Washington Post’un 12 günlük savaşın perde arkasına dair yeni raporu, ABD ile Siyonist rejim arasında ortaklaşa yürütülen bir aldatma operasyonunu ortaya koyuyor, bu operasyonda “müzakere”, ihtilafların çözüm yolu değil, İran’a yönelik askeri saldırı için hesaplanmış bir örtüydü. Bu gerçeklik, savaş başlamadan aylar önce Keyhan Gazetesi tarafından defalarca dile getirilmişti.
- Önemli Ama Gecikmiş Bir İtiraf
- “Her Şey Sahteydi”; Washington Post Kaynağının İtirafı
- Keyhan; Aldatmayı Önceden Gördü
- Trump İle Netanyahu’nun Hesabı Birdir
- Keyhan’ın 24 Mayıs’taki Raporu; Kanlı Bir Senaryonun İsabetli Öngörüsü
- “Aldatılmış Amerika” Yanılsamasına Çizilen Kalın Çizgi
- Batı Yanlılığının Yıkıcı Mirası
- Bugün Gerçek Apaçık Ortada
Amerikan gazetesi Washington Post’un büyük bir heyecanla ortaya koyduğu şey, şaşırtıcı bir ifşa değil, Keyhan Gazetesi’nin 12 günlük savaş başlamadan haftalar önce defalarca ve açıkça uyardığı bir gerçeğin gecikmiş itirafıdır. Bu gerçek şuydu: Amerika ve Siyonist rejimin sözlüğünde “müzakere”, sorun çözme aracı değil, darbe indirmek için bir aldatma operasyonunun örtüsüdür.
Washington Post, Çarşamba günü yayımlanan önemli raporunda, Amerikalı ve Siyonist rejime yakın kaynaklara dayanarak Washington ve Tel Aviv’in İran’a saldırı için yürüttüğü ortak aldatma operasyonunu ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Bu operasyonda diplomasi, medya, yapay görüş ayrılıkları ve hatta müzakere takvimleri, önceden kurgulanmış bir senaryonun parçalarıydı.
Önemli Ama Gecikmiş Bir İtiraf
Washington Post raporunda, Nisan ortasında Donald Trump’ın İran’la nükleer anlaşma için “60 günlük bir fırsattan” söz ettiğini, bu sürenin de tam olarak 12 Haziran Perşembe günü sona erdiğini belirtmektedir. Bu süre zarfında Trump ve Netanyahu, diplomasi ve medya alanında sanki İran’a yönelik askeri saldırı konusunda aralarında görüş ayrılığı varmış gibi davrandılar. Oysa bu gösteri, kamuoyunu ve karar verici kurumları aldatmak için kurgulanmış bir sahneden ibaretti.
Bu gazetenin itirafına göre, Siyonist rejimin İran’a yönelik saldırıları 13 Haziran sabahı başladı; oysa bundan saatler önce Trump, gazeteciler karşısında İsrail’in saldırısının “tamamen mümkün” olduğundan söz etmiş, aynı anda da müzakereyi tercih eder gibi bir tavır sergilemişti. Bu yapay ikilem, aldatma operasyonunun bir parçasıydı.
Washington Post ayrıca, ABD ile İsrail arasındaki sözde anlaşmazlıklara dair yanlış medya haberlerinin rolüne değiniyor ve Mossad Başkanı David Barnea’nın, Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff ile yakın zamanda görüşeceğine dair haberlerin de bu çerçevede üretildiğini yazıyor. Üstelik bu haberler, 15 Haziran’da yapılması planlanan yeni dolaylı nükleer müzakerelerin hemen arifesinde servis edilmişti.
Bu Amerikan gazetesi açıkça şöyle yazıyor: İsrail saldırı kararı almıştı ve ABD bu karardan tamamen haberdardı. Daha açık bir ifadeyle, müzakere takvimi oluşturmak iyi niyet göstergesi değil, İran’ı aldatmak için bir yemdi.
“Her Şey Sahteydi”; Washington Post Kaynağının İtirafı
Washington Post’un raporunun devamında, konuya vakıf bir kaynak şunu söylüyor: “Netanyahu, Witkoff veya Trump arasındaki görüş ayrılıklarına dair yayımlanan tüm haberler yalandı. Ancak böyle bir algının oluşması faydalıydı, çünkü planlamaların dikkat çekmeden ilerlemesine yardımcı oldu.”
Bu itiraf, Keyhan’ın daha önce uyardığı şeyin aynısıdır ve o da şudur: “İyi polis–kötü polis rol paylaşımı, gerçek bir anlaşmazlık değil, Washington ile Tel Aviv’in ortak taktiğidir.”
Washington Post’a göre, Siyonist rejimin saldırı ve suikastları başladıktan sonra bile Trump yönetimi son bir “diplomatik girişimde” bulunmuş ve İran’a gizli bir öneri göndermiştir. Ancak bu öneri son derece ağır şartlar içermekteydi ve o da şuydu: zenginleştirmenin tamamen bırakılması ve direniş eksenine verilen desteğin kesilmesi. Bu, bir anlaşmadan ziyade bir teslimiyet belgesiydi.
Keyhan; Aldatmayı Önceden Gördü
Kilit nokta şudur ki Keyhan, savaştan sonra değil, 12 günlük savaştan önce bu senaryoyu aynen ifşa etmişti ve bunu Batılı bilinmeyen kaynaklara dayanarak değil, ABD, İsrail ve aralarındaki ilişkinin mantığını doğru okuyarak yapmıştı.
Keyhan, savaşın başlamasından iki ay önce, 29 Nisan ve 24 Mayıs tarihlerinde yayımladığı iki manşet haberinde, yani 12 günlük savaşın başlamasından 20 gün önce, Trump ile Netanyahu arasındaki tam koordinasyonu açıkça ortaya koymuş ve müzakerecileri ve ilgili kurumları Trump’ın müzakere aldatmasına düşmemeleri konusunda uyarmıştı.
Bu uyarılar, içerde Batı yanlısı çevrelerin ve 14. hükümetin dış politika alanındaki bazı etkili isimlerinin, şaşırtıcı bir saflıkla “Amerika’nın İran ekonomisine bin milyar dolarlık yatırım fırsatından” söz ettiği ve Trump’ın “tüccar” kimliğine dayanarak ABD tarihinin en kirli başkanlarından birinin parlatılmış bir imajını çizmeye çalıştığı bir dönemde yapılmıştı.
Trump İle Netanyahu’nun Hesabı Birdir
Keyhan, 29 Nisan tarihli raporunda, Trump ile Netanyahu’nun davranışlarını birbirinden ayırmaya çalışan yüzeysel ve çocukça analizlerin aksine, bu ikilinin kopmaz müttefikler olduğunu, hatta hesaplarının tek olduğunu ve tam bir koordinasyonla ortak bir plan yürüttüklerini vurgulamıştı.
O tarihte yayınlanan haberinde, Trump’ın Netanyahu’ya verdiği açık destekler, ABD büyükelçiliğinin işgal altındaki Kudüs’e taşınması, işgal altındaki Golan’ın tanınması ve sözde “Yüzyılın Anlaşması” bu stratejik ittifakın inkâr edilemez kanıtları olarak sıralanmıştı. Trump defalarca Siyonist rejimin güvenliğini ABD’nin kırmızı çizgisi olarak tanımlamış, Netanyahu da Trump’ın bu güvenliğin sağlanmasındaki rolüyle övünmüştü.
Keyhan aynı haberde, bu rol paylaşımının, gülümseyen, umut veren ve pazarlıkçı Trump ile kavgacı ve tehditkar Netanyahu’nun İran İslam Cumhuriyeti’ne çok katmanlı baskı uygulamak için yaptıkları gösterişli bir şovdan başka bir şey olmadığını söylemişti.
Ve bugün, Washington Post bunu kelimesi kelimesine doğrulamaktadır.
Keyhan’ın 24 Mayıs’taki Raporu; Kanlı Bir Senaryonun İsabetli Öngörüsü
Keyhan, 24 Mayıs tarihinde “Trump ve Netanyahu’nun koordinasyonu müzakereleri çıkmaza sürüklüyor” başlığıyla yayımlanan raporunda da, Beyaz Saray’ın Tel Aviv’in savaşçı politikalarına körü körüne uymasının müzakereleri uçurumun kenarına getirdiğini yazmıştı. Roma’da, dolaylı müzakereler sırasında Ron Dermer ve David Barnea’nın Steve Witkoff ile planlı görüşmesine işaret edilmesi, müzakerelerin Washington’dan değil Tel Aviv’den yönetildiğine dair ciddi bir uyarıydı.
Keyhan’ın haberinde şu ifadeler yer alıyordu: Diplomasi akıl ve etkileşim yolunu açabilecek durumdayken, Beyaz Saray’ın Tel Aviv’in savaşçı politikalarına körü körüne uyması, Tahran ile Washington arasındaki müzakereleri uçurumun kenarına sürükledi. Roma, 23 Mayıs Cuma günü bir kez daha Tel Aviv ve Washington’ın yıkıcı eylemlerini koordine etmek için bir sahne haline geldi. Öyle ki Axios’un haberine göre, Siyonist rejimin stratejik işler bakanı Ron Dermer ile terör örgütü Mossad’ın başkanı David Barnea, İran ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki dolaylı görüşmelerin yeni turunun oturum aralarında, Trump’ın Ortadoğu özel temsilcisi Steven Whittaker ile planlı bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme, ABD’nin Trump’ın ikinci başkanlık döneminde diplomasinin kontrolünü tamamen Netanyahu ve aşırı Siyonist akıma bıraktığının kanıtıydı. Dermer ve Barnier’in “pozisyonları koordine etmek” ve görüşmelerden sonra “acil bir rapor” almak amacıyla Roma’ya yaptıkları ziyaret, nükleer müzakereler projesinin sadece Washington tarafından değil, Tel Aviv tarafından da yönlendirildiğini açıkça göstermektedir. Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff, Trump ve Netanyahu ittifakı etrafında geliştirilen yol haritasının fiilen uygulayıcısı haline gelmiştir.
Bugün Washington Post, aynı acı gerçeği Amerika’nın diliyle ve kendi kaynaklarının ağzından ifade etmektedir.
“Aldatılmış Amerika” Yanılsamasına Çizilen Kalın Çizgi
Washington Post’un bu raporu, hâlâ (12 günlük savaştan önce ve sonra) Amerika’nın “Siyonist rejimin oyununa geldiğini” ve istemeden bu sürece girdiğini, dolayısıyla Amerika’nın davranışlarını düzeltme ve müzakereleri başlatma fırsatının hâlâ bulunduğunu iddia eden saf bakış açısının üzerine bir çizgi çekmektedir.
Ne yazık ki dış politika alanındaki bazı kurumları da etkileyen bu akım, ABD’yi, uluslararası ilişkileri ve Washington ve Tel Aviv stratejik bağını anlama konusunda derin bir zaaf içindedir.
Bu akımın sözlüğünde, Amerika ve Batı ile müzakere umudu hâlâ canlıdır. Oysa bu Batı, geçtiğimiz yıl içinde hem savaşı İran’a dayattı hem de İran’a darbe vurmak için Snapback mekanizmasını kullandı. Bu umut, eğer devlet yönetimine kök salarsa, ülkeye Nükleer Anlaşma’dan daha ağır darbeler vuracaktır.
Batı Yanlılığının Yıkıcı Mirası
Bu akımın büyük bölümü, Hasan Ruhani’nin zararlarla dolu hükümeti döneminde dış politikanın dümeninde olan kesimdir ve onlar, muhaliflerini “Amerika’yı ve ABD ve İsrail ilişkilerini tanımamakla” suçlamış, fakat kendisi Nükleer Anlaşma gibi kâğıt üzerindeki anlaşmalarla ve 2231 sayılı etkisiz bir kararnameyle ülkenin hayati nükleer kapasitesini yok etmiştir. O kapasiteyi ne 12 günlük savaş ne de ABD ve İsrail’in doğrudan saldırıları yok edebilmiştir.
Hasan Ruhani ve Muhammed Cevad Zarif, onca yıllık zarardan sonra hâlâ hatalarını savunmaktadır. Oysa İran’a saldırının ilk çivisi Nükleer Anlaşma ile çakılmıştı. Ruhani, Obama ile “Nükleer Anlaşma 2 ve 3” hayallerinden gururla söz ederken, 1. Nükleer Anlaşma tek başına ulusal güvenliğe ağır bir darbe indirmişti ve bu darbenin nihai sonucu, onuncu yılda dayatılan savaş oldu. Eğer bu iddialı ve pratikte cahil grubun diğer alanlarda, özellikle bölgesel meselelerde “performans sergilemesine” izin verilmiş olsaydı, ülke çok daha erken ve çok daha yüksek bir bedelle yıkıcı bir savaşa sürüklenirdi. Bugün Ruhani, felaketle sonuçlanan Nükleer Anlaşmanın muhaliflerini ABD ve İsrail ilişkisini anlamamakla suçlarken, kendisi Nükleer Anlaşma’nın İran’a saldırmak ve İran’ın gücünü devirmek için çok yıllık bir projenin parçası olduğunu ve 12 günlük savaştan önceki dönemde İsrail’in katil liderlerinin Nükleer Anlaşmaya yönelik eleştirilerinin, ülke içindeki Nükleer Anlaşma destekçileri gibi saf ve kolay aldatılabilecek bir grubu kandırmaktan başka bir şey olmadığını anlayamıyor.
Bugün Gerçek Apaçık Ortada
Washington Post’un bu itirafının önemi, sadece bir medya uyarısının doğrulanması değildir. Asıl önemli olan nokta, ülkenin bugünkü ve yarınki dış politikası için çıkarılması gereken derstedir. 12 günlük savaş gösterdi ki, “diplomasi yanılgısı” düşman tanımanın yerine geçtiğinde, sonuç tehditlerin azalması değil, birikmesi ve saldırının hızlanmasıdır.
Washington Post istemeden temel bir gerçeği açığa çıkardı ve o da Amerika’nın, özellikle Trump Amerikası’nın sözlüğünde müzakerenin, sorun çözme aracı değil, savaş düzeninin bir parçası olduğudur. Diplomasi, medya, yapay ihtilaflar, ekonomik vaatler ve gizli mesajlar, nihai hedefi zorla irade dayatmak olan tek bir yapbozun parçalarıdır.
12 günlük savaş açıkça kanıtladı ki, caydırıcı güçten kopuk bir diplomasi güvenlik getirmez, aksine düşmanı daha da cesaretlendirir. ABD ve Siyonist rejimi aldatma operasyonuna ve ardından saldırıya götüren şey, “yanlış anlama” değil, içeriden verilen bazı siyasi ve medya sinyallerinden algılanan zayıflıktı. Burada İran’ın hâlâ “müzakere penceresine” bağlı kaldığı ve karşılıklı bedel ödetilmesinden kaçındığı yönünde sinyaller veriliyordu.
Bu, Keyhan’ın defalarca uyardığı noktadır: Düşman, karşı tarafın kırmızı çizgilerinden çok müzakere masasını korumaya kaygı duyduğunu hissederse, o masayı ezer ve askeri seçeneğe yönelir.
Washington Post’un itirafı, ABD ile İsrail arasında çukur açılabileceği, Trump’ın “ekonomik aklından” yararlanılabileceği, gülümseme ve tavizle Washington’un yapısal kötülüğünün dizginlenebileceği olmak üzere tarihsel bir yanılsamanın fiilen sonudur.
Bu yanılsama daha önce Nükleer Anlaşmada denendi ve sonucu yaptırımların kalkması değil, baskının artması, istihbarî nüfuz ve nihayet savaşın altyapısının hazırlanması oldu. 12 günlük savaş bir gecede ortaya çıkmadı. Bu savaş, düşmana güvenle başlayan ve güç unsurlarının aşamalı olarak zayıflatılmasıyla çatışma noktasına gelen bir sürecin ürünüdür.
Bugün, ABD’nin ana akım medyası bile “diplomatik aldatmayı” itiraf ederken, eskimiş anlatılarda ısrar etmek artık analitik değil, stratejik bir hatadır. Amerika’ya safça bakışı sürdürmek için hiçbir gerekçe kalmamıştır.
Bugünkü sorumluluk, Keyhan’ın yıllardır savunduğu akla cesurca dönmektir: Düşmanı tanımak, her türlü etkileşimin ön şartıdır; müzakere eğer gücü yönetmenin aracı olmazsa, düşmanın istismar aracına dönüşür. Ulusal güvenlik, yeminli düşmanların gülümsemesiyle asla sağlanmaz.
Bugün Washington Post’un itirafıyla gerçek herkes için açıktır: Amerika’yla müzakere, eğer yanılsama ve iyimserlik üzerine kurulursa, barış yolu değil, savaş yoludur. Ve bu gerçeği, bombalar düşmeden önce Keyhan haykırmıştı.
Eğer dün Batı yanlısı akım Keyhan’ın uyarılarını “aşırılık” ve “kötümserlik” olarak nitelendiriyorduysa, bugün gerçekler ve hatta düşmanın itirafı gösterdi ki mesele aşırılık ya da itidal değil; sahneyi anlayıp anlamamaktı.
12 günlük savaş sona erdi, ancak anlatılar savaşı sürüyor. Bu savaşta inkâr edilemez bir gerçek var: Patlamadan önce uyaran, kötümser değildir, basiretlidir. Ve Keyhan, duman ve ateş gökyüzünü kaplamadan önce bu sahneyi görmüştü.
Keyhan gazetesinden tercüme edilmiştir
