Hamas hareketi, Trump’ın “Gazze’nin teslimiyetine” yönelik Siyonist planına akıllıca bir yanıt vererek bu planı boşa çıkarırken, İran içinde on yıl önce zararlı bir anlaşmayla (Nükleer anlaşma) İran’ı hukuki ve siyasi bir tuzağa düşüren aynı Batı yanlısı akım, bugün Gazze için timsah gözyaşları döküp Batı’ya gülücükler saçarak İran için yeniden bir “teslimiyet reçetesi” yazıyor.
- Sazendegi Gazetesi ve “Yıkımdan Sonra Anlaşma” Manşeti
- Gazze İçin Timsah Gözyaşları, İran İçin Teslimiyet Reçetesi
- Batı’nın Çöküş Döneminde Delice Batı’ya Bağımlılık
- Irak ve Libya Dersi: Geri Adım Atmak Yani Yıkım Demektir
- Hamas’ın Akıllı Yanıtı ve Trump’ın Planının Rezil Oluşu
- Siyonist Rejim Sözcüsü: Gazze’de Ateşkes Diye Bir Şey Yok!
- Yaptırımları Meşrulaştırmaktan Direnişi Çarpıtmaya Kadar Batı Yanlıları
- Dünya Değişiyor, Batı Yanlısı Zihin Geçmişte Kaldı
- Batıcılık: İran Siyasetinde Kronik Bir Hastalık
- Önümüzdeki İki Yol; Direniş ya da Teslimiyet
O günlerden bu yana on yıldan fazla geçti. Bir zamanlar “dünya ile yapıcı etkileşim” sloganıyla ve “akılcılık” pozuyla ülkeyi bir anlaşmaya oturtan o kişiler, sonunda ne yaptırımların kalkmasını ne de ekonomik refahı sağlayabildiler ve sonuç, İran’ın Batı karşısında “söz veren ama hiçbir kazanımı olmayan” bir ülkeye dönüşmesi oldu. Uluslararası hukuk uzmanlarının deyimiyle o anlaşma, tek taraflı bağlayıcı bir belgeden ibaretti ve yaptırımların zincirini kırmak yerine, ülkenin kendi elleriyle üzerine yeni bir kilit vurdu. Nihayet “snapback mekanizmasının” devreye girmesiyle birlikte ölüm fermanı da çıktı.
O zararlı anlaşmanın mimarları ve İran’ın ekonomisini, sanayisini ve diplomasisini on yıl boyunca Batı’nın boş vaatlerinin hapishanesine kapatanlar, bugün de utanmadan, aynı “teslimiyet modeli’nin” yeni bir versiyonunu İran için yazıyorlar. “Gazze deneyiminden ders alalım” diyorlar ama Gazze’nin hangi deneyiminden ders alalım? Direnişten mi yoksa yıkımdan mı? Görünen o ki Batı yanlılarının sözlüğünde tarihten ders almak, hataları düzeltmek değil, onları tekrarlamak anlamına geliyor.
Sazendegi Gazetesi ve “Yıkımdan Sonra Anlaşma” Manşeti
Yenilgi Yanlısı söylemin tekrarı
Bu çerçevede, İran’ın zincir medya organlarından Sazendegi gazetesi “Yıkımdan Sonra Anlaşma” gibi garip ama manidar bir manşet seçerek bir kez daha umudunun Gazze halkının direnişine değil, ABD ve Avrupa’nın tebessümüne bağlı olduğunu gösterdi.
Bu manşet, güçlü İran’ı savunmasız Gazze ile özdeşleştirmeye yönelik açık bir çabaydı ve sanki yazarlar, İran’ın defalarca baştan aşağı silahla donatılmış olan İsrail’in ve destekçilerinin bileğini bükmüş ve son 12 günlük savaşta da İsrail’i ateşkes için yalvarmak zorunda bırakmış olduğunu unutmuşlar gibi. Bu kişiler sahadaki gerçekleri analiz etmek yerine, “yeni bir teslimiyet belgesinin” yolunu açabilsinler diye ülkeden yenilmiş bir tablo çıkarmaya çalışıyorlar.
Bu manşette her şey gizli ve bilinçsiz bir şekilde tersine çevrilmiş olarak gösteriliyor: Direniş, yıkımın nedeni olarak gösterilirken, uzlaşma ise yeniden inşanın anahtarı olarak gösteriliyor! Tıpkı Washington ve Tel Aviv’in yıllardır bölge halklarına şöyle söylediği gibi: “Yaşamak istiyorsan teslim ol.” Şimdi aynı mantık, Tahran’daki reformcu medya tarafından yeniden dillendiriliyor.
Gazze İçin Timsah Gözyaşları, İran İçin Teslimiyet Reçetesi
Sosyal medyada da, bu medya organlarıyla aynı doğrultuda, muhalif hesaplar ve içerideki bazı Batı yanlısı isimler utanmazca ülkenin durumunu “kriz” olarak nitelendiriyor ve çözümün “Batı’ya koşulsuz teslimiyet” olduğunu iddia ediyorlar.
Onlara göre direniş bir onur değil, bir suçtur; ulusal haysiyet bir sermaye değil, gereksiz bir yüktür; bağımsızlık ise bir ideal değil, ilerlemenin önündeki engeldir! Oysa tam da bu zelilce düşünce tarzı, geçtiğimiz yıllarda İran milletine en büyük zararları getirmiştir. Gazze için gözyaşı döküyorlar ama insanlıktan değil, aksine, Hamas’ın koşullu ateşkesi kabul etmesini bir yenilgi sayıp bunu İran’a teslimiyet reçetesi yazmak için bahane ediyorlar.
Temel soru şu: Bu kadar aşağılık bir Batı hayranlığı nereden geliyor? Bu, bilgi ve deneyimin sonucu mu, yoksa Batı’nın beslediği medya ve kurumların yıllarca süren beyin yıkamasının bir ürünü mü? Batı düzeninin gerilediği ve Batı dışı güçlerin yeni bir bloğunun ortaya çıktığı bir dünyada, İran içinde hâlâ Batılıların gülümsemeleriyle varoluş duygusu yaşamak isteyen gruplar nasıl oluyor da var olabiliyor?
Batı’nın Çöküş Döneminde Delice Batı’ya Bağımlılık
Keyhan gazetesi daha önce defalarca şu uyarıda bulunmuştu: Batı yanlısı akımın Batı’ya olan fikri ve psikolojik bağımlılığı hastalık, hatta delilik derecesindedir. Bu kesim, ABD merkezli düzenin çöküşünü dünyanın önde gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarının kabul etmesine rağmen hâlâ Batı’nın çöküşünü görmezden geliyor ve yeni dünyanın gerçekliğini kabul etmeyi reddediyorlar.
Onlara göre Batı asla yenilmez, hata yapmaz ve hesap vermek zorunda değildir. ABD Afganistan’dan kaçarken, Irak’ta batağa saplanırken veya Batı ekonomik ittifakları Batı dışı ittifaklarla rekabette geri kalırken bile bu kesim için Batı hâlâ düzenin, aklın ve medeniyetin simgesidir.
Bu tek taraflı sevgi, analizden değil, “gönülden inanmaktan” kaynaklanıyor! Onlar Batı’ya inanıyorlar, analiz etmiyorlar. Bu yüzden Batı hata yaptığında “akıllı strateji” diyorlar; direniş başarılı olduğunda ise “geçici başarı” diye küçümsüyorlar. Bu ters mantığa göre, hatta Batı kendisi hegemonyasının sona erdiğini itiraf etse bile, içerideki Batı yanlıları “hayır, hâlâ umut var!” demeye devam ediyorlar.
Irak ve Libya Dersi: Geri Adım Atmak Yani Yıkım Demektir
Irak ve Libya’nın tarihî tecrübesi, Batı karşısında geri adım atmanın güvenlik değil, aksine, düşmanı ülkeyi bütünüyle yutmaya teşvik ettiğini gösterdi. Saddam ABD karşısında geri çekildiğinde cazip vaatlerle kandırıldı ama kısa süre sonra o vaatleri verenler ülkesini yerle bir ettiler.
Libya’da da Kaddafi, düşmanlığın bittiğini sanarak nükleer programını kaldırdı ama Batı’nın cevabı ne oldu? Trablus’un bombalanması ve Kaddafi’nin sokak ortasında öldürülmesi! Her iki durumda da geri adım, barış değil ölüm getirdi. Bunlar uzak hatıralar değil, İran adına “uzlaşma reçetesi” yazmak isteyenler için canlı uyarılardır.
Batı ne düşmanlığını unutur ne de baskıdan vazgeçer. Onun siyasi felsefesi eşit işbirliği üzerine değil, egemenlik ve baskı üzerine kuruludur. Her geri adım onu daha da cesaretlendirir. Şimdi İran içindeki o reçete yazarları “yıkım gelmesin” diye direnişten vazgeçmemizi istiyorlar! Sanki yıkımın nedeni direniş değil de ardı ardına gelen geri çekilmeler değilmiş gibi.
Hamas’ın Akıllı Yanıtı ve Trump’ın Planının Rezil Oluşu
Bugünlerde Trump bir kez daha Gazze için Siyonist planını gündeme getirdi ve Hamas’ın bu plana yanıtı net ve tarihi oldu. Bu yanıt, İsrail’i rezil etti ve Tel Aviv’in Gazze’deki katliamları bitirme niyetinin olmadığını açığa çıkardı.
Ama ne oldu? Keyhan’ın öngördüğü gibi İsrail ve destekçileri sözlerinden döndüler ve son günlerde defalarca savunmasız Gazze’yi insansız hava araçları ve hava saldırılarıyla hedef aldılar. Bu gerçek, Netanyahu’nun suçlarla dolu kabinesinin varlığını savaş ve katliamla sürdürdüğünün ve savaşın bitişini kendi siyasi ömrünün sonu olarak gördüğünün canlı kanıtıdır.
Buna rağmen Batı yanlısı akım için bu tecrübe bile yeterli değil. Onlar, Amerika ve İsrail’in Brüksel’deki ve bölgedeki ihanetlerinden ders çıkarmadılar, tam tersine, “Yıkımdan sonra anlaşma” adı altında aynı mantığı alaycı biçimde yeniden tekrar ediyorlar.
Siyonist Rejim Sözcüsü: Gazze’de Ateşkes Diye Bir Şey Yok!
Hamas’ın yanıtıyla şaşkına dönen İsrail rejimi ve Netanyahu, gerçek yüzlerini hızla ortaya koydular. Bu bağlamda, 5 Ekim Pazar günü, Siyonist rejim sözcüsü resmen “Gazze’de ateşkes diye bir şey yok, sadece saldırıların geçici olarak durması söz konusu” dedi.
Siyonist rejim sözcüsü, ABD Başkanı ile Netanyahu arasında Gazze’de ateşkes konusunda anlaşmazlık olduğu yönündeki haberler hakkında da şöyle dedi: “Trump ile Netanyahu arasındaki ilişki tarihi bir ilişkidir.”
Bu sözcü ayrıca işgalci rejim ordusunun, sözde “savunma hedefleri” doğrultusunda Gazze’deki operasyonlarını sürdürebileceğini belirtti.
Yaptırımları Meşrulaştırmaktan Direnişi Çarpıtmaya Kadar Batı Yanlıları
İran içindeki Batı yanlısı medyanın son haftalardaki tutumuna bakıldığında amaçlarının analiz değil, “yenilgi duygusu” aşılamak olduğu açıkça görülüyor. İran’ın durumunu kriz olarak gösterip toplumsal psikolojiyi direnişin anlamsız olduğu fikrine yönlendirmeye çalışıyorlar.
Onlar aslında, düşmanın psikolojik savaşının gönüllü propagandacılarıdır. Amerikan ve İsrail medyasının yıllardır yaptığı gibi, onlar da içeride umutsuzluk aşılamaya, düşmanın gücünü abartmaya çalışmaktadır. Oysa İran, son yıllarda yalnızca yaptırımları aşmakla kalmadı, İsrail ve ABD’nin tüm güçlerini sahaya sürmesine rağmen onları ateşkes dilenmeye mecbur bıraktı.
Ama Batı yanlıları, İran’ın her zaferini küçültüyor, düşmanın her başarısını büyütüyorlar. Bu kavramsal tersyüz oluş, eleştiri ile ihanet arasındaki çizginin ortadan kalktığı noktadır.
Dünya Değişiyor, Batı Yanlısı Zihin Geçmişte Kaldı
Bugünün dünyası artık 1990’ların tek kutuplu dünyası değil. Yeni ittifaklar, Batı dışı güçler ve özellikle Asya’daki (Çin) ile Latin Amerika ve Afrika’daki bağımsız ekonomiler, Batı’nın mutlak hâkimiyetinin sona erdiğini gösteriyor. Şanghay’dan BRICS’e, bağımsız para birliklerinden dolarsız ticaretin artışına kadar her şey yeni bir düzenin doğmakta olduğunu kanıtlıyor.
Ama Batı yanlısı akım için hâlâ “Paris” ve “Washington” dünyanın merkezidir. Onlar, batı dışı bloklardan ya da Küresel Güney’den söz etmezler, çünkü dünyaya sömürgeci bir zihniyetle bakarlar. Onlara göre Batı hâlâ “öğretmen”, geri kalan herkes “öğrencidir”. Bu yüzden dünyanın Batı’yı aştığını kabullenemezler.
Onlar gerçekten de akılcılıktan pay almış olsalardı, Çin’in, Rusya’nın, Hindistan’ın ve hatta Latin Amerika ülkelerinin Batı’nın onayına ihtiyaç duymadan nasıl ilerlediğini sorarlardı. Ama onlar gerçeği görmek yerine hâlâ “her şeyi çözecek” bir ABD anlaşmasının hayalini kuruyorlar!
Batıcılık: İran Siyasetinde Kronik Bir Hastalık
İran’daki Batıcılık bir düşünce mektebi değil, kronik bir siyasi hastalıktır. Bu hastalığın belirtileri, ulusal güce güvensizlik, Batı’nın gülümsemesine hayranlık, direnişi küçümseyip uzlaşmayı yüceltmek, bağımsızlık politikalarına saldırıp Dünya Bankası reçetelerini övmek gibi, bu akımın tüm siyasi davranışlarında görülür.
Batı’nın çöküş döneminde bu hastalık artık sanrı aşamasına gelmiştir. Batı yanlıları hâlâ eğer direniş yerine teslim olursak, Batı düşmanlığından vazgeçeceğini sanıyorlar. Oysa tarih defalarca bunun tersini kanıtladı. Batı, bir ülkenin kimliği ve bağımsızlığı yok edilmeden tatmin olmaz. Bu koşullarda uzlaşma kelimesi aslında teslimiyetin başka bir adıdır. Tıpkı Gazze’den Tahran’a kadar sonucunun yalnızca daha fazla yıkım olduğu Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi.
Önümüzdeki İki Yol; Direniş ya da Teslimiyet
Bugün tarihi bir dönemeçteyiz. Gazze, Irak, Libya ve hatta nükleer anlaşma deneyimi bize açık bir ders veriyor ve o da şu ki; Direniş zordur ama onur getirir, teslimiyet ise kolaydır ama yıkım getirir.
Batı yanlılarının Gazze için döktüğü timsah gözyaşları, insanlıktan değil, direniş yoluna duydukları kindendir. Onlar, Gazze’nin çocuklarının kanını İran’ı etkisizleştirme reçetesine dönüştürmek istiyorlar. Ancak İran milleti, yaptırımlar, tehditler, savaşlar ve suikastlar karşısında nasıl dimdik durduysa, bugün de zillet yolunu reddetmektedir.
Batı yanlıları her gün “Yıkımdan Sonra Anlaşma” gibi alaycı başlıklar atabilirler, ama İran milleti gerçek yıkımın ulusal güce olan inancın kaybolduğu gün olduğunu ve ne zaman başladığını biliyor. Bu inanç, hiçbir yaptırım ve hiçbir baskıyla bu milletten söküp alınamayacaktır.
Trump’ın Gazze’de barışı dayatma planı ve Hamas’ın akıllı tepkisi bir kez daha şunu göstermiştir: “Düşman sadece güç dilinden anlamaktadır ve İran içindeki Batı yanlısı reçete yazarları aynı iflas etmiş mantıkla İran’ı o eski yola sürüklemek istemektedir.
Keyhan Gazetesinden tercüme edilmiştir