Şu NATO dedikleri... Mesele NATO’dan çıkmak değil NATO’yu içimizden çıkarmak!

GİRİŞ: 10.06.2021 10:46      GÜNCELLEME: 10.06.2021 10:46
Rasthaber -  

"Biden-Erdoğan görüşmesi özetle Türkiye’nin yeniden ileri karakol ve koçbaşı yapılma girişimidir. Bizim yıllardır üst akıl filan diye gizem kattığımız güç işte budur. İçimizdeki NATO ve onun maşalarıyla dışımızdaki sahipleri, Türkiye’yi bu hale koydu."

Marmara gibi memleket de müsilaj içinde. Her yerinden yolsuzluk, kanunsuzluk, ahlaksızlık akıyor. İtalya’da devlet mafyaya karşı temizeller operasyonu yaparken bizde tam tersi.

Peki buraya nasıl geldik?

Sadık okurlarım bu sorunun cevabını çok iyi biliyor. Atatürk’ün Cumhuriyeti’nden mafyatik bir oligarşiye dönüşüverdik.

Neden böyle oldu?

Ata’nın ölümünden sadece 14 sene sonra 18 Şubat 1952’de TBMM’deki oylamayla NATO’ya girdiğimiz gün hüzünlü hikayemiz başladı.

Atatürk’ün Sovyetler ve tüm komşularla dostluğa dayalı bölge merkezli dış politikası, 1939’dan başlayarak, (hiç işimizin olmadığı Kore’ye Mehmetçiği kurban gönderdiğimiz yıl) 1950 itibarıyla NATO’nun mızrak başı veya ileri karakolu misyonuna evriliverdi.

Düşman artık Batı Emperyalizmi değil, Kızıl Komünizm'di.

NATO ile ilişkimiz Faust’un şeytan ile yaptığı anlaşmaya benzer.

Komünizme karşı sağ gericiliği destekleyecek, karşılığında ise havalı Amerikan arabalarına binip kot pantolonla gezecektik.

NATO’nun temel hedefi, Avrupa ve Türkiye’yi Rusya’dan uzak tutmak, ABD çıkarlarına bağlamaktı.

Hala da öyle.

Türkiye’nin burada ayrı bir önemi var.

Bunu ben değil, işin üstadı İngilizler anlatsın isterseniz.

Bakınız Demir leydi lakaplı Margaret Tatcher’a başbakan seçildiğinden 2 gün sonra 6 Mayıs 1979’da Dışişleri Bakanlığı’ndan verilen “Askeri ve Stratejik Düşünceler” başlıklı birifing notunda ne yazıyor:

“Türkiye Batı yönelimini terk ederse, Sovyetler Birliği ile ittifak yapmasa bile Batı için bir dizi güçlü olumsuz askeri sonuç ortaya çıkacaktır. NATO, Sovyet Karadeniz filosuna Akdeniz'e tek çıkış noktası veren Boğaz ve Çanakkale boğazları üzerinde Türkiye'nin uyguladığı kontrolü kaybedecektir. NATO ve Varşova Paktı arasındaki kuvvetler dengesi, ciddi eğitim ve teçhizat eksikliklerine maruz kalmasına rağmen büyük, sert ve kararlı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kaybıyla da önemli ölçüde değişecektir. (Türk ordusu Avrupa’daki NATO ordularının en büyüğüdür). Sovyetler Birliği, şu anda Bulgaristan ve Kafkaslar’dan Türkiye için bir tehdit oluşturan 30 Varşova Paktı tümenini ve 1000 saldırı uçağının bir kısmını NATO'nun diğer bölgelerine karşı yeniden konuşlandırmayı seçerse, değişiklik daha da belirginleşecektir. Bu durum, Türkiye'nin kendisini Varşova Paktı ile ne kadar yakın hizaya getirdiğine bağlı olacaktır. ABD de, Türkiye’deki önemli istihbarat ve radar gözetleme üsleri ile askeri havaalanlarının kullanımından mahrum kalacaktır. Ve bu, İran'daki benzer tesislerin kaybını takip edecek. Sovyetler Birliği Türk hava sahasını ihlal eder veya daha da kötüsü Türk hava sahalarını izin alarak kullanırsa askeri durum çok daha vahim olacaktır. Bu durumda, Doğu Akdeniz, gerilim veya savaş zamanında NATO tarafından savunulamaz hale gelebilir.”

Kimse yanlış bilmesin, NATO esasen bir Amerikan kurumu olsa da tasarımı 1939 öncesi ve İngiliz’dir. Bu konuya daha sonra uzun bir yazıyla değineceğim.

İngiliz denizci emperyal stratejik aklı, Türkiye’nin NATO üyeliğini Doğu Akdeniz ile ne kadar doğru bağdaştırıyor farkında mısınız?

İşte bu yüzden Türkiye’nin asla kendi ayakları üzerinde durmasına ve kendi aklıyla düşünmesine izin vermediler.

Thatcher’e verilen notta da görüldüğü üzere, İran’ın 1979 Humeyni darbesiyle kaybından sonra Türkiye’de aynı durumu göze alamadılar ve 12 Eylül Darbesini NATO’cu generaller ile birlikte tezgahladılar.

Başka ne yaptılar peki?

Devleti içten içe oyacak sistemleri yarattılar.

FETÖ gibi, Gladyo gibi, Özel Harp Daireleri, Seferberlik tetkik Kurulları ve Komando kampları gibi.

Tüm bunları gayri nizami harp kisvesine sokup, mafyatik, kriminal yapıları güçlendirdiler.

Özellikle 80 sonrası sağ iktidarları her dönem daha çok suç ve şantaja batırdılar.

 AKP ile bir dönem yol arkadaşı olan Sedat Peker bile 2000’li yılların başında Ankara Swiss Otel'de CIA ile görüşmüş, kendisi anlattı.

ERDOĞAN - BIDEN GÖRÜŞMESİ

İşte bu hal ve karda, 14 Haziran’da yapılacak ilk yüz yüze görüşme öncesi kılıçlar bileniyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Biden’ın seçildiği geçen yılın Kasım ayından bu yana 8 aydır bu görüşme için bekletildi.

Zor durumdaki Erdoğan’ın eli her geçen gün daha da zayıflatıldı.

Hoş zayıflamasa ne olacak.

2002’den beri Türkiye’nin geçirdiği süreç, zaten ülkenin giderek bir Ortadoğu emirliğine benzemesine yol açmıştı.

Yargının siyasal iktidara bağlanması ve Başkanlık sistemini getiren 3 referandum ile Atatürk Cumhuriyeti bitme noktasına geldi.

Türkiye, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmaktan, otokratik, şer-i ve asosyal bir kararname devletine dönüşmeye başladı.

En azından dışarı verilen görüntü böyle.

İşte bu yüzden Anthony Blinken denen PKK/IŞİD destekçisi, sözde soykırım kabulcüsü ABD’nin Dışişleri Bakanı, utanmadan Türkiye için “Bir NATO müttefiki gibi davranmıyor” diyebiliyor.

Küstah Blinken’ın ikinci vurgusu ise Doğu Akdeniz.

Tıpkı Thatcher’e verilen 1979 notundaki gibi.

Blinken, “Sadece Rusya’dan S-400 alımı değil, bunun da ötesinde, Doğu Akdeniz’de atılan adımlar derinden rahatsız edici” diyor.

Tony Blinken bunun yanında "Türkiye’nin Batı’ya çıpalanmış” şekilde kalmasının önemini de vurguladı.

Yahu sana ne çımacı, senin ülkenden binlerce kilometre ötedeki Doğu Akdeniz veya S-400’den!

Hoş, bunu sorarken asıl, NATO’nun bırakın Doğu Akdeniz’i, ta dünyanın öteki ucundaki Çin ile ne zoru var demek lazım.

Çünkü miyadı 1990’da dolmuş olan NATO’yu şimdi tabutundan çıkarıp, makyajla Çin’e sürme planları var Biden Amca’nın.

2019’da yapılan NATO liderler Zirvesi’nde ilk kez Çin sözcüğünün geçtiği bir NATO siyaset belgesi hazırlanmasına karar verildi.

14 Haziran’da Brüksel’deki NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne damgasını vuracak olan “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı rapor, sadece Rusya değil Çin’i de içeriyor.

Hatta asıl hedefin Çin ve onun çağı değiştirecek Kuşak ve Yol Girişimi olduğu da ima ediliyor.

Rusya ve Çin gibi ‘otoriter rejimlerin’ istismarının önüne geçmek için “Demokratik Dayanıklılık İçin Mükemmeliyet Merkezi” kurulacakmış!

Bu şu demek; sadece askeri değil, etki ajanlığı, terörizm ve casusluk faaliyetlerine de hız verilecek.

İşte bunun için ABD, sadece Avrupa değil, sadece Türkiye de değil, İsrail, Hindistan, Brezilya, Tunus Güney Kore veya Fas gibi tüm dünyadan ülkeleri saflarına çekmeye çalışıyor.

Bunu tek başına yapamayacağı için NATO kisvesini kullanıyor.

ABD’nin tüm dünyada ve özellikle son olarak Suriye ve Irak’ta vekalet savaşları yürüttüğü bilinen bir gerçek.

PKK, El Nusra, IŞİD, Cundullah, El Kaide, Doğu Avrupa ve Rusya coğrafyasında Kadife Devrim ve darbeci milisleri beslediği sır değil.

Bunu da çoğu zaman en sıkı müttefikleri aracılığıyla yapıyor.

Tüm bu operasyonların temel bir sebebi var: o da Çin’in dünyaya yayılmasını önlemek.

Dolar ve donanma hegemonyasını sürdürebilmek.

Rusya’ya karşı son dönemde giderek artan tam saha baskının da sebebi aslında aynı.

Türkiye’nin bir anda yenide önem kazanmasının ardında da bu neden yatıyor.

1945 Washington Konsensusu yerine geçebilecek bir Asya-Güney Kalkınmasını önlemek.

Bu tıpkı İngiliz ve Avrupa sömürge ve yarı sömürgelerinin 1900’lerin başı ve ortalarındaki bağımsızlık hareketlerine verilen sinsi cevaplar gibi.

Alt oymalar, sinsi NATO veya faşizan yapılanmalar, karanlık işler, korsanlık, uyuşturucu silah ve insan kaçakçılığı vs.

Türkiye’nin geldiği nokta işte budur.

NATO’nun Ankara’yı tekrar hizaya sokma planları 14 Haziran’da kritik bir evreye girecek.

Zor durumdaki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’ya karşı Karadeniz ve Doğu Avrupa’da NATO’ya “OK” derken, üstüne bir de Çin’e karşı Afganistan’da Kabil Havaalanı yönetimine talip oluyor.

Afganistan’ı ayrıca, ABD’nin Çin ve Rusya arasına kama sokmak için planladığı yeni Orta Asya girişimi olarak düşünün.

En kritik yer Doğu Akdeniz’de istenen pasiflik sağlanmış gibi zaten.

Üstüne bir de İran meselesi var.

Bakın NATO ilk kez İtalya’da İsrail ile birlikte İran’ı hedef alan bir hava tatbikatı düzenledi.

Bu, İsrail Hava Kuvvetleri’nin ilk denizaşırı konuşlandırması olarak da kayıtlara geçti.

İngiltere, İsrail, ABD ve İtalya’nın katıldığı “Falcon Strike 21” (Şahin Vuruşu 21) isimli tatbikatta hedef İran idi.

Times of Israel gazetesi, İsrail F-35'lerinin katılımını bugüne kadar katıldıkları en büyük ve en uzak tatbikat olarak nitelendirdi.

Gazete ayrıca, “Tatbikatın açık amacı F-35 jetinin genel yeteneklerini geliştirmek olsa da… üst düzey bir İsrail Hava Kuvvetleri subayı, bu tatbikatın İran kuvvetlerine karşı olduğunu teyit etti” diye yazdı.

Biden-Erdoğan görüşmesi özetle Türkiye’nin yeniden ileri karakol ve koçbaşı yapılma girişimidir.

Bizim yıllardır üst akıl filan diye gizem kattığımız güç işte budur.

İçimizdeki NATO ve onun maşalarıyla dışımızdaki sahipleri, Türkiye’yi bu hale koydu.

Pislik ve oksijensizlikten müsilajlara bulandık.

Artık daha fazla kötücül müsilaja değil, yurdumuzun ferah nefesine ihtiyacımız var.

Halkın gücü en büyük güçtür.

Sandık da bu gücün hükmünü icra edeceği yerdir.

NATO’dan, mafyadan, türlü kılıktaki kara paradan medet ummayalım artık.

Bunları içimizden söküp atmanın zamanı geldi de geçti.

Dıştaki değil fakat içimizdeki NATO en tehlikelisi.(Hüseyin Vodinalı/Veryansın)

KAYNAKLAR:

https://antibellum679354512.wordpress.com/2021/06/07/targeting-iran-strengthening-nato-u-s-british-israeli-italian-f-35s-in-unprecedented-air-combat-exercise/

veryansın

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM