16 Ocak 1979 tarihinde Şah Rıza Pehlevi tasını tarağını
toplayıp yurtdışına kaçmıştı.
Devrim lideri İmâm Humeynî ise (uçağının düşürülme
tehditlerine rağmen), 14 yıllık sürgün hayatının son üç buçuk ayını geçirdiği
Fransa'dan İran'a 1 Şubat 1979 yılında dönmüştü. Henüz devrim gerçekleşmemiş ve
belirsizlik sürüyor, gösteriler devam ediyordu. Bu belirsizlik ve endişeli
süreç on gün sürmüş ve takvim yaprakları 11 Şubat'ı gösterdiğinde 2500 yıllık
Şah rejimi yıkılmış ve İslâm Cumhuriyeti ilan edilmişti. Birçok sosyal bilimci
şu yorumu yapıyor: "Devrim yapmak zordur ancak devrimi ayakta tutmak çok
daha zordur." Devrim 43 yıldan beri birçok yıkıcı badireyi atlatarak bi
iznillah sabit berkadem bir şekilde (zalimlere meydan okuyarak) yoluna devam
etmektedir...
İmâm Humeynî siyasî görüşlerini ilk defa açık bir şekilde 4
Mayıs 1944 tarihinde (adeta manifesto niteliğinde) kaleme aldığı bir yazıda
ortaya koyduğu ifade edilmektedir. “Okuyun ve Uygulayın” başlıklı bu yazısında
İmâm Humeynî, “De ki: Size bir tek öğüt veriyorum: Allah için ikişer ikişer ve
teker teker kıyam edin.” (Sebe: 46) meâlindeki âyette geçen “kıyam” kavramını
“siyasî direniş” anlamında yorumlayarak özellikle ulemâ zümresini İran’ın
ıslahı için baş kaldırmaya çağırıyordu. Bazı analistlere göre İmâm Humeynî'nin
bu çıkışı bir ıslah hareketiydi. 1963 yılında ise çok daha açık bir şekilde
devrimci söylemleri dile getirdiği görülmektedir.
Kısacası İran'da vuku bulan bu devrimin kökleri bir yönüyle
1963 yılına dayanmaktadır. İlk kıvılcım, ilk işaret fişeği o tarihte
patlamıştı. Devrim lideri İmâm Humeynî o tarihte İran'ın Kum kentinde bulunan
Fevziye Medresesi'nde ahlâk ve irfan üzerine dersler vermekteydi. Bu esnada
İmâm Humeynî geleneksel mollaların tutumları dışında bir tavır sergileyerek
Şah'ı ve zulme dayalı yönetimini sert bir dille eleştirip İslâm'ın kendine özgü
yönetim anlayışı olan "Velâyet-i Fakih" ilkesini gündeme taşıyordu.
Bu tarihten bir yıl öncesinde Şah Rıza Pehlevi "Ak Devrim" olarak
isimlendirdiği "dinî değerlerden inhiraf ve uzaklaşma furyası" İmâm'ı
ziyadesiyle rahatsız etmiş ve Şah'ı sert bir dille eleştirmeye başlamıştı. Bu
duruma öfkelenen Şah emniyet birimlerine ve kendi özel savunma gücü olan SAVAK
ajanlarına talimat verip İmâm Humeynî'nin ders verdiği medreseye silahlı baskın
yaptırıyor. 5 Haziran 1963 tarihinde vuku bulan bu baskın olayında yüzlerce
öğrenci şehit ediliyor ve İmam Humeynî tutuklanıyor. Şah İmâm Humeynî'nin idam
edilmesini istiyor, ancak 1908 anayasana göre Ayetullah sıfatına sahip
âlimlerin idam edilmeme kuralından dolayı İmâm diğer bir seçenekle Türkiye'ye
sürgüne gönderiliyor. İmâm Bursa'da 20 ay kadar kaldıktan sonra Irak'ın Necef
kentine yerleşiyor. Necef'te bulunduğu 13 yıl boyunca hummalı bir şekilde Şah
rejimi aleyhinde faaliyetlerde bulunuyor. Vaaz ve talimatlarını ses kasetleri
vasıtasıyla el altından İran'a ulaştırıp halkı Şah rejimine karşı kin ve
düşmanlığa tahrik ediyordu. Zalime duyulan öfke bir devrim için en gerekli
malzemeydi. Din, mazluma sevgi ve merhameti gerekli kıldığı gibi zalime de buğz
ve öfkeyi zorunlu kılmaktadır. İmâm elbette ki bununla birlikte halka en çok
tavsiye ettiği kişisel ahlâkî gelişim ve takva üzerine nasihatlerdi. Çünkü o da
biliyordu ki, Rad Sûresi'nin 11'nci ayetinde belirtildiği üzere bir toplum
kendini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmeyecekti. Toplumsal
ve siyasî bir değişim isteniyorsa o minvâl üzere toplum da kendisini yenileyip
değiştirmeliydi.
