Peygamber'in Medine'ye Hicreti

Peygamber (s) ashabına şöyle buyurdu: `Allah sizin için (orada) kardeşler ve güvenli evler hazırlamıştır.
GİRİŞ: 08.10.2021 08:17      GÜNCELLEME: 08.10.2021 08:17
 1 – Hicretin anlamı

 

“Hecr” lügatte; “Ayrılmak,Terk etmek” anlamını taşımaktadır; ister bu ayrılık dil ile olsun, ister kalple ve gövdeyle. “Hecer'üş-şirk”; [1] şirkten uzaklaşmak anlamınadır. Yine “Vehcürhüm Hecren cemilen” [2] “onlardan uzaklaş iyi bir uzaklaşmayla” demektir. “Muhacire” aslında başkasından ayrılma, onu terk etmek, demektir [3]. Araplarda “Bedevinin badiyeden ayrılıp şehre yerleşmesine” denir. Bir kimse evinden yurdundan ayrılıp başka bir kavmin yanına yerleştiğinde; “Hacere Kavmehü” (kavminden ayrıldı, terk etti) denilir [4]. Buna göre “Hecr” aslında ayrılmak, terk etmek anlamında ama, daha ziyade bir mekanın terk edilmesinde kullanılmıştır. Bu sözcük istilahta ise; Mekke'den ve diğer (şirk) bölgelerinden (İslam bölgesi olan) Medine'ye göç etmeye denir. Muhtemelen “Ben Rabbime hicret ediyorum” [5] tabiri mekan ve mana anlamı içermektedir.


Rivayetlerde hicreti kötülüğü, günahı terk etmek anlamında da kullanılmıştır: “Hicret kötülükleri ter etmen demektir” [6]. Peygamber (s) den “en iyi hicretin” ne olduğu sorulduğunda buyurdu: “Rabbi'inin hoşlanmadığı şeyi terk etmektir” [7]

şimdi hicret meselesi ve ilgili konulara geçiyoruz:

2 – Hicret'in başlangıcı

İslam Medine halkı arasında yaygınlaşınca Kureyş tehlikenin giderek arttığını anlayarak Müslümanlara yönelik baskıları artırmışlardı. Baskının görülmemiş boyutlara vardığı bunun sebebinin ise, İslam'ın Yesrib gibi bir şehirde kabul görmesi ve onların Peygambere askeri destek vaat etmeleri olduğu söylenmiştir.


Bu baskıların yoğunlaşması ve hicret için ortam oluşması üzerine, Müslümanlar Medine'ye hicret etmek için izin istediler. Daha önce de müşriklerin baskısından dolayı bir grup Habeşe'ye hicret ettiği için bu hususta deneyim vardı. Mekke'den Medine'ye daha önce bir kişi Peygamberden izin almadan gitmişti; o da ebu Seleme b. Abdülesed'in gidişiydi. Bu zat Habeşe muhacirlerindendi, Mekke'ye dönünce yine Kureyş'in eziyet ve işkencesine maruz kalmış ve kaçarak Medine'ye sığınmıştı. Eşi ümmü Seleme de –ki eşinin şehit oluşundan bir süre sonra Peygamberle evlenmiştir- çocuğunu alarak Yesrib'e gitmiştir. İbna Hişam ve İbn Sâd'e göre bu zat ilk Muhacir olarak birinci Akebe biatından bir yıl önce Yesrib'e gitmiştir [9]. Bilazüri'ye göre ise, Mus'ab ve İbn ümmü Mektum'dan sonra üçüncü muhacirdir [10].


Birinci görüş daha doğru gözükmektedir. Ancak bu adamın deneyiminin Peygamberin kararında etkili olduğuna dair elimizde her hangi bir kanıt yoktur. çünkü Akabe biatı, Avs ve Hazrecle sağlanan mutabakattan sonra hicret ortamı hazırlanmış oldu. [11] Hicret etmek için Yesrib'in seçilmesinin nedeni de bellidir çünkü, o toplumun bu şekilde içtenlikle destek vermesi o şehrin seçilmesinde etkiliydi. Ayrıca Yesrib Müslümanlar açısından bilinmedik tanınmadık bir yer değildi. Peygamber (s) in babası ve annesinin Yesrib'de ve –Medine köylerinden olan- Ebva'da medfun olduklarını da biliyoruz. Allah'ın elçisi hicret emrini verdikten sonra buyurdu; “Bölge (Yesrib) yakındır ve siz orayı biliyorsunuz” [12]. Buna göre: Yesrib'in Mekke'ye yakın oluşu ve Mekkelilerin de orayı iyi biliyor olmaları yer seçiminde iki etkili unsurdu. Ama hepsinden önemlisi İslam'ın oraya, nüfuz etmesi, yerleşmiş olmasıydı. Peygamber (s.a.a) ashabına buyurdu ki: “Allah sizin için (orada) kardeşler ve güvenli evler hazırlamıştır” [13]

Bazı araştırmacılar başka hususlar da zikretmişlerdir: Yesrib'in tarım bölgesi olması nedeniyle güçlü bir ekonomik yapıya sahip oluşu, Avs ve Hazrec'in Yemenli ve Kahtani oluşu, Adnanilerle  rekabet içinde oluşlarından dolayı kendilerine sığınanları rakiplerine teslim etmeyişleri, (Peygamberin davetine resmen karşı çıkan) Taif gibi bölgelere hicret etmenin mümkün olmayışı İran, Rum ve daha önce bir grup Müslüman'a güvenli bir şekilde ev sahipliği yapan Habeş [14] gibi yerlerin çok uzak oluşları gibi. Bir rivayette; Bahreyn ve (şam bölgesinde bir şehir olan) Kunnesrin'in de düşünüldüğü ama Yesrib'in seçildiği aktarılmıştır. [15]


Akabe antlaşması ile Peygamberin hicreti arasında yetmiş gün ila üç aylık bir zaman geçmiştir. Bu süre içinde Mekke Müslümanlarının çoğusu Medine'ye hicret etmişlerdi Müşrikler ellerinden geldiği kadar (elbette az bir kısmı) Müslümanların hicretlerine mani olmaya çalışıyorlardı. Bunlar da genellikle aileleri tarafından eziyete tabi tutulanlardı. Kendi ailelerince hapsediliyor hatta bazen zincirlerle bağlanıyorlardı[16]. Tamamı veya çoğunluğu Müslüman olan bazı aileler tüm aile efradı ile hicret ediyorlardı. Örneğin. (Ganm oğulları) ailesi erkekli, kadınlı hep beraber kapılarını kitleyip gitmişlerdir. [17]

Ebu Cehil, birkaç Kureyşli Peygamberin amcası Abbasla birlikte o evin yanından geçerlerken Abbas dedi ki: Bu yeğenimin yaptığı iştir, toplumumuzu dağıttı, işlerimizi bozdu ve aramıza ayrılık saldı [18]. Ebu Süfyan'ın kızı Abdullah b. Cehş'in karısıydı, onlar hicret edince o (ebu Süfyan)evlerini sattı [19]. Başka bir aktarımda Müslümanların gruplar halinde Mekke'den ayrılıp Medine'ye gittikleri, geçmektedir [20]. Bekir'in dört oğlu da antlaşmalı oldukları Sâd Leys oğulları ile birlikte Mekke'yi terk ettiler. [21]


İbn Hişam'ın anlattığına göre, muhacirlerin çoğusu Kuba mahaallesinde Amr b. Avf kabilesi yanına yerleştiler. İlk Muhacir ebu Seleme Kuba'da idi, ondan sonra Cehş ailesi ve daha bir çokları bu mahallede kaldılar. Müşrikler Müslümanların böyle topluca hicret etmelerinden dolayı tehlike hissedip engellemeye, hatta bazılarını hapsedip zincirlerle bağlayarak önlemeye çalışıyorlardı. (Mahum oğullarından) Ayyaş b. Ebi Rabia hicret ettikten sonra ebu Cehil kardeşi Haris'le Yesrib'e gelip, annen senden sonra çok ağlıyor, güneşin önünde oturup gölgeye bile gitmiyor diyerek adamcağızın duygularını tahrik ederek Mekke'ye geri götürmeye İkna ettiler. Ama bir süre yol aldıktan sonra ellerini ayaklarını bağlayıp götürdüler. Mekke'de her kese siz de bizim yaptığımızı yapın diyorlardı. Sonraları Peygamber Velid b. Velid b. Muğiyre'yi gizlice Mekke'ye gönderip adamı kurtarıp yanına getirtti [22]. Yine Süheyb Rumi Medine'ye hicret etmek istediğinde, müşrikler neyi var neyi yok hepsini kendilerine verdiği takdir ancak gidebileceğini söylediler. Peygamber kendisine iyi kâr ettiğini buyurmuştu. [23] Allah'ın Resulü (s) Ali, Ebu Bekir ve birkaç kişi dışında herkes Mekke'den ayrıldı. Bunlardan başka, çok yoksullar ve ailelerinin bağımlılığında bulunan bazı kimseler de Mekke'de kalmıştı [24]. “...Muhakkak ki, eşlerinizden, evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır, onlardan sakınınız....”[25] ayetinin, karıları ve çocukları ağlayıp hicret etmelerine mani olanlar hakkında nazil olduğu söyleniyor. [26]


3 – Allah elçisinin hicreti

Müslümanların Mekke'den ayrılışı müşrikleri vahşete düşürmüştü . Artık Müslümanlar bir şehirde toplanmış ileride kendileri ve ticari kervanları için ciddi bir tehdit oluşturacaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle henüz Mekke'de bulunan Peygamber hakkında ciddi bir şeyler yapmaya karar verdiler [27]. O zamana kadar Peygamberi öldürmeyi ciddi bir şekilde ele almamışlardı, onu öldürdükleri takdirde Kureyş arasında onarılmaz kavgaların başlayacağını, kimsenin tahmin edemeyeceği bir savaşa sürükleneceklerinden endişe duyuyorlardı. Mekke bir ticaret şehriydi ve tabiatiyle ticaretin bekası şehirde ki mevcut emniyet ve huzurun ölçüsüne bağlıydı. Bu huzur bozulursa ticarete de halel gelecekti. Bu nedenle ne zaman bu konu konuşulur olsa ya kişisel bir endişe plan yapmaya engel oluyordu veya toplum olarak ona karşı çıkamıyordu. Ama şimdi durum farklıydı. (küfürle imanın düşmanlığı bir yana) kaygısını duydukları ticaret, Yesrib'in tehlike merkezine dönüşmesiyle ciddi bir tehditle karşı karşıya idi.

Kureyş, büyüklerin danışma merkezi olan “Dar'ün Nedve” de toplanıp bu konuyu ele almak üzere Meclis kurdu. Tarihçiler bu güne “Yavm'üz- Zahmet” (Zahmet günü) adını takmışlardır. şunu kesin biliyorlardı ki: Yesrib'de İslam'ın tamamıyla kabul edilişi ve muhacirlerin orada toplanmasıyla müşriklere karşı sessiz kalmayacaklardır. Bu durumda yapılacak en iyi şey onların lideri olan Peygamberi engellemekti. Başlangıçta Allah'ın elçisini öldürmeyi düşünmüyorlardı, sadece ihraç edilmesi veya hapsedilmesi konuşuluyordu. Hapsedilmesini ebu'l- Bahteri b. Hişam önerdi, ihraç edilmesini ise Esved b. Rabi

Kuşkusuz ki her iki öneri de özellikle ihraç önerisi sorunu çözmeyecekti, ihraç edilmesi durumunda Yesrip'e gidip Müslümanların başına geçmesi kaçınılmazdı. Hapsedilmesi de Müslümanları, Peygamberi kurtarmaları yönünde tahrik edebilirdi. Bu durumda Müslümanların ümitlerini kesmek için peygamberi öldürmeyi uygun gördüler. Allah sonraları (Medine'de inen) Enfal suresinde müşriklerin aldıkları kararı şöyle açıklıyor:

“İnkar edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da (yurtlarından) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah'da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir” Enfal /30

 İbn İshak, bu ayetin aynı gün nazil olduğunu söylüyor[29]. Ama önce de belirttiğimiz gibi bu sure Medine'de nazil olmuştur, Muhtemel Allah, Müşriklerin bu kararını sonra açıklamıştır. Dar'ün- Nedve toplantısı ile ilgili haberler ittifakla, Ebu Cehil'in öldürmeyi önerdiğini bildirmekteler. Aynı haberler, o toplantıda bulunan “şeyh Necdi'nin diğer önerileri reddedip Ebu Cehil'in önerisini desteklediğini vurgulamaktadır. şeytanın Necdi kılığında ortaya çıktığı söylenmiştir. Ama bu yaşlı adamın gerçek şeytan (iblis) olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Ama doğal olarak, Müslümanlar sonraları, bu danışma toplantısını bu şekilde yönlendiren yaşlı bir adamın şeytandan başkası olamayacağını düşünmüşlerdir [30]. Ebucehil Peygamberin öldürülmesinden dolayı Kureyş'te kavga çıkmasını önlemek için; tüm Kureyş boylarından hatta Peygamberin amcası Ebu Leheb'in bu olaya katılmalarını önerdi. Haşim oğulları itiraz edecek olsalar bütün Kureyş boylarına karşı gelemezler, diyet ödenmesine razı olacaklar ve olay da bu şekilde kapanacaktır, dedi [31]. O yıllarda (Ebu Talib'in ölümünden sonra) Haşim oğulları içinde Ebu Leheb'in nüfuzu artmış bulunuyordu. Ebu Leheb Peygamberin katı bir düşmanı olduğu için, Haşim oğulları Peygamberi korumada Ebu Talib'in sağlığındaki bütünlüğü göstermiyordu. Kaynakların bir çoğunda deniliyor ki: Cebrail böyle bir komplo düzenlendiğini Peygambere bildirdi ve kararlaştırılan gece evinde uyumaktan sakındırdı [32]. İbn Sâd'ın aktarımına göre; Kureyş'in toplantısını ve kararlaştırdıkları gece Peygamberi öldüreceklerini (Haşim oğlu) Ebu Seyfi oğlu Rufey'a Hazretlerine haber verdi [33]. Bu iki aktarım birbiriyle çelişmemektedir.


Kureyşilerden kırk (bir rivayete göre beş ve bir rivayete göre yüz) [34] kişi kararlaştırılan gece akşamından itibaren efendimiz hazretlerinin evinin çevresini kuşattılar.


Hz. Peygamberin evinin yapısının ne şekilde olduğu hakkında bilgimiz yok, ancak anlatılanlardan elde ettiğimiz kadarıyla efendimizin yattığı yer görünürdeymiş. Süheyli ve başkalarının anlattığına göre: evin içine girmeyişlerinin sebebi içerden bir kadın sesi duymalarıydı. Aralarında dediler ki: Sonradan Araplar, Kureyş amca oğullarının aile haremini gözetmedi dememeleri için içeri girmeyelim , dolayısıyla Peygamberin dışarı çıkmasını beklenir [35]. Aynı zamanda da evinden çıkıp gitmesin (ellerinden kaçırmasınlar) diye dikkat kesilmişlerdi.


Peygamber (s) bir plan yaptı. Ali'ye kendi yerinde yatmasını ve her zaman üzerine örttüğü Yemen yapımı yeşil belerini üzerine örtmesini söyledi [36]. Peygamber Allah'ın izniyle odadan çıkıp Mekke'nin güneyine, Medine yolunun tam aksi istikametine gitti. Elbette kırk kişinin arasından geçip gitmek kuşkusuz ki, Allah'ın yardımıyla gerçekleşmişti. Bu husus kaynak kitaplarda mükerrer olarak zikredilmiştir. Allah'ın elçisi evinden çıkarken yasin suresinin ilk ayetlerini ve şu ayeti okuyordu.


“onların önlerine set çektik ve arkalarına da onları görmez kıldık da göremediler”. Yasin/9


Pusuda bekleyenler yatakta uyuyanın Peygamber olduğu düşüncesiyle uyanıp dışarı çıkmasını  bekliyorlardı. Bilazüri ve başkalarının dediğine göre ona (içeride uyuyana) doğru oklar veya taşlar atıyorlardı [37]. İmam Ali yatakta dönüp duruyor ama kafasını dışarı çıkarmıyordu [38]. (İbn Hişam'ın yazdığına göre:)sabah olup imam Ali yerinden kalkınca, Peygamberin ellerinden çıktığını yeni anlamışlardı. Ali'ye Peygamberi sorduklarında: Nere gittiğini bilmiyorum! Dedi. İmam Ali'nin bu fedakarca davranışını onun en büyük faziletlerinden saymak gerekiyor. Hakim Nişaburi İmam Seccad'dan rivayet ediyor: Allah'ın rızasını kazanmak için canını sunan ilk kişi Ali b. Ebu Talib'dir. [39]

İmam Muhammed Bagır'dan, İbn Abbas ve ömer b. şübberi'den rivayet edilmiştir. “...ve insanlardan Allah rızasını kazanmak için canlarını satışa sunanlar...”[40] ayeti “Leylet'ül- Mebiyt”(Ali'nin Peygamberin yatağında yattığı geceye denir) hakkında ve Emirelmüminin'in şanında nazil olmuştur. [41]


Taberi bazı ravilere dayanarak aktarıyor: Ebu Bekir, Ali'nin yanına gelip Peygamberi sordu. İmam: Onunla bir işin varsa Sur (Sevr) mağarasına gidebilirsin dedi. Ebu Bekir, Resulullah (s) in gittiği yöne doğru gitti. Hazret müşriklerden birinin kendisini izlediğini sanarak daha hızlı yürüyordu. Ebi Bekir seslenince Peygamber kendisini tanıdı. Yürümenin etkisiyle Peygamberin ayağından kan damlıyordu. Sevr mağarasına sabahleyin vardılar.


Sabah, müşrikler Peygamberin yerinde buldukları Ali'yi sorguya çektiler Peygamberin nereye gittiğini öğrenemeyince kendisine dayak atarak bir süre Mescid'ül- Haram'a  hapsedip sonra serbest bıraktılar [42]. Bazı rivayetlerde İmam Ali'yi öldüresiye dövdükleri kaydedilmektedir. [43]


4 – Mekke'den Medine'ye kadar

Allah'ın elçisi gecenin ilk saatlerinde evinden çıkıp Medine yolunun aksi istikametine güneye doğru yola koyuldu. Bunun nedeni, kendisinin Yesrib'e gittiğini sanan müşrikleri oyalamak, bir müddet geçtikten sonra uygun bir zamanda yola koyulmaktı. Yukarıdaki haberde: Ebubekir'in Peygamberi görmek için geldiğinde, hicret ettiğini Ali'den öğrendiği geçiyordu. (Muhtemelen hareket yönünü öğrendikten sonra) Peygambere ulaştı. Aslında hicretten bu şekilde haberdar olan yalnızca onlardı. Peygamber hazretleri Sevr dağına gidip oradaki bir mağaraya gizlendiler.

Diğer taraftan, saatler sonra Peygamberin gittiğini öğrenen müşrikler, her yönde kendisini aramaya koyuldular.Bu yönde arama yaparken mağaraya o kadar yakınlaştılar ki Peygamber seslerini duyuyordu. Allah tevbe suresinde, o kritik anlarda Peygambere yaptığı yardımları dile getiriyor. çnce halkı Peygamberin davetine karşın cihad etmede ağır davrandıkları için kınıyor ve cihada koşmazlarsa, acı bir azaba tutulacaklardır, başka birileri onların yerini alacaktır diye tehdit ediyor ve sonra buyuruyor:

“... Siz ona yardım etmeseniz de, inkarcılar onu (yurdundan) çıkardıklarında (Allah) ona yardım etmiştir. O ikisi mağarada iken: Arkadaşına üzülme Allah bizimledir dediğinde; Allah yüreğine huzur verdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla (birliklerle) destekledi, inkar edenlerin sözünü alçalttı, çünkü Allah'ın sözü yücedir ve Allaah Aziz'dir, Hekim'dir.” Tevbe /40

 Tarihi rivayetlerde bu yardımın, mağaranın girişine örümcek ağları ördürmek suretiyle yapıldığı geçmektedir. öyle ki müşrikler Peygamberin içeriye girmemiş olduğundan emin oldular. Bazıları da: İki güvercinin mağara girişinde yuva yaptıklarını, içeriye birisi girmiş olursa bunların burada bulunmayacaklarını eklemişlerdir. Ayrıca: Muhammed burada yok, onu Mekke çevresindeki derelerde arayın diyen, bir sesin duyulduğu da aktarılmıştır [44]. Ümeyye b. Halef, bu ağlar Muhammed doğmadan önce burada örülmüş olmalı dedi. Kureyş Peygamberi bulup teslim edene yüz deve ödül verileceğini vaad etmişti. Bazı rivayetlere göre, Peygamber ve Ebubekir mağarada üç gün boyunca saklandılar. Müşrikler aramaktan yorulup çekip gittiler. Tabersi'nin anlatımına göre; Peygamber Abdullah b. Ariykat'tan [45] Ali'ye gidip kendisine yiyecek getirmesini, Ebubekir de kızı Esma'dan yiyecek alıp getirmesini istedi. [46]


 Peygamberin gidişiyle ilgili ilginç noktalardan birisi de güvenlik meselelerinin tamamıyla dikkate alınmasıdır; Müşrikleri yanıltmak için Ali'yi yatağında yatırmak, Medine yolu kuzeye doğru iken güneye gitmesi, koyun otlatan Amir b. Füheyre'nin, Peygamberin izini kaybettirmesi için koyunları arkasından sürmesi kimsenin dikkatini çekmemesi için müşrik ama güvenilir bir rehberden yararlanma, gece yürüyüp gündüz saklanma gibi[47]. İbn Asakir aktarımıyla Ebu Rafi rivayetine göre: “Mağarada bulunduğu sürede Peygamberin yiyeceğini içeceğini Ali temin ediyordu”. Ve ekliyor: “Ali; Peygamber, Ebu Bekir ve Rehber için üç deve kiraladı”[48]

Rehber yolları çok iyi bildiği için Peygamberi sapa yollardan götürdü ve Rabiül- Evvel ayının başlarında Medine'ye ulaştılar[49]. Kaynaklarda Rabi'ül- Evvel ayının on ikisi 24 Eylül 622 Miladi Medine'ye giriş günü olarak kaydedilmiştir. Hicret ettikleri yol normal yol değildi, sadece birkaç yerde normal yolla kesişiyordu. Bu yolu kat etmenin nedeni ise müşriklerin Peygamberi ele geçirememeleriydi.

Yol boyunca iki önemli olay yaşandı. Birisi: Süraka b. Malik adında bir müşrik Peygamberin Medine'ye gitmekte olduğunu anlayınca, yüz deve ödülünü almak için Peygamberi yakalayıp Kureyş'e teslim etmek istedi Rivayetlere göre bu adam bazı sıkıntılarla karşılaştı. Ez cümle atının ayakları üç kere toprağa saplandı. Adam bir şeylerin, Peygambere ulaşmasına engel olduğunu anladı. Gaybi bir gücün Peygamberi koruduğundan emin olarak yakın bir gelecekte zafer kazanacağını hissetmiş olacak ki, efendimize seslenerek kendisine bir güven mektubu (Emanname) yazmasını istedi. [50]

İkinci olay; Peygamber, Kudeyd denilen bölgede bir çadırda yaşayan Ümmü Ma'bed adında bir kadına rastladı. Efendimiz et veya hurması varsa satın almak istediğini söyledi kadına, yoktur dedi kadın. Efendimiz, orada bulunan bir koyundan süt sağması için izin. Kadın bu yaşlı bir hayvandır, sürüyle gidemediği için kalmıştır dedi. Fakat efendimiz koyunu yanına getirmelerini söyledi. Koyunun üzerine elini sürünce koyun sütlendi, çokça süt sağdılar, ve o koyun yıllar sonra da bolca süt veriyordu. [51] Peygamber gittikten sonra kadının kocası geldi, kadın efendimizin özelliklerin anlattı kocasına. Bu çok iyi bir dikkatle efendimizin şemailini tanımlayan en iyi tanıtımdı. [52]


5 – Allah'ın elçisi Kuba'da

Mekke'den Medine'ye normal olmayan sapa yoldan gidildi. Elbette doğal olarak peygamber (s) bir çok zorluklara katlandı ve normalden daha uzun bir sürede Kuba'ya ulaştı. Makdesi: Mekke'den çıkıp Kuba'ya ulaşıncaya kadar on beş gün geçtiğini yazmıştır[53]: Kuba, Medine merkezine altı kilometre ve şehrin güneyinde (sonraları Mescid'ün- Nebi yapılan) bir yerdir [54]. O zaman Medine toplu bir şehir değildi. çeşitli Arap ve Yahudi kabilelerin yaşadığı birbirinden ayrı birkaç toplu yerleşim alanından oluşuyordu. [55]

Önceki sahifelerde de belirtmiştik, muhacirler genellikle Kuba bölgesine yerleşmişlerdi, Avs kabilesinden Abr b. Amf oğulları bu bölgede yaşıyorlardı, konuklarını ağırlamada çok çaba gösteriyorlardı [56]. Peygamber Pazartesi günü Kuba'ya varıp Cuma gününe kadar orada kaldı. Bazı rivayetlerde Peygamberin Kuba'da yirmi üç gece kaldığı belirtilmiştir. [57]

Bir Yahudi Peygamberin gelişini herkesten önce öğrenmiş ve: Ey Kıyl (Avs ve Hazrec'e denilen isim) oğulları efendiniz geliyor, diyerek haber vermiştir. Hazretleri külsüm b. Hidm'in evine yerleşti. Bir aktarımda Sâd b. Hayseme'nin evine yerleştiği söyleniyor ise de, Bilazüri; efendimizin Sâd'ın evine sıkça gidip ashabıyla orada sohbet ettiği [58] için bu evde kaldığı söylenmiştir görüşündedir. Ama asıl kaldığı ev Külsüm b. Hidm'in eviydi [59]. Sâd b. Hayseme bekar olduğu için, Peygamberin ashabıyla görüşme yeri olarak seçilmişti.

Peygamberin Medine'ye girişi hakkındaki haberler ilke olarak Hazretin Kuba'ya giriş ile ilgili olmalıdır, Yesrib'e girişiyle değil. Peygamberin Kuba'ya giriş haberi bir bedevi Arap aracılığı ile bütün kabilelere duyuruldu, Ensar'dan beş yüz kişi Peygamberi karşılamaya geldi. Ve efendimiz Kuba'da kaldığı sürece Yesrib halkı ziyaretine gelip gidiyorlardı. Ebu Bekir'in anlattığına göre halk Peygamberi “Allahu Ekber, Allah'ın elçisi geldi, Allah'u Ekber Muhammed geldi” sloganıyla karşılamış. Yine meşhur “Talael'Bedrü Aleyna” şiirinin okunduğu da aktarımlar arasında yer almaktadır [60]. Ancak bazıları, bu şiirlerin Peygamberin Mekke'den Medine'ye gelişi sırasında değil de Taif'den Medine'ye dönüşü sırasında okunmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruyorlar. çünkü şiirde geçen “Seniyat'ül- Vedi'” Şam Medine yolu üzerindedir. Mekke Medine yolunda değil. [61]


Peygamberi karşılayan Ensar'ın da aralarında bulunduğu Müslümanların hepsi silahlıydılar [62]. Bu muhtemelen Medine halkının ikinci Akabe biatında Peygamberi savunacaklarına dair verdikleri sözden dolayı olabilir.

Aslında hicret İslam devletinin kuruluş başlangıcı idi, güçlü bir devletin oluşumunun asıl gereklerindendir. Peygamberin ilk girişiminin putları kırmak olduğu söylenmiştir. [63]

Kuba mescidinin yapımı konusunda Ammar b. Yasir'in ismi geçmektedir. Hekem b. Uyayne aktarımına göre: Peygamber Kuba'da inince Ammar, Peygamberin dinlenip namazını kılabilmesi için gölgeli bir yer yapmak gerekiyor dedi ve taş toplayıp Kuba Mescidini yaptı. O taş toplarken Peygamber duvarları kurmaya başladı ve Ammar yapımını tamamladı. Buna göre Müslümanlar için ilk mescidi yapan Ammar olmuştur [64]. Medine Mescidi yapımı hususunda da Ammar'dan söz edeceğiz. İbn Hişam da Ammar b. Yasir'in Mescid yapan ilk kişi olduğunu yazmıştır [65]. Binaenaleyh Mescid-i Kuba, Peygamberin şahsen cemaat namazı kıldırdığı ilk mescit olmalıdır. Sonraları Hicret'in dokuzuncu yılında münafıklar Zirar Mescidi'ni yaptıklarında Allah elçisini o mescid de namaz kılmaktan menetmiştir:

“Orada asla namaza durma, ta ilk günden takva üzere kurulan mescid, elbette namaza durmana (namaz kılmana) daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever”. Tevbe /108

 Bu ayette: “Takva üzerine kurulan ve içinde temizlenmeyi seven erkeklerin bulunduğu ilk mescid den” söz edilmektedir. Bu Mescid'den maksadın “Kuba” olduğuna dair çok sayıda rivayet vardır. Birkaç rivayette de maksadın Mescid-i Nebi olduğu söylenmiştir. [66]


Tabersi diyor: Amr b. Avf oğulları Mescid-i Kubayı yapmışlardı Peygamberi orada namaz kılmaya davet ettiler, onlara karşı ğan b. Avf oğullarının mescidi yoktu, hasetliklerinden (Mescid-i Kuba'ya yakın bir yerde) bir mescid yaptılar ve Peygamberden orada namaz kılmasını istediler. Burası Mesci-di Zirar idi [67]. Bu karineye göre Allah'ın mukayesesi bu iki mescidle ilgili olmalıdır. Hicri yedinci yüzyılda yaşamış olan Yakut yazıyor; Mescid-i Zirar'ın yıkıntıları hala duruyor, halk sevap olsun diye yıkmak için oraya gidiyor [68]. İlk muhacirlerin onca meşakkat, eziyet ve işkenceden ve evlerin, barklarını, yurtlarını, terk ettikten sonra taşıdıkları ihlas ayette yansıtılmıştır. Allah'ın elçisi sık, sık Mescid-i Kuba'ya gidip, namaz kılıyordu [69]. Bu, İslam'a halisane hizmet eden Kuba halkına saygıdan olmalıydı. Muhtemelen peygamberden böyle bir istekte de bulunmuşlardı.


 Peygamberin Kuba'da kalışının sebeplerinden birisi de İmam Ali'nin gelişini  ve çocuklarını getirmesini beklemesiydi. Allah'ın elçisi Mekke'den ayrıldıktan sonra Ali (Mekke'de bir bölge olan) Ebtah'da durarak: Her kimin Peygamberde bir emaneti var idiyse gelsin alsın diye ilan etti. Emanetleri sahiplerine geri verdikten sonra Fatımaları (yani; Fakıma Zehra, Fatıma binti Esad ve Zübeyr b. Abdullah'ın kızı Fatıma), Ümmü Eymen ve çocuğunu ve Mekke zayıfları (düşkünleri) nin bir kısmını yanına alıp Medine'ye hicret etmesine dair Peygamberden bir mektup aldı. [70]

Efendimizin eşi Sude (Sevde) ve kızı Ümmü Külsüm'ün de Ali ile birlikte olduğu söylenmiştir. Halebi rivayetine göre İmam geceleri yol alıp gündüzleri saklanıyordu. Bütün yolu piyade kat ettiği için ayakları şişmiş, yaralanmış, kan damlıyordu [71]. İmam Ali Kuba'da (Peygamberin kaldığı) Külsüm b. Hidm'in evinde kaldı. [72]
 
6 – İslam tarihinin başlangıcı : Hicret

Yüzlerce veya binlerce yılın yükünü taşıyabilecek bir tarih başlangıcı kültürüne sahip olmak eski dünyada öyle kolayca sahip olunabilecek bir imtiyaz değildi. Bu iş özellikle bedevi kavimler olan ve bir siyasi bütünlükten yoksun olan Araplar için çok daha zordu. Elbette çok sade bir yaşantının bile bir yıllık hesaplamasına kaçınılmaz gereksinim vardır. Ama böyle bir hesaplama doğal gece ve gündüz ve ay hareketleriyle mümkün olabiliyordu. Bu bir yılın hesaplamasına yetiyor, sonraki yıl yeniden hesaplanıyordu. Cahileye devrinde muharrem ayı yılın ilk ayı idi. Zahiren bunun sebebi, Hac merasiminin yılda bir kere oluşu ve bu merasimin bitişiyle muharrem ayının başlaması idi [73]. Ama birkaç on yıllık bir süreyi hesaplamak istediklerinde önemli bir olayın oluşundan itibaren hesap ediliyordu. Örneğin; fil yılı veya Kâbe Restorasyonu yılı gibi [74]. (Bi'sat'tan beş yıl önce) 

Bi'sat döneminde Müslümanlar “Erkam'ın evine gidişi” başlangıç olarak alıyorlar, mesela falan olay Erkam'ın evine gitmeden önce veya sonra olmuştur gibi [75]. 

İslam toplumu ve devleti şekillenmeye başladıktan sonra Peygamberin (s) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği yılın tarih başlangıcı olması kararlaştırıldı. Kur'ani düşünce, hicretin önemi ve İslam'ın yayılıp genişlemesinde önemli bir dönüm noktası olması bu olayın takvim başlangıcı olarak benimsenmesinde etkili olmuştur. Hicret'in tam olarak ne zaman takvim başlangıcı olarak kabul edildiği ihtilaflıdır. Rivayetlerin ekseriyetine göre Hicret'in on yedinci yılında (bir takım nedenlerden dolayı ikinci halife bir takvim başlangıcı belirlemeye karar verdi. Bunun için çeşitli öneriler sunuldu: Peygamberin doğumu, Bi'sat, vefatı bu önerilerden bazılarıdır. Hz. Ali ise Hicret'in başladığı yılı önerdi ve bu öneri kabul edildi. [76]

İbn şehab Zühri'ye gere, Peygamber (s) Medine'ye geldiğinde tarihin Hicret'ten başlatılmasını emretti [77]. Bu görüşü doğrulayan başka kanıtlar da vardır. Bu kanıtlardan bazılarını Allame Murtaza Amuli zikretmiştir [78]. Onun görüşüne göre: İkinci Halife döneminde danışma konusu olan husus, Muharrem ayının Rabi'ül-Evvel ayı yerine kabul edilmesiydi[79]

Muharrem Hac merasimi bitişinden hemen sonra olduğu için Muharrem ayı yılın ilk ayı olarak benimsenmiştir. Hicret'in tarih başlangıcı olarak peygamber zamanında da kullanