İbrahimi Dinani: Mesnevi Dersleri (7)

Saf ve net bir aynayı güneşin önüne koyun. Bu aynanın dili olsa size ne derdi? O ayna size ‘‘ben Güneş’im’’ derdi. O ayna ben Güneş’im derken yalan söylemiyor. Çünkü Güneş’ten başka bir şeyi yansıtmıyor. Peki niçin yansıtıyor? Burada müthiş bir sır vardır. Çünkü o saftır ve renksizdir. Renkli olsaydı, güneşi yansıtamazdı. Kirli olsaydı da yansıtamazdı.
GİRİŞ: 16.09.2021 10:35      GÜNCELLEME: 16.09.2021 10:35
Rasthaber -  İsmail Mansuri Laricanî: Bismillâhirrahmânirrahîm.

To kez seray-é tebîet ne mi revi bîrun

Koca bé kuy-é teriqet guzer tevâni kerd

Cemâl-é yâr nedâred néqab u perde velî

Gobar-é rah bénşan tâ nezer tevâni kerd

Sen tabiat sarayından dışarı çıkmazsın

Tarikatın semtinden nasıl geçebileceksin

Sevgilinin cemalinin peçesi ve perdesi yok ama

Yolun tozunu temizle ta ki onu görebilesin

Selam sevgili izleyiciler, aziz dostlar ve Marifet programının samimi takipçileri. Yaptığınız ibadetlerinizin kabul edilmesini dileyerek Fıtır (Ramazan) bayramınızı tebrik ediyorum.

Ramazan ayı içerisinde ibadet felsefesi, dua, yakarış ve geceyi dua ve ibadetle ihya ederek sabahlamanın önemi gibi konular üzerinde durduk.  Bu akşamki programımızda Mesnevî-i Manevi açısından fıtrat konusunu ele almak ve Sayın Üstad Dr. İbrahimî Dînânî’nin açıklamalarından yararlanmak istiyoruz.

Üstad öncelikle ben de sizin Fıtır Bayramınızı tebrik etmek istiyorum. Zatıalinizin ibadetlerinizin de Hak Teâlâ nezdinde kabul edilmesini diliyorum.  

Üstad Dînânî: Ben de bayramınızı ve izleyicilerimizin bayramını tebrik ediyorum.

Laricanî: Ben Mesnevî’ye fıtratı veya Fıtır Bayramı için baktığımda fıtrat veya fıtırdan çeşitli ifadelerle bahsettiğini gördüm. Bu anlamlardan birine göre insan Allah’ın kendisine verdiği fıtratı günahlarla kirletiyor. Veya onun yaptığı benzetmeyle insan, işlediği günahlar sebebiyle fıtrat aynasını toz ve kir içinde bırakıyor. Salik olan kul ise dua ve ibadetlerle bu engelleri ve hicapları temizliyor. Böylece ikinci bir ricate yani tekrar kendi özüne dönüşe kavuşuyor. Biz genellikle dönüşün kıyamette olacağını düşünürüz. Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz, deriz. Ama burada görüyoruz ki insan daima kendi özüne bir ricat içerisindedir. Üstad, ben şimdi o ifadeleri okuyayım, siz onları tefsir edin.

O, ibadeti yıkanmak arınmak olarak görüyor. Diyor ki:

Benim elim buraya ulaştı ve burayı yıkadı

Elim canımı (ruhumu) yıkamaktan aciz

Ey adam olmayanları adam eden sen

Canlara ulaşan senin lütfun ve keremindir

Benim haddim buydu ben kötü iş yaptım

Ey kerem sahibi, o kötü haddi sen ortadan kaldır

Ben bedenimdeki kirleri yıkadım ey Allah’ım

İçimi de olaylardan sen yıkayıp temizle

Üstad Dînânî: Bismillâhirrahmânirrahîm. Evet, sizin okuduğunuz bu şiirde de işaret edildiği gibi Mevlânâ’nın ve diğer tüm âriflerin fikrî temelini, insanın zâhirden ibaret olmadığı düşüncesi oluşturmaktadır. İnsan zâhir ve bâtın şeklinde iki yöne sahiptir. Bu konuyu defalarca arz etmiştik. İnsan bâtıni yönüne dikkat etmezse bu dünyadaki cansızlar, bitkiler veya en fazla hayvanlar düzeyinde olur.

Burada bizim temizlik meselesini yeni baştan anlamamız gerekiyor. Burada kelimelerin ne için konulduğu meselesine girebilecek durumda değiliz. Kimilerine göre lafızların konması Allah tarafındandır, tabii biz şimdi bu konuya girmeyeceğiz. Usûl âlimleri bundan ayrıntılı olarak bahsetmiştir.

Temizlik anlamındaki “taharet” kelimesi, fıkıhta ‘‘hades veya habes’’’ten temizlenmektir. Fıkıhta temizliğin çeşitli kısımları vardır ve temizlik suyla sağlanır; su temizleyicidir. Ya da erkeğin veya kadının çeşitli özel durumları olabilir, bu tür durumlarda da gusül alınır ve temizlenilir. Yani bu gusül alındıktan sonra artık temiz olmuş olur, böylece camiye gidebilir, Kur’ân’ın ayetlerine dokunabilir. Bütün bunlar bedensel kirliliktir. Bedenin kirleri suyla yıkanarak temizlenir.

Ancak ruhun yani insanın içinin (bâtın) kirliliği suyla temizlenemez. İnsanın içi kirliyse yetmiş denize de dalsa temizlenmez. Sa’dî şöyle diyor:

Köpeği yedi denizde yıkama

O ıslandığı zaman daha da necis olur

Necaset normalde ârizidir ve suyla temizlenir. Ama bazı şeylerin kendisi necistir; yani o necaset ona ârız olmamıştır. Şimdi zatı itibariyle necis olan şeylerin detaylarına girmek istemiyorum ama bu tür şeyler suyla yıkanarak temizlenmez.

İnsanın ruhunun veya içinin kirliliği, bedeninin kirliliğinden daha fazladır. İslam fıkhında necis (pis) kabul edilen şeyler belirlidir. İşte örneğin kan, idrar vs. gibi sayılı şeylerdir. Bunlar olduğu zaman bedeniniz veya elbiseniz kirli olur. Ama insanın içinin necisliği, pisliği öyle bir, iki, on veya yüz tane değildir. Ne kadar dersen var: Gurur, kibir, cimrilik, haset vb. rezillikler öyle bir veya iki tane değildir.

Hz. Peygamber’den (s.a.a.) rivayet edilen bir hadis var. Bu hadis gerçekten çok sarsıcıdır. Hadiste “Şirk, ümmetimin içinde zifiri karanlık bir gecede siyah bir taşın üzerinde yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir” diyor. Şimdi bir karıncayı düşünün karanlık bir gecede, bir dağlık alanda gece karanlığında ne kadar ses çıkarabilir? İşte şirkin sesinin, vesvesesinin ondan çok daha gizli olduğunu söylüyor!

Bazıları kendini muvahhid sanır ama nasıl bir şirkin içine düştüğünün farkında bile değildir. Mesela gurura kapılmıştır ve farkında bile değildir. Şirkin gürültüsü çok korkunçtur. İnsan kendini âlim, zahid veya âbid görür ama aslında şirke kapılmıştır. Bunlar içsel (bâtın) hastalıklardır.

Peki bunlar neyle yıkanır? Şimdi yavaş yavaş Mevlânâ’nın şiiriyle mukaddime yapıyoruz. Bunlar öncelikle marifet, sonra da salih amel gerektirir. İnsanın içindeki kirler, çirkinlikler; marifet, salih amel ve ihlasla temizlenir. Elbette ihlas olmasa salih amel de olmaz. Çünkü her sâlih amelin şartı ihlastır, Allah’a yakınlaşma kastıyla yapılmış olmasıdır. İhlas, bir amelde riyanın, gösterişin olmamasıdır. İşte bunlar temizleyicidir.

Şimdi yavaş yavaş Fıtır Bayramı’na gelelim. Fıtır kelimesi; kesmek, koparmak, ayırmak gibi anlamlara gelir. “İze’s-semâü’n-fetarat” yani “Gök yarıldığı zaman” (İnfitâr, 1) ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır.  

Laricanî: “fıtratallahilleti fataran nase aleyha”- “İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına…” (Rum, 30)

Üstad Dînânî: Evet, burada da aynıdır. İnsanın fıtratı özünde kirlerden temizdir. İslam dışındaki dinlerde ya da en azından Hıristiyanlık’ta Fıtır Bayramı diye bir şeye sahip olamayız. Neden biliyor musunuz? Çünkü İslam’la Hıristiyanlık arasındaki en temel farklardan biri şudur: Hıristiyanlık, insanı zatı itibariyle günahkâr kabul eder. İslam ise diyor ki insan zatı itibariyle temizdir, günah ise ârızidir (sonradan olmadır).

Evet, İslam’da da insan günahkâr olarak görülebilir; ancak İslam’a göre bu günah ona sonradan ârız olmuştur.  Tıpkı bedende olduğu gibi, insanın bedeni temizdir ama daha sonra kirlenebilir. Yani bu kir ona dışarıdan gelir. Hıristiyanlık ise ‘‘hayır insan zatı itibariyle günahkârdır’’ diyor. Hıristiyanlığa göre Âdem günah işlediği zaman burada günah işlemedi, cennette günah işledi. Çünkü fıtratı itibariyle günahkârdı ve Hz. İsa Mesih’in çarmıha gerilip kurban edilerek o zati günahı temizlemesi gerekiyordu.

İslam’da insan yaratılış itibariyle temizdir. İnsan dünyada yaşadığı hayat içinde günaha bulaşmakta ve kirlenmektedir. Peki, bu noktada Fıtır Bayramı nedir? Burada şu sonuca ulaşıyoruz: Siz bir aylık mübarek Ramazan ayını geride bıraktınız. Bu ayda insan gerçekten bu ayın hakkını verecek şekilde ihlas ve ibadet ehli olursa çok önemli bir iş yapmış olur.

Öncelikle dünyevi ilgilerinin yolunu kapattı. İnsanın en büyük dünyevi ilgilerinden biri yiyip içmektir. Çünkü insanın birçok iştihası yiyip içmekten kaynaklanır. İnsan bu ayda bu yolu kapatmıştır. Şeytan insana bu yoldan gelir, yani yemek içmekten, muaşeretlerden ve sayısız daha birçok şeyden insana gelir. İnsan işte oruç tutup, yiyip içmeyerek, kötü söz söylemeyerek, kötü bakmayarak, kötü söz duymayarak vs. bu yolu kapatmış ve temizlenmiştir.

İnsanın dışsal ilgileri azaldığı zaman içsel ilgileri de azalır. İnsan oruç tutarak işte bu çirkinliklerin yolunu kapatmış olur. İşte bu çirkinliklerin yolunu kapattığınız zaman işte o temiz yaratılışınıza geri dönmüş olursunuz. Fıtır Bayramı işte şudur: Siz, bir ay boyunca içinizi ve dışınızı temizlediniz ve adeta yeniden doğmuş gibi asli fıtratınıza geri dönmüş oldunuz. İnsanın asli fıtratı da temizdir. İşte bu ise bir bayramdır. Yani bu, sizin tüm kusurlardan, çirkinliklerden, kötülüklerden ve ahlaki kötülüklerden temizlenmenizin bayramıdır. Bana göre bu, en güzel bayramdır.

Laricanî:  


Şust u şuyî kon ve ân geh bé harâbât-é haram

Tâ ne gerded z to în deyr-é harab aludé
 

Kendini yıkayıp temizle, ondan sonra meyhaneye gel

Ta ki bu rintler ve âşıklar makamı senin yüzünden kirlenmesin

 Bu durumda buradaki “harabat” fıtrat mı oluyor?

Üstad Dînânî: Evet, ‘‘harabat’’, dünyevi ilgileri harap etmek demektir. Harabat, tüm ilgilerin harap olduğu yerdir, bu artık kurtuluş ve özgürlüktür. Âriflerin ıstılahında ‘‘harabat’’ (meyhane) budur.

 Laricanî: Üstad, güzel bir noktaya işaret ettiniz. Zâhiri kirler sizin de buyurduğunuz gibi suyla temizlenir ama içsel kirleri neyle temizlemek gerekir? Mevlânâ bu konuda şunları söylüyor:


Kâfirin dışı pis değildir,

Onun pisliği ahlakından ve dinindendir

Zâhiri pisliğin kokusu yirmi adımdan gelir

Bâtıni pisliğin kokusu ise Rey’den Şam’a gider

Hatta göklere kadar çıkar

Hurilerin Rıdvan’ın burnunu doldurur

Dolayısıyla biz günah işlediğimizde, gıybet ettiğimizde, yalan söylediğimizde şunu bilmeliyiz ki bunun kokusu o dış kirlerin kokusundan çok daha fazla rahatsız edicidir.

Üstad Dînânî: Bu şiirde Mevlânâ küfür konusundaki görüşünü de söylemiş oluyor. Küfür zâhirle değil, bâtınla ilgilidir. Kâfirin pis olması, içinin pis olmasıdır. ‘‘İçi temiz olmayan kimse kâfirdir’’ diyerek burada küfrü bâtına götürmektedir.

Laricanî: En kötü günah da şirktir.

Üstad Dînânî: Şirkin hem gizlisi hem de açığından kaçınmak oldukça zordur. Tabii gizli şirk konusu çok daha zordur. Açık şirk zaten aşikardır. “Lâ ilâhe illallah” deyince Müslüman olur ve biter. Ancak gizli şirk, insanı bu kadar kolay bırakmıyor. Çünkü insan bunu bazen bilmiyor, bazen de kendini kandırıyor.

İnsan başkalarından çok daha fazla kendine yalan söyler. Peki, insan neden kendine yalan söyler? Bakınız, insanın bir açıdan olduğu şekliyle gerçekliği vardır; bir de olmak istediği vardır. Her zaman gerçeklik ile olan şey arasında fark vardır. İnsan mevcut halini kabul ederse onu ıslah edebilir. Ama insan başka şeyler olmayı da isteyebiliyor. Bu istekler bazen nefsani veya şehvani olabiliyor. İnsan bazen olmak istediği o şekle girmek istiyor, yani gerçekliğini o istediği şeye feda ediyor. İşte burada da kendisine yalan söylüyor.

Laricanî: Evet, bu da içsel nifaktır. “Nifak, şirkin kardeşidir.” İnsanın buna kapılması çok tehlikelidir. İmam Seccâd, Ebu Hamza Duası’nda “Allah’ım kalbimi nifaktan, amellerimi riyadan, dilimi yalandan, gözümü de hıyanetten temizle” diyor.

Üstad Dînânî: İnsan kendine karşı dürüst olursa kendi kusurlarını görür. Ben bazen sınıfta öğrencilere kendinizle samimi olun derim. Çocuklar nasıl yani, insan kendisiyle nasıl samimi olmaz, diye itiraz ederler. Onlara ‘‘evet, insan kendine karşı samimi olmayabiliyor’’ diyorum. İnsanın kendisiyle samimi olması kendine karşı dürüst olması demektir.

İnsan kendine karşı samimi ve dürüst olursa ne tür kusurlara sahip olduğunu bilir ve onları düzeltmeye çalışır. Ama insanın türlü türlü istekleri olduğu için o kusurlarını kabul etmek istemez. Bu benim kusurum değil deyip kendini kandırır. Bu ise çok tehlikelidir.

Laricanî: Üstad, dürüst olmaktan bahsettiniz. Bu, doğru söylemek midir yoksa doğru yaşamak mıdır?

Üstad Dînânî: Doğru yaşamak, doğru söylemeyi gerektirir. Doğru yaşama çok güzel bir ifadedir. Çok güzel bir cümle kurdunuz. İnsan doğru yaşarsa zaten doğru da söyler.

Laricanî: Üstad izin verirseniz kısa bir aradan sonra devam edelim.


***

Aziz üstad, bir başka yerde Mevlânâ canı yani ruhu testiye benzetiyor.     

O testi nedir, bizim korunmuş olan bedenimiz

Onun içinde bizim kötü heveslerimizin suyu var.

Ey Allah’ım bizim bu küpümüzü ve testimizi kabul et

“Allah, cennet karşılığına iman edenlerin canlarını, mallarını satın aldı” ayetindeki kereminle.

Beş lülesi beş duyu olan bu testideki suyu

Her türlü pislikten temiz kıl

Bu şekilde şu testinin denize açılan bir menfezi olsun da

Böylece benim testim denizin huyunu alsın

Bu hem bir dua hem de bir gerçekliğin ifadesidir. Bu benzetmeyle ‘‘insan bir testi gibi sürekli olarak kirlerden kendini temizlemelidir’’ diyor.

Üstad Dînânî: Mevlânâ burada insanı beş lülesi olan bir testiye benzetiyor. Bu beş lüle, beş duyuyu temsil ediyor. Bazıları da göle benzetmiştir, yani beş nehrin döküldüğü bir göl. Beş nehir de yine beş duyuyu temsil ediyor. İster göl olsun ister testi, eğer dikkat etmezsek göl de testi de kirlenebilir.  

Duyular aklın egemenliği altında olmazsa kirlilik oluşur. Görme, işitme, tatma, dokunma, koklama eğer aklın kontrolünde olursa iyidir. Genelde öyledir ama insan bazen abartır, dikkati dağılır ve aklın egemenliğinden çıkar. İşte o zaman hata yapar. Hem testinin suyu hem de gölün suyu kirlenir.

Ancak bu gaybi ve bâtıni esaslarla bağlantılı olursa yani duyular akılla irtibatlı olursa duyular hata yapmaz. Duyular, aklın hizmetinde olmalıdır.

Bildiğiniz gibi bizim hekimlerimiz, bir bilinen beş duyuyu kabul ederler ki bunlar görme, işitme, tatma, koklama ve dokunmadır. Bir de ortak duyunun (hiss-i müşterek) varlığından söz ederler. Bu, ‘‘bintasya’’ kelimesinin bozulmuş şekli olan ‘‘fantazya’’dır. Buna göre ‘‘bintasya’’, bütün duyu idraklerinin toplandığı yerdir. Ortak duyu hayal âlemine gider, hayal âlemi de suretler âlemidir. Hayal âleminden vehim âlemine, vehim âleminden de akıl âlemine gider.

Bizim hekimlerimizin duyu idrakleriyle ilgili yaptıkları bu taksim çok iyidir. İbn Arabî’nin bu konuda bir cümlesi var ki bu onun en ilginç cümlelerinden biridir. İbn Arabî bir ârif olmasına rağmen bazen bir hekim dikkatine sahiptir ve bu çok derindir. Arabî ‘‘âlemdeki hiçbir karıştırma ve hata, duyularla hayallerin karıştırılması hatası kadar büyük değildir’’ diyor.  

Tahayyül sizin idrak ederek gördüğünüz ve şekli olan şeydir. Tahayyülde her zaman şekil vardır. Sühreverdî, munfasıl hayal âlemine, Sadru’l-Muteellehîn Şirazî ise muttasıl hayal âlemine inanır. Molla Sadrâ, hayalin insanın içinde, Sühreverdî ise insanın dışında olduğunu ve suretler âlemi diye bir şey olduğunu kabul eder.      

Sonuçta bu suretler bazen bâtından geliyor, bazen de zâhirden gidiyor. Dikkat ederseniz her ikisi de ortak duyudur. İşte burada bazen hata meydana geliyor. İbn Arabî en büyük hata budur derken doğru diyor.

Evliyanın tuzağı olan o hayaller,

Allah’ın cennetlerindeki ay yüzlülerin akisleridir.

Âriflerin mükaşefeleri, gaybın başlangıcından gelir ve onun bâtınında bir suret olarak zâhir olur. Ârif bir suret görüyor. Ama o gördüğü suret (hayal) bu âlemden değildir; o, gayb âleminden gelmiştir. Mesela Hz. İbrahim’in ya da diğer peygamberlerin veya evliyanın gördüğü sadık rüyalar bâtından gelmiştir, zâhirden değil. Bazen ise zâhirden gitmektedir. Ama onlar hayalde karışırlar. İbn Arabî’nin dediği gibi hiçbir hata veya karışıklık onun kadar tehlikeli değildir.

İnsan bazen gayb âleminden aldığı, anladığı veya şuhûd ettiği bir şeyi bu dünyada gördüğünü sanıyor. Bazen de tersi oluyor. Bu dünyada gördüğü ve ortak duyusuna, hayaline giden şeyleri gaybi sanıyor. Kendisini Mehdi, bâb, peygamber sananlarda böyle oluyor.

Bakınız, mesela birçok rivayete göre Hz. Peygamber, (s.a.a.) Cebrail’i Dıhye Kelbi adlı sahâbînin suretinde görmüştür. Dıhye Kelbi, Mekke’de yaşayan, yakışıklı ve güzel görünümlü biriydi. Vahiy âleminde onu görüyor ve sözleri onun dilinden duyuyordu. Fakat Peygamber hata yapmıyordu. O, bunun vahiy olduğunu ve Cebrail’in bu surette zâhir olduğunu biliyordu. Başka insanlar bunu karıştırabilir ve yanlışa düşebilir ama peygamberler bu yanlışa düşmezler.

Kimi insanlar da dışarıda bir sureti görüyor ve onun gayb âleminden olduğunu sanıyorlar. Bu tür iddialarda bulunanlar bugün hâlâ oldukça fazladır. İşte İbn Arabî bu yüzden ‘‘duyular âlemi ile hayallerin karıştırılması kadar tehlikeli bir hata yoktur’’ diyor. Çünkü hayal âlemi latiftir, bazen mekmen-i gaybdan gelerek hayalde zâhir olması mümkündür. İşte bu hataya düşülmemelidir. Peygamberler asla bu hataya düşmezler ama diğer insanlar bu hataya çok fazla düşebilirler.

Laricanî: Demek ki iş çok zor. İmam Ali’nin dediği gibi “İnsanların fikrinin günahlara oruç tutması, insanın midesinin yeme içmeye oruç tutmasından daha iyidir.” İnsanın hayalinin kirlenmemesi çok önemli.

Üstad Dînânî: Hayal, çok çeşitlidir. İbn Arabî’nin bir diğer cümlesi de çok müthiştir. Bu gerçekten İbn Arabî’nin çok bilgece bir sözüdür. O, ‘‘Hayal âleminden daha geniş bir âlem yoktur. Hayal âlemi ölçülemeyecek kadar geniştir. Peygamberlerin ve velilerin hayalleri ile diğer insanların hayalleri farklıdır. Onlarınki gaybidir ve onlar bir hayalin şeytani mi yoksa ilahî mi olduğunu bilirler. İşte bu yüzden insan iddia sahiplerinin değil, masum peygamberlerin ve imamların sözünü dinlemelidir’’ diyor.

Laricanî: Mevlânâ, bu kirlerin ne zaman temizleneceğini da sonraki beyitte söylüyor:

Testiden denize açılan bir menfez olsun da

Ta ki böylece benim testim denizin huyunu alsın

Yani bu tevhide bağlansın ki artık hiç kirlenmesin.

Üstad Dînânî: Evet, eğer bu testinin ağızlarından biri denize ulaşırsa, artık o kirlenmez. Hakkın velilerine bağlanmak işte budur. Hak Teâlâ’nın velilerine bağlanmak, sizin Hak Teâlâ’ya bağlandığınız bir mecradır. Burada artık kirlilik yoktur. Yeter ki siz bir peygambere bağlanın.

Laricanî: “Allah’ın boyasıyla boyandık. Boyaca O’ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O’na kulluk ederiz” (Bakara, 138)

Mevlânâ bir diğer beyitte de şöyle diyor:

Her kim Allah’la beraber olmak isterse

Evliyanın huzurunda otursun

Üstad Dînânî: Fakat bu bağlanma da çok ilginçtir. Tüm bağlanmalar farklıdır. Yani bağlanmanın niteliğini veya niceliğini bilemeyiz.

Keyfiyeti bilinmez ve kıyaslanmaz ölçüde bir bağlantı vardır

İnsanın Rabbi ile insanın canı arasında.

Yani bu bağlantı bir ipin bir ipe bağlantısı veya bir cismin bir cisme bağlantısı gibi değildir. Bu, nitelik olarak tüm bağlantılardan farklıdır. Bu yüzden insan ilahî rahmete, ilahî marifete tutunduğunda artık kirlerden korkmaz.

Laricanî: Mevlânâ bir başka misal daha veriyor. Orada Romalılarla Çinlilerin hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye göre Çinli ressamlarla Romalı ressamlar sultanın önünde yarışıyorlar. Bunlara karşı karşıya bir oda veriliyor ve aralarına da bir perde çekiliyor. Sonunda hangi taraf en güzel resmi yapmışsa yarışmayı onun kazanacağı belirtiliyor. Bu hikâye oldukça uzun ve ayrıntılı ama hikâyenin sonunda Romalılar sadece duvarı parlatıyorlar. Sultan önce gelip Çinlilerin yaptığı resmi görüyor. Sonra o perdeyi aradan çekiyorlar Çinlilerin yaptığı resmin Romalıların parlattığı duvarda birkaç kat daha fazla yansıdığını görüyorlar.

Benim bu yansıma meselesine dair bir sorum var, o da bir vakanın yansıması nasıl daha fazla olabiliyor? Tecellinin sırrı da bunun fazla olması mıdır?

Üstad Dînânî: Vaktimiz varsa cevaplayayım. Sorunuza bir cümleyle cevap vereyim, bunun açıklamasını da belki şimdi, belki bir başka zaman yaparız. Saf ve net bir aynayı güneşin önüne koyun. Bu aynanın dili olsa size ne derdi? O ayna size ‘‘ben Güneş’im’’ derdi.  O ayna ben Güneş’im derken yalan söylemiyor. Çünkü Güneş’ten başka bir şeyi yansıtmıyor. 

Peki niçin yansıtıyor? Burada müthiş bir sır vardır. Çünkü o saftır ve renksizdir. Eğer renkli olsaydı, güneşi yansıtamazdı. Kirli olsaydı da yansıtamazdı. Aynaya ah deyip nefesinizi verirseniz ayna buhardan matlaşır. Bu şairlerin şiirlerinde çokça geçer. Aynayı karartır, matlaştırır veya kirletirseniz doğru bir şekilde yansıtamaz. Ayna saf olduğu ve renge sahip olmadığı için yansıtıyor.

İnsan da aynı şekildedir. İnsan da ayna gibi olduğu zaman kendinden bir şeye sahip olmamış olur. Peygamberler ve veliler böyledir. Yani onlar kendilerinden bir şeye sahip değildirler. Hak da onlara en üstün derecede tecelli etmiştir. Hakk’ın onlardaki zuhuru daha fazladır. Onlar olmadan siz Hakk’ı göremezsiniz.

Buna karşı firavunluk da ne kadar fazla olursa o zaman da ilahî renk diye bir şey kalmaz. Asla hiçbir zaman ilahî renk kazanamaz. Çünkü kendi kirleri, karartıları ve pislikleri vardır. Bu açıdan bu yansıma meselesi âlemin harikalarından biridir. Yansımanın şartı da onun saf ve temiz olması yani kendinden arınmış olmasıdır. Âriflerin ‘‘fena’’ makamı da zaten budur. Fenâfillah ve bekâbillah dedikleri işte budur.

İnsanın kendinden, benliğinden, bencilliğinden temizlenmesi, benle ilgili her türlü renkten temizlenmesi demektir. Bendeki inzimami olan şeylerden temizlendiği zaman Hakk’ın nuru onda yansır. İşte o zaman insanın eli Allah’ın eli, gözü Allah’ın gözü, kulağı Allah’ın kulağı olur. Tıpkı ‘‘ben Güneş’im’’ diyen aynanın lisan-ı hali gibi olur. Ben Güneş’im diyen bir ayna da yalan söylememiştir.

Laricanî: Mevlânâ burada çok rindane bir söyleyiş sergiliyor:

Orada gördüğünü, burada daha iyi gösterdi

Gözleri yuvalarından çıkaracak kadar hayrette bıraktı

Üstad Dînânî: Bu mesele ârifler arasında vardır. İnsan Allah’ın aynası olduğu kadar, Allah da insanın aynasıdır. İnsan kendini Hak’ta görebilir, aynı şekilde bir yönüyle insan Allah’ın aynasıdır ve Allah kendini insanda görebilir. Evet, Allah kendini insanda görür. Evet, Allah Hz. Peygamber’in (s.a.a.) varlığının aynasında kendini görür. Aynı şekilde Hz. Peygamber de (s.a.a.) kendini Allah’ta görür. Bir yönüyle o aynadır, bir yönüyle de bu.

Laricanî: Pekâlâ, Mevlânâ şöyle devam ediyor:

Rûmiyan ân sûfiyanend ey peder

Bî z tekerrür u kitab u bî honer


Romalılar o sûfîlerdir ey peder

Tekrardan, kitaptan ve sanattan yoksundurlar.

[Kıyl u kal ehli değil hâl ehlidirler]

 
Zira o gönülleri saflaştırıp parlattılar

Gönüllerini hırstan, tamahtan, kinden temizlediler

Yani eğer kin olmazsa, gönlün kendisi bir aynadır. O yüzden İmam Sâdık (a.s.) en kötü ve kalbi en geç terk eden hastalığın kin olduğunu söylüyor.  

Üstad Dînânî: Evet, eğer kin bir âlimde olursa, onun ilmi de kirlenir.

Laricanî: Evet, süremiz sona erdi. Umarım bizler bu Ramazan ayında aziz üstadın tabiriyle kalbini duayla, ibadetle ve geceleri ihya ederek ayna yapanlardan olmuşuzdur.

Bir kez daha yarınki mübarek Fıtır Bayramı’nızı tebrik ediyor ve aziz üstadımızla birlikte hepinize hoşça kalın diyoruz.

Medya Şafak

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM