Yemen Nasıl İsrail’in Güney Cephesi Haline Geldi?

“Terbiyenizi takının.” Bu bir tehdit değil, çağrı. Batı’ya, sömürgecilere, iktidar sarhoşlarına yöneltilmiş bir ikaz. Ama aynı zamanda Arap dünyasının kendisine de bir hatırlatma: Haysiyet, açlıktan bile daha güçlü bir silahtır.

2020’de Katar’ın el-Cezire kanalında bir söyleşi… Lübnanlı sunucu Gada Uveys, Ensarullah sözcüsü Muhammed el-Buheyti’ye alaycı bir tonda soruyor:

“Kudüs’ü mü kurtaracaksınız, daha Sanaa’daki çocukları doyuramıyorsunuz?”

Buheyti’nin yanıtı kısa ama çarpıcıydı:

“Yemen halkına karşı terbiyenizi takının.”

O gün bu cümle, pek çok kişi için basit bir savunma refleksiydi. Kimse, dört yıl sonra bu sözlerin Filistin semalarında yankılanacağını, Arap denizlerinde, hatta Tel Aviv’in kalbinde karşılık bulacağını öngörmüyordu. Oysa Yemen, sessiz sedasız, kendi tarihinin yönünü değiştiriyordu.

Savaşta olgunlaşan bir halk

Yemen’in bugünkü direniş çizgisi, uzun bir sınavın ürünü. Ensarullah hareketi, Ali Abdullah Salih rejimiyle yıllar süren çatışmaların, Suudi Arabistan’la yapılan yıpratıcı savaşların, ardından ABD’nin desteklediği ve dokuz yıl süren (ve hala daha devam eden) Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) işgalinin içinden geçti. Bu süreçte hareket, sadece askeri anlamda değil, kültürel, iktisadi ve ideolojik bakımdan da olgunlaştı.

Ensarullah’ın stratejisi, basitçe askeri kapasiteye, silah gücüne dayalı bir plandan ziyade, savaşın içinde bir “direniş kültürü” üretmeye yöneldi. Silahın yanı sıra bilincin de cepheye dönüştüğü bir anlayış bu. Yemen’de halkın direncini ablukalara, açlığa, bombardımana rağmen ayakta tutan şey bu yaklaşım oldu.

Bu yüzden bugün Yemen sokaklarında her hafta Gazze için düzenlenen gösteriler, sadece dayanışma eylemleri değil, Ensarullah’ın kat ettiği siyasi ve ideolojik mesafenin dışavurumu. Yemenliler, siyasi liderliklerinin hedeflerine sadık kaldığını, vaadettiklerini yerine getirdiğini gördükçe direniş bilinci derinleştiriyor. Onlar için ABD’ye, İsrail’e ya da Batı hegemonyasına karşı verilen mücadele, yalnızca bir dış politika tercihi değil, bir halk olarak kimliklerinin de anlamı haline geliyor.

Bu ilişki, Arap dünyasında pek rastlanmayan türden bir bağ kurdu. Filistin meselesinde yıllardır eksik kalan şey, halkın inancı ile siyasi iradenin aynı noktada buluşmasıydı. Yemen, istisnai bir örnek yaratmış durumda.

İlkesizlik değil istikrar

Yemen’in tavrını özel kılan şey, pragmatizmin çekiminden uzak durması. Arap dünyasında pek çok direniş hareketi, coğrafi ya da siyasi zorunluluklarla taviz vermek zorunda kaldı. Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı baskıya karşı açık eleştiri yapamayan Filistinli örgütler gibi, çoğu zaman “gerçekçilik” gerekçesiyle sessiz kalındı.

Ensarullah ise başından beri net ABD ve İsrail karşıtı çizgisinden sapmadı. Bu duruş, Yemen’i yalnızlaştırdı belki ama tutarlı kıldı. “Arap Baharı” süreci pek çok toplumu, devleti ya da devlet dışı aktörü savururken, Ensarullah stratejik hedeflerinden sapmadı.

Buheyti’nin el-Cezire’deki yanıtını bu çerçevede anlamak gerekir. O sözler, bir kibir ifadesi değil, tarihsel bir iddianın özetiydi: Yemen halkı açlıktan kurtulmanın yolunu Batı hegemonyasından kurtulmakta görüyor.

Yemen, Arap dünyasında halkıyla liderliği arasında “siyasal istikrar” kurabilmiş ender örneklerden biri. Bu da Filistin direnişine dair önemli bir dersi hatırlatıyor: Kurtuluş hareketi, ancak stratejik sabitlerini koruduğu sürece var olabilir.

Bugün İsrail ve Batı’daki karar alıcılar Yemen’i dikkatle izliyor. İran’a karşı yürütülen savaş, Tahran’ın bölgedeki müttefiklerine desteğini azaltır mı? İran zayıflarsa Ensarullah da mı sarsılır?

Fakat sahadaki gerçeklik farklı. Sanaa, saldırı öncesinde de sonrasında da aynı tempoda hareket etti. Hatta tehditler büyüdükçe askeri kapasitesini geliştirdi. Yemen artık sadece bir direniş alanı değil, askeri-teknolojik anlamda üretken bir merkez. Kendi insansız hava araçlarını, füze sistemlerini, hatta silah üretim hatlarını kurdu.

İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nün (RUSI) değerlendirmesinde bile şu fikir işleniyor: “Ensarullah, İran’la işbirliği içinde ama doğrudan onun emri altında olmayan bağımsız bir güç.”

Kızıldeniz kıyısındaki stratejik konumu sayesinde bölgesel denklemlerde belirleyici hale geldi. Somali, Eritre ve Cibuti gibi ülkelerle kurduğu yerel bağlantılar, Yemen’e alternatif lojistik kanallar sağlıyor. Bu da onu sadece bir direniş unsuru değil, bir “bölgesel merkez” haline getiriyor.

İsrail’deki güvenlik çevreleri bu durumdan bariz biçimde endişeli. Kudüs Dış ve Güvenlik İşleri Merkezi, “İran doğrudan misillemeden çok çevre sahalarda, özellikle Yemen üzerinden hareket ediyor” diyor. Başka bir deyişle, Yemen artık İsrail için bir cephe hattı. Ve bu cephe, askeri olduğu kadar sembolik de.

Tüm bu tablo, Yemen’in artık küresel güç dengelerinde küçük bir piyon değil, başlı başına bir aktör olduğuna işaret ediyor. İran’ın desteği azaldığı anda Yemen’in düşmeyeceği ortada. Bir iç birikim ve konsolidasyon yaratmayı başarmış durumdalar.

Middle East Institute’te Eleonora Ardemagni imzasıyla yayımlanan makalede şöyle yazıyor: “Husiler, müttefiklerinden daha az bağımlı olmalarını sağlayacak kaynak ve deneyimleri biriktirdiler.”

Her büyük bölgesel kırılmada, yorumcular yeni senaryolar üretir: Lübnan savaşı, Suriye krizi, İran’a saldırılar… Hepsinde “şimdi sıra Yemen’de” denildi. Fakat Yemen her defasında ayakta kaldı.

Bugün Yemen’in hikayesi, Filistin’le, Lübnan’la, tüm Arap coğrafyasıyla kesişiyor. Bu, sömürgeciliğe, açlığa, ablukalara karşı direnen bir halkın hikayesi. Ve o hikayenin merkezinde hâlâ o meşhur cümle duruyor:

“Terbiyenizi takının.”

Bu, bir tehdit değil, çağrı. Batı’ya, sömürgecilere, iktidar sarhoşlarına yöneltilmiş bir ikaz. Ama aynı zamanda Arap dünyasının kendisine de bir hatırlatma: Haysiyet, açlıktan bile daha güçlü bir silahtır/sol

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın