Sudan’da Yaşanan İnsanlık Dramı

Coğrafi olarak Mısır’ın güneyinde bulunan Sudan köklü tarihi olan bir ülkedir. MÖ 2500 yıllık geçmiş tarihine baktığımızda Sudan’ın birçok medeniyete beşiklik yaptığını görmekteyiz. Özellikle Nil havzasındaki verimli topraklarıyla, ziraat/tarım ve hayvancılıkta kendine yeten bir ülke olarak yüz yıllarca fakirlik yaşamamış bir ülkedir. Ayrıca başta altın olmak üzere Sudan’ın birçok bölgelerindeki yeraltı madenlerinin zenginliği ülke ekonomisine büyük katkısı oluyordu. Günümüzde ise Sudan, Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisi durumuna gelmiş bulunmaktadır.

Hassai Altın Madeni ve diğer yerlerde altının yanı sıra demir cevheri ve temel metaller de çıkarılmaktadır. Kromit, Ingessana Tepeleri’nden çıkarılan bir diğer önemli mineraldir. Çıkarılan diğer mineraller alçıtaşı, tuz ve çimento olmaktadır. Fosfat, doğu Nuba’daki Kuoun Dağı ve Lauro Dağı’nda bulunmaktadır. Çinko, kurşun, alüminyum, kobalt, blok sülfürler formunda nikel ve uranyum rezervleri de bulunmaktadır. Altın ve kurşun, Kuzey Darfur’un Kutum bölgesinde, alüminyum Darfur’da, kobalt Kızıldeniz’de, nikel ise Kızıldeniz, Mavi Nil ve Güney Kordofan’da bulunmaktadır. Ayrıca Güney Sudan’da altın ve zengin petrol yatakları bulunmaktadır. Elbette ki, bu zenginlikler Batılı emperyalist ülkelerin dikkatinden kaçmadı ve Afrika’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Sudan’a da musallat oldular. Özellikle İngilizler Mısır’dan sonra Sudan’ı da uzun süre sömürge olarak kullandı…

Sudan 7. Yüzyıl’dan bu yana İslâm topraklarının bir parçasıdır. Sudan’da İslâmiyet özellikle mutasavvıfların etkisiyle, yavaş ve barışçıl bir süreçle yayılmaya başlamış. Sudan halkının öteden beri bunca naif bir karakteristik özelliğine rağmen ne oldu da bugün en vahşi yöntemlerle birbirlerini katletmeye başladılar?

Sudan’ın son 200 yıllık tarihinden kronolojik olarak bahsedecek olursak, 1821-1885 yılları arasında, yani Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Mısır Valiliği döneminde Sudan, Mısır’a bağlanmıştı. O dönemde Sudan’da büyük bayındırlık hizmetleri verilmişti. Ayrıca o dönemde Sudan’a telgraf ve matbaa getirilmişti. 1885-1899 tarihleri arasında ise Muhammed Ahmed el-Mehdi önderliğindeki isyanla Osmanlı yönetimine son verilip Sudan’da yerel bir devlet kurulmuş oldu. Fakat bu devletin varlığı çok sürmedi. Zira 1882 yılında Mısır’ı işgal eden İngilizler Süveyş Kanalı’ndan sonra Nil havzasına sahip olmak ve değerli madenleri sömürmek maksadıyla 1899 tarihinde Sudan’ı da işgal ettti. Bu işgal iç isyanların ve bağımsızlık hareketlerinin yoğunlaşması sonucu 1 Ocak 1956 yılında son buldu. İsmail el-Azhari liderliğinde İngiliz işgal güçlerine karşı verilen mücadele sonucu Sudan bağımsızlığını kazanmış oldu. Mısır 1922’de bağımsızlığını kazanmasına rağmen Sudan Mısır’dan 34 yıl sonra bağımsızlığını kazandı. Fakat bağımsızlığa rağmen (diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi) o gün bugündür madenlerin işletilmesi başta İngilizler olmak üzere yabancı şirketlerinin elinde devam etmektedir. Arap ülkeleri sözde bağımsız ama kaynaklarını vantuzlayıp sömüren Batılı ülkeler.

İngilizler kendi işgalleri döneminde tıpkı Filistin topraklarına yönelik Yahudi göçü politikaları uyguladığı gibi bu ülkede de petrol bölgesi olan Güney Sudan topraklarına Hristiyan göç politikaları uyguladı. Maksat Güney bölgesindeki demografik yapıyı Hristiyan nüfusu lehine çevirmek. Kısacası İngilizler, Kuzey ve Güney Sudan’ı “ayrı idare” politikasıyla yöneterek, daha o yıllarda Sudan’ı ikiye bölünmenin temellerini atmış oldu.

1972 yılına gelindiğinde iç savaş için ortam hazır hâle gelmişti.

Merkezi hükümet güçlerine karşı Güney bölgesindeki Hristiyan ve animist grupların özerklik talepleri arasındaki ilk büyük çatışma bu dönemde patlak verdi. Uzun süren bu çatışmalar sonucunda “Addis Ababa Anlaşması” ile Güney Sudan’a özerklik verildi. Fakat Güney Sudan Özerk Yönetimi bu statü ile yetinmeyeceği ve ilerleyen zamanda tam bağımsızlık isteyeceği belliydi…

Sudan’ın bir başka özelliği ise askerî darbelerin yoğun yaşanmasıdır. 1969 tarihinde Cafer Numeyri askerî darbe ile başa geçer. Numeyri başlangıçta sosyalist eğilimliyken, daha sonra İslami yasalara (Şeriat) yönelir. Fakat başarılı olamaz.

Numeyri’nin Şeriat yasalarını tüm ülkeye yayma kararı ve Güney’in özerkliğinin kaldırılması üzerine ayrılıkçı Hristiyan güçlerin isyan hareketlerinden dolayı iç savaş yeniden başlar. 1983 yılında başlayan bu savaşta milyonlarca insan hayatını kaybeder.

İç savaşı bitirmek maksadıyla General Ömer el-Beşir Askeri darbeyle iktidara gelir ve 30 yıl sürecek bir rejim kurar.

Bu vesile ile bir parantez açarak General Ömer el-Beşir’in yaptığı askerî darbe ile oluşturulan yönetim değişikliğinden söz etmiş olalım. General Ömer el-Beşir’in yapmış olduğu darbenin mimarı olarak Sudan Meclis Başkanı Hasan Turabi görülmektedir. Sadık el-Mehdi’yi devirip Ömer el-Beşir’i cumhurbaşkanı olarak atayan 1989 Sudan askeri darbesinin fikir babası ve mimarı Hasan Turabi olduğu iddia edilmektedir. Bu yönüyle Hasan Turabi, modern Sudan siyasetinin en etkili isimlerinden biri olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır. Hasan Turabi ülkenin kuzey kesiminde Şeriat’ın (İslam hukuku) kurumsallaşmasında etkili oldu. Hasan Turabi bu düşüncelerinden dolayı geçmişte Sudan’da sık sık hapse atılmıştı…

Hasan Turabi meclis başkanlığı döneminde İran’a diplomatik ziyarette bulunarak Sudan’ın kalkınmasına ilişkin birtakım anlaşmalara imza attı. Sudan’a gelen İranlı heyet yapılan anlaşmalar çerçevesinde Nil havzasında ve kırsal alanda bir takım fizibilite çalışmalarında bulundu. Bu müspet adımlar sonucu Nil havzasının canlandırılması için tarım ve ziraatte sulama sistemleri üzerinde on binlerce dönüm arazi verimli hâle getirilmiş oldu. Bu girişim ve çabalar sonucu Sudan gıda ürünleri konusunda ilk defa kendine yeterli hâle geldi. (Sudan’daki bu gelişmeleri İsviçre’de bir TV kanalında belgesel olarak izlemiştim.)

Ayrıca bu süreçte İranlı yetkililer tarafından Hartum’da bir ilaç ve kimya fabrikası kuruldu. Başta tahıl, hububat ve bakliyat olmak üzere narinciyeye varasıya kadar birçok gıda ürününde Sudan kendine yeterli hâle gelmişti. Oysa o dönemin kısa süre öncesinde Sudan’ın belirli kesimlerinde insanlar gıdasızlıktan/açlıktan ölüyordu. Yine o yıllarda İran’daki siyasî yapıya öykünen Sudan meclisi çıkarmış olduğu yeni yasalarla İslâm hukukuna geçiş süreci başlatmıştı. Ayrıca o dönemde maden işletmelerinin millileştirme hamlesi başlatılmıştı. Öte yandan Sudan hükümeti Filistin davasına sahip çıkarak Direniş Cephesi’ne bir takım katkılar sağlamaya başlamıştı. Bu gelişmelerden en çok Siyonist çete ve büyük şeytan ABD rahatsız olmuştu. ABD o dönemde Sudan’ı “terör örgütlerine destek veren ülke” ilan etmişti. Ayrıca Sudan Devlet Başkanı General Ömer el-Beşir’in tutuklanması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması istenmişti. Bununla yetinmeyen ABD, Sudan’a yönelik diplomatik ve siyasî baskıların yanı sıra askerî müdahaleden de söz eder olmuştu. Nitekim çok geçmeden ABD Siyonist çete ile iş birliği yaparak İran’ın kurduğu ilaç ve kimya fabrikalarını “toplu imha silahı üretiliyor” bahanesiyle bombalayıp imha etti. O dönemde ABD ve Batılı ülkeler tarafından General Ömer el-Beşir ve onun nezdinde Sudan’a yoğun bir şekilde diplomatik baskılar sürdürüldü.

Bir taraftan küresel şeytanî güçlerin diplomatik baskıları ve askerî tehditleri, diğer tarafta iç çatışmalar ülkeyi tam bir kaos ortamına sürüklemişti. 2003-2010 yılları arasında ülkenin batısındaki Darfur bölgesinde, merkezi hükümetin desteklediği milisler (Cancavid) ile yerel isyancı gruplar arasında çatışmalar uzun süre devam etti. Bu üzücü iç çatışmaların çok yoğun bir şekilde ülke sathına yaygınlaşması üzerine uluslararası alanda soykırım iddialarını beraberinde getirdi. Sudan’daki mevcut hükümete yönelik uluslararası baskılar her geçen gün daha da artıyordu. Köşeye sıkışan hükümetin uğraş ve çabaları sonucu 2005 yılında “Kapsamlı Barış Anlaşması” (CPA) ile Sudan’daki ikinci iç savaş sona ermiş oldu. Bu süreçten 6 yıl sonra Güney Sudan bağımsızlık referandumuna gitti.

General Ömer el-Beşir yönetimi esnasında karar almakta en çok zorlandığı hususlardan biri Güney Sudan’ı bağımsız bir ülke olarak tanımasıydı. Başta ABD olmak üzere Batılı Hristiyan ülkelerin baskısına daha fazla dayanamayan Ömer el-Beşir Güney Sudan’ın Kuzey’den ayrılmasını kabul etti ve böylece 9 Temmuz 2011 tarihinde Güney Sudan bağımsız bir ülke oldu. Buna rağmen Sudan’da iç huzursuzluklar ve etnik çatışmalar durmak bilmedi. Böylesi bir hengâmede Ömer el-Beşir, 2019’da yine bir askerî darbeyle görevden alındı. Bu darbenin akabinde sivil hükümete geçme teşebbüsü oldu ancak bu da uzun sürmedi. 2021’de Orgeneral Abdulfettah el-Burhan önderliğindeki ordu, geçiş hükümetini feshederek sivil yönetime son verdi ve ülkenin askerî vesayetten kurtulma sürecini sekteye uğrattı. Geçmişte olduğu gibi 2019’dan 2023 yılına kadar Sudan’da belirsizlikler ve siyasî gerilimler devam etti. Sudan’ın resmi ordusu ile paramiliter RSF (General Hemeti) arasındaki iktidar mücadelesi silahlı bir çatışmaya dönüşerek Hartum, Faşir ve diğer bölgelerde büyük bir insani krize yol açtı. Kısacası, siyasî gerilimlerin ardından ülke kendini tekrar etnik şiddet ve iç savaşın sarmalı içerisinde buldu.

2023’te şiddetlenen etnik çatışmalara ve savaşa Birleşik Arap Emirlikleri müdahil olarak Faşir kentinde silahlı kalkışmada bulunup hükümeti ele geçirmeye çalışan “Hızlı Destek Kuvvetleri”ne aleni bir şekilde mühimmat ve silah yardımında bulunmaya başladı. Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteklediği paramiliter grup olan “Hızlı Destek Kuvvetleri”nin (RSF) Sudan’ın kilit kenti Faşir’i hükümet güçlerinden almasının ardından kentte insani bir felaket yaşanmasına sebebiyet verildi. Hiç kuşkusuz, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ayrılıkçı güçlere verdiği destek ABD ve Siyonist çete adına vekâleten yapılmaktadır. Zira ABD ve Siyonist çetenin Sudan üzerinde jeopolitik ve jeostratejik sömürgeci emelleri var. Başta altın olmak üzere çeşitli maden ve elementlerin bulunduğu Faşir bölgesinde merkezi hükümetten bağımsız uydu bir devlet kurmak istiyorlar. Kısacası başkent Hartum’u ele geçiremezlerse bölünmeye gidecekler. ABD ve Siyonist çetenin isteği de bu yönde. “Böl, parçala ve sonra rahatça sömür!” Küresel emperyal güçlerin mantığı böyle işliyor. Emperyalist güçlerin entrika ve kışkırtmaları sonucu sık aralıklarla yaşanan iç çatışmalar son iki yıldır ayyuka çıkmış vaziyette. İnsanlar aleni bir şekilde çeşitli işkencelerden geçirilerek sokak ortasında infaz edilmektedir. Gözleri dönmüş teröristler esir aldıkları insanları kurşuna diziyorlar. Kimilerini araçlarla eziyorlar, kimilerini briketle, taşlarla ve sopalarla linç ediyorlar, kimilerini ağaçlara asarak infaz ediyorlar, bazılarını da canlı canlı yakıyorlar. Kısacası bugün Sudan’da tam bir vahşet, tam bir soykırım yaşanmaktadır.

Birleşmiş Milletler (BM) raportörleri Faşir kenti kırsalında “yargısız infazlar”ın yaşandığına dair güvenilir bilgilere sahip olduklarını söylüyor. (Sadece rapor tutup beyanatta bulunmakla olmuyor. Acil müdahale gerekli.)

BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütü, 1 Kasım’dan bu yana 50.000’den fazla kişinin Kordofan bölgesinden kaçtığını açıkladı. Ülke genelinde yaşanan yerinden edilmeler (iç göç) milyonlarla ifade edilmektedir.

Yale Üniversitesi İnsani Yardım Araştırma Laboratuvarı da “toplu halde infaz edilen ceset yığınlarına” ilişkin uydu görüntülerini gündeme getirdi. Toplu katliamların yanı sıra, 18 aydır RSF tarafından kuşatma altında tutulması nedeniyle yerleşim birimlerinde mahsur kalan yüz binlerce sivil uzun süredir açlık krizi yaşıyor.

RSF daha önce sivilleri öldürdüğü ve Arap olmayan etnik grupları hedef aldığı yönündeki suçlamaları reddetmişti, ancak paramiliter grubun “Hemedti” adıyla da bilinen lideri General Muhammed Hamdan Dagalo, Faşir’in ele geçirilmesi sırasında askerlerinin işlediği ihlallerle ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı. Bu ifadeler elbette ki, sözde kalmaktadır. Acı bir gerçek varsa o da Faşir kırsalında bir soykırımın yaşanıyor olmasıdır. Üstelik bu soykırım, az önce ifade ettiğimiz gibi çoluk-çocuk, yaşlı demeden her yaştan insana yönelik en vahşi yöntemlerle uygulanmaktadır…

Sonuç itibariyle, Darfur bölgesindeki Faşir’in RSF kontrolüne geçmesi, Sudan’da Nisan 2023’ten bu yana on binlerce kişinin ölümüne ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olan iç savaş önemli bir dönüm noktasını işaret etmektedir.

Güney Sudan bağımsızlığını ilan ettikten sonra ülkenin barış ve güvenlik ortamına kavuşacağı beklenirken Faşir’i ele geçiren iktidara talip “Hızlı Destek Kuvvetleri” (RSF)’nin başlatmış olduğu iç savaş ve akabinde yapılan soykırım Sudan’da tam bir insanlık dramının yaşanmasına neden olmaktadır. Bu tür sorunların hâlli için Müslüman ülkeler arasında bir koordinasyon ve bir barış gücü olmadığı için İslâm dünyası olarak Sudan’da yaşanan bu soykırım olayını, bu vahşeti (tıpkı Gazze’de yaşanan soykırım ve vahşeti kahır içerisinde seyrettiğimiz gibi) sadece seyrediyoruz. Ümmet olarak ne Gezze’nin ne Sudan’ın feryadına koşabildik. Böyle mi olmalıydı?

Tek çare 57 parçaya bölünmüş İslâm ümmetinin tek devlet çatısı altında birlik oluşturmasıdır. Böylesi bir birlik ümmet bünyesindeki sorunları ve Filistin işgalini sonlandırmaya muktedir olacaktır bi iznillah…

Bu Haberi Paylaş
Yorum Bırakın