İsrail devleti, resmen “Arz-ı Mev’ud” tezini kabul etmediğini, bu ifadelerin sadece dini metinlerde geçtiği ve dini metinlerin kendileri için bağlayıcı olmadığını, sınırlarını BM’nin 1947 planı üzerinde temellendirdiklerini söyler. Birçok kişi İsrail’in bu tezini kabul ederek zaten İsrail’in mevcut nüfusu ile Nil’den Fırat’a kadar olan geniş coğrafyaya hükmetmesinin imkânsız olduğunu savunurlar.
Ancak İsrail’in sınırlara ilişkin resmi söyleminde altı çizilecek çok önemli bir konu var: “sınırların güvenlik ihtiyacı”. “Vaad edilmiş topraklar” tezi insanlık tarafından kabul görmeyeceği için onun yerine “sınırlarının güvenliği” gerekçesi ile aynı hedefe ulaşma siyaseti izlenmektedir. Vaat edilmiş toprakları işgal etmek istediğinde ‘burası bize Allah tarafından vaat edilmiştir’ demek yerine ‘buranın hâkimiyetimize alınması sınırlarımızın güvenliği için zaruridir’ tezini savunuyorlar. İsrail kurulduğu tarihten itibaren sözde güvenlik için işgali genişletmekte, toprakları gasp edilenlerin topraklarını kurtarma ve özgürleştirme çabalarını “güvenlik tehdidi” olarak nitelemektedir. İşgale karşı her türlü faaliyeti “TERÖR” eylemi olarak niteleyip işgali genişletmeyi “güvenlik ihtiyacı” yani meşru ama işgali durdurma ve önlemeyi “Terör” faaliyeti olarak tanımlamaktadır.
Bir yandan resmen “Arz-ı Mev’ud” topraklarında gözümüz yok denilirken diğer yandan “sınırların güvenlik ihtiyacı” gerekçesi ile önce komşu sınırdan içeri girilerek işgal gerçekleştirilir, sözde savunma amaçlı tampon bölgeler oluşturulur sonra bunlar ilhak edilerek “Arz-ı Mev’ud” hedefine adım adım ilerlenir.
İsrail, halkı Müslüman olan bütün devletleri kendisi için düşman olarak görür. Bu düşmanlarına karşı “sınırlarının güvenliği” için sözde barış(!) anlaşmaları imzalar. Bu barış anlaşmaları ile aslında komşularını İsrail’in güvenliğine hizmet eden aparatlara dönüştürür. Oslo anlaşması ile El Fetih hareketi sadece İsrail’e karşı direnen Hamas ve İslami Cihad vb. direniş örgütleri ile mücadele eden İsrail’in Batı Şeria’daki güvenlik yan kuruluşuna dönüşmüştür. Oslo benzeri bir anlaşmanın yakında Suriye yönetimi ile de yapılacağı öngörülüyor.
Bu anlaşmalarda mütekabiliyet yoktur. İsrail’in karşı tarafı anlaşmaya harfiyen bağlı olmak zorunda iken İsrail bunu istediği zaman istediği gibi ihlal edebilir. En bariz örneği Lübnan’la yapılan ateşkes anlaşmasıdır. Bu anlaşma, imzalandığı Kasım 2024 tarihinden bugüne kadar 4500’den fazla kez İsrail tarafından ihlal edilmiştir.
İsrail, “Arz-ı Mev’ud” hedefine doğru bir yandan işgali genişletirken diğer taraftan fiilen işgal etmediği toprakların da yönetimlerini dizayn eder. İktidara gelecek olanların Mahmut Abbas modeline sahip olmaları istenir. Bu modelde İsrail’in düşmanlarına İsrail’den fazla düşmanlık etmek, onlara İsrail’den fazla acımasız davranmak taahhüt edilir ve uygulamalarla ispatlanır.
Mesela Suriye’nin yeni iktidarı resmen İsrail’in düşmanlarını düşman olarak ilan etmiş, Filistinli direniş komutanlarını tutuklamak suretiyle rüştünü ispatlamıştır. Yapılacak anlaşmada İşgal edilmiş Golan bölgesinde İsrail hâkimiyeti resmen tanınacaktır. Suriye içerisinde ayrıca Suriye askerlerinin giremeyeceği yasak bölgeler oluşturulmuştur.
Mahmut Abbas ve Colani modeli yönetimler İsrail için işgalden çok daha ucuz maliyetlerle egemenlik sağlamaktadır. Bu modelde ordu ve kolluğun asli vazifesi İsrail karşıtı kişi ve örgütleri tepelemekten ibarettir.
Colani modelinde İsrail’e taş atmak değil laf atmak dahi suç kabul edilir. Nitekim İsrail için “aduv” yani düşman sözcüğü resmi literatürden çıkartılmıştır. Ulema, fetvaları ile Siyonizm’in güvenlik aparatına dönüşen yönetimin icraatlarını meşrulaştırırken İsrail muhaliflerini devlet muhalifi olarak baği ilan edecektir. Bu modelin uygulandığı topraklar fiilen Arz-ı Mev’ud sınırlarına dâhil olmuş sayılır.
İSLAMİ ANALİZ