Bu devrimi farklı kılan en önemli faktör din adına yapılmış
olmasıydı. 1789 Fransız Devrimi seküler bir mantıkla sömürgeci kapitalizm
sistemini dünyaya sunmuştu. 1917 Rus Bolşevik Devrimi ise yine seküler mantığın
bir başka versiyonu olan komünizmi dünya halklarına dayatmıştı. Bu iki devrim
yönetim mekanizmasını oturtana kadar milyonlarca insanın kanına girmişti.
Fransa'da muhalif olan herkes giyotinle idam ediliyordu. O dönemde Paris
sokakları giyotinden geçilmiyordu. Moskova'da ise sokak başlarında infaz
mangaları vardı. Komünizme itirazı olanlar sokak ortasında kurşuna diziliyordu.
Az önce ifade ettiğimiz gibi bu iki devrimde milyonlarca insan öldürülmüştü.
Sosyolog Ali Bulaç bu iki devrimden örnekler vererek İran İslâm Devrimi'ni
"dünyanın en kansız devrimi" olarak nitelendiriyor. Öyle ki, son güne
kadar İmâm Humeynî silahlı kalkışmaya ve şiddete asla cevaz vermemişti. Bu
devrimi diğerlerinde farklı kılan da buydu. Çünkü İslâm fıkhına göre, yönetimin
dinden inhiraf etmesine asla fırsat verilmemeli fakat bir şekilde böyle bir
durum vuku bulmuşsa o ülkede yapmayı düşündüğünüz devrim adına güvenlik
birimleri mensuplarına ve askere kurşun sıkamazsınız. Zira asker de polis de
Müslüman ahalinin evlâtlarıdır. Burada müstevliler söz konusu değil ki kurşun
sıkasınız. 1982 yılında Suriye'nin Hama kentinde böyle bir yanlışa imza atıldı
ve 30 bin dolayında insanın ölümüne sebebiyet verildi. Birçok Arap ülkesinde
faaliyetleri olan, merkezi Mısır'da bulunan "İhvan-ı Müslimin"
(Müslüman Kardeşler) örgütü bir sivil toplum kuruluşu olarak çalışan ve asla
şiddete bulaşmayan bir cemaat olarak biliniyordu. Bu cemaatin Hama kentinde
faaliyet yürüten kolundan bir heyet 1982 yılında Merhum Erbakan'ı ziyaret edip
silahlı kalkışma niyetlerini dile getiriyorlar. Erbakan böyle bir şeye asla
teşebbüs etmemelerini söylüyor. Onlar büyük bir hayal kırıklığı içerisinde
İran'a gidip İmâm Humeynî ile görüşüyorlar. İmâm Humeynî onlara, "Biz bu
devrimi tüfekle/silahla mı yaptığımızı zannediyorsunuz? Şahın askerleri bizim
insanlarımıza kurşun sıkıp ateş ederken ön saflarda bulunan kadınlarımız onlara
gül ve karanfil atıyordu. Onlar da ateş etmemeye başladılar ve saf değiştirip
bize katıldılar." diyerek onları adeta azarlıyor ve böyle bir teşebbüste
bulunmamalarını söylüyor. Onlar ise ne Erbakan'ı ne İmam Humeynî'yi dinlemeyip
gençlerin ellerine verdikleri silahlarla kalkışmada bulunuyorlar. Hüsranla
sonuçlanan bu silahlı kalkışmada 30 bin dolayında insan ölüyor...
Bizim burada ifade etmek istediğimiz İran İslâm Devrimi'nin
en kansız devrim olduğudur. İmâm Humeynî'nin takip ettiği strateji buydu.
Fakat devrim vuku bulduğunda bundan en çok rahatsız olan
İran'ın zenginliklerinden nemalanan, İran'ı sömüren ABD ve İngiltere gibi
emperyalist ülkeler olmuştu. İslâm Devrimi'ni akamete uğratmak ve yıkmak için
olmadık entrikalara giriştiler, münafıkları kullanarak suikastlar yaptırdılar.
28 Haziran 1981 tarihinde meclis binasında patlattıkları bomba ile 73
milletvekilini katlettiler. İran yargı sisteminin başında bulunan ve o dönem
İmâm Humeynî'den sonra İran İslâm Devrimi'nin en güçlü kişisi olarak görülen ve
İmâm Humeynî'nin, "ömrümün meyvesi" dediği Ayetullah Muhammed Beheşti
de 73 şehitten biriydi.
Bir ay sonra yine münafıklar kullanılarak 30 Ağustos 1981
tarihinde İran'ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai ve Başbakan Muhammed
Cevad Bahonar'e düzenlenen bir bombalı saldırıda şehit edildiler.
Bu suikastlar devrim tarihi boyunca devam etti. Özellikle
bilim adamlarına yönelik suikastların ardı arkası kesilmedi. En son 5 Kasım
2021 tarihinde İran'ın nükleer programının mimarlarından olan Muhsin Fahrizade
yine hain bir suikastla şehit edilmişti.
3 Ocak 2020 tarihinde ise Kudüs Gücü Komutanı General Kasım
Süleymanî ve Iraklı General Ebu Mehdi El- Mühendisî'ye yönelik hain suikast
(Bağdat Havaalanı'nda) bizzat büyük şeytan ABD tarafından yapılmıştı. Bu suikastta
8 kişi şehit olmuştu. Elbette bu devrimin sadece suikastlerle başı dertte
değil. Düşman çok yönlü saldırıyor. Her seçimde münafıklar kullanılarak provokasyonlar
yaptırılıyor. ABD bu devrimi yıkmak veya en azından akamete uğratmak için her
yıl milyarlarca dolar bütçe ayırıyor. Üstelik bunu gizlemeyip bizzat dile
getiriyorlar. ABD devrimin ilk gününden beri her türlü şeytanî plân ve
tuzaklarını devreye sokmuştu. Bunlardan biri de Tebes Çölü'ne çıkarma yapma
girişimiydi. ABD büyükelçilik binasında ele geçirilen casusların tutuklu
bulunduğu sırada (25 Nisan 1980 tarihinde) Tebes Çölü'ne çıkarma girişiminde
bulunduklarında helikopterlerin kum fırtınasına yakalanıp düşmesi ile tam bir
fiyasko yaşanmıştı. (Merkezi hükümetin bu çıkarmadan haberi olmamıştı ama Allah
Teâlâ'nın görünmeyen orduları devreye girmişti ve rezil bir şekilde hezimete
uğramışlardı.) Bu hezimetten sonra ateşe elini sokmamaya karar veren ABD beş ay
sonra Saddam maşasını devreye sokup (22 Eylül 1980 senesinde) İran'a savaş
başlatıldı. Bu tahmilî savaş ABD ve Batılı emperyalist güçler adına yapılan bir
savaştı ancak bunu herkes bilmiyordu. Saddam bile gaza getirildiğinin ve
kimlere hizmet ettiğinin farkında değildi. Bakınız düşmanın çok yönlü
çalıştığını ifade etmiştik. Aynı ay içerisinde dikkat çeken iki hadise daha
vuku buluyor: Birincisi 6 Eylül'de Merhum Erbakan Hocamız Milli Görüş Hareketi
adına Konya'da yüz binlerce insanın katıldığı mahşerî bir kalabalıkla
"Büyük Kudüs Mitingi" düzenliyor. ABD, "Eyvah İran'dan sonra
Türkiye'yi de mi kaybediyoruz?" diyerek düğmeye basıyor ve piyon olarak
kullandığı Kenan Evren'e askerî ihtilal yaptırıyor. On gün sonra ise Saddam'ı
İran'a saldırtıyor. Bu gelişmeler asla tesadüf değildi. Başta ABD olmak üzere
Batılı şeytanî güçlerin bütün askerî yardımlarına rağmen 8 yıl süren bu saldırı
savaşında Saddam İran'dan bir karış toprak koparamamıştı. Bu dönemde Suudi
Arabistan ve Kuveyt Saddam'a verdiği milyarlarca dolar borç parayı geri
isteyince Saddam CIA'nın provokasyonu ile Kuveyt'i işgal etmişti. ABD Saddam'ı
öyle bir ayak oyununa getiriyor ki, bu sefer Kuveyt'i Saddam'ın işgalinden
kurtarma bahanesiyle Irak'ı 45 gün boyunca bombalıyor ve bu esnada 240 bin
dolayında insan ölüyor. Bakınız Irak'ın İran'a yönelik saldırı savaşında büyük
şeytan ABD İslâm Devrimi'ni çökertemeyince bu sefer Türkiye'yi İran üzerine
kışkırtmaya koyulmuştu. Hatırlayalım, Demirel'in cumhurbaşkanı olduğu dönemde
malum gazeteler her Allah'ın günü İran aleyhinde olmadık tezviratlarla
halkımıza kin ve nefret tohumları aşılayarak savaşın psikolojik altyapısını
hazırlıyorlardı. O esnada iki ordu sınır boyunda büyük askerî tatbikatlar
yaparak birbirlerine gövde gösterisinde bulunuyordu. Adeta nefesler tutulmuş savaşa
ramak kalmıştı. Allah'a şükürler olsun ki her iki tarafa sağduyu hakim olmuş ve
ortalık sakinleşmişti. Büyük şeytan ABD yine umduğunu bulamamış ve hayallerini
başka bir mevsime saklamıştı. O başka mevsim 15 Temmuz darbe girişiminden
başkası değildi. Bildiğiniz üzere darbe girişiminin ertesi günü İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu bizzat, "Darbenin arkasında Amerika var" demişti. Asıl
konumuzla ilgili ifşaatı yapan ise bir zamanlar FETÖ elebaşısının sağ kolu olan
Latif Erdoğan olmuştu. Latif Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra
gazetelere verdiği demeçte açık açık şunları diyordu: "Eğer bu darbe
girişiminde muvaffak olsalardı üç ay içerisinde Türkiye İran'a saldırtılıp
savaşa sokulacaktı. İki ordunun da güçlü olması hasebiyle yıkım ve tahribat o
kadar çok büyük olacaktı ki, bu savaşta belki on milyondan fazla insan
ölecekti. ABD'nin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki asıl hedef
buydu." Türkiye'nin İran'a saldırtılma projesi eskilere dayanmaktadır.
Öyle ki FETÖ elebaşısı Gülen kendi müstear olarak yazdığı Abdülfettah Şahin
isimli kitaplarında kendi müntesiplerine mezhep üzerinden sürekli İran
düşmanlığını körüklüyor ve Çaldıran'dan, Yavuz Sultan Selim'den örnekler
vererek, "Şu Rafizîlere haddini bildirmesi için günümüzde de Yavuzlara
ihtiyacımız var" diyerek savaş naraları atıyor, savaş tamtamları
çalıyordu.
Ayrıca vaaz kasetlerinde de bu tür kahpe kışkırtıcılığın en
galizine tanık oluyorduk...
Sonuç olarak ifade edecek olursak, 43 yıldan beri başta ABD
olmak üzere bütün Batılı şer odakları bu kutsal devrimi yıkmak veya en azından
akamete uğratmak için hummalı bir şekilde çalışıyorlar. Bazı dindar olarak
bildiğimiz kesimler de ne yazık ki, olmadık tezviratlara alet olarak mezhep
üzerinden İran İslâm Cumhuriyeti ile halkımızın arasına husumet duvarları
örmeye devam ediyorlar.
Farkındayım yazımız uzadı ama İslâm Devrimi ilgili yazacak o
kadar çok daha konu var ki, bunlar birkaç makaleye sığacak cinsten değil.
Rabbimiz İslâm ümmetine basiret ve birlik nasip etsin. Rabbim İslâm
Cumhuriyeti'ni muhafaza buyursun ve direniş cephesine zaferler versin. Merhum
Erbakan Hocamız'ın ifadesiyle tek çare "İslâm Birliği".
("D-8" "İslâm Birliği"ne giden yolda bir ön adımdı. Akamete
uğratılmamalıydı.)