik strateji ve inançlar
sadece bizi deccalın ordusuna hizmetkar kılacak. Çünkü Yalan/Kötü kendisinin
dönüm noktası olan pik seviyesini en son merhalesine geldi. Bu merhale,
“Kötünün/ Yalanın” çöküşünün başlangıcı pik ’ten inişi. Yalanın iniş &
çöküş yanında birçok anten/müttefik/dost ve sistemi içindeki ülkeleri de
beraberinde götürecek. Çöküşün en büyük işareti bölgemizde oluşan savaşlar ama
en büyük savaş ise kapıda ve geliyor. Amerika YPG, PKK, DAİŞ, Arabi Suudi, BAE
ve diğer teröristleri boşuna silahlarla ve askeri eğitimlerle güçlendirmediler.
Halkı Müslüman olan ülkeleri Irak, Suriye, Yemen, İran, Lübnan, Afganistan,
Pakistan, kaşmir, Mısır ve Mağrip ülkelerini ekonomik krizlerle, Ambargolarla,
savaşlarla, darbelerle kaosa sürükleyerek savunmasız hale boşuna getirmediler
ve bizi (Türkiye) kendi planlarında ne yazık ki ekonomizmi çökertmeyi bahane
ederek & kullanarak bizleri kullanmaya da devam etmekteler. Bizi
kullanmakla kalmayıp bizi kandırmaktalar ve kendi içimizde bizleri parçalamakta
ve nefret yapıları oluşturmaktalar.
Son söz;
Milletin, devletin, ırkın, rengin ve inançların ayrıt
edilmediği, Mazlumun zulme, Masumun zalime, İmanın küfre karşı savaşının
hazırlıkları yapılmıştır. Tevhit inancın “şirk & küfre” karşı final savaşı
kaçınılmaz ve bizi beklemektedir. Kendi safımızı ülke olarak Tevhit yanında
belirlemek bizlerin inancının gereğidir ve Bize Müslüman olarak ancak bu
yakışır. Eğer kendimizi ateşin yalan reklam panoları “demokrasi”,
“özgürlük”, “insan hakları” vb. Kanarak/
referans alarak taraf tutmaya devam edersek, Hakikate & Tevhit karşı
savaşacağımız aşikâr ve kaçınılmazdır.
Mustafa
Kemal TASPINAR
8
Haziran 2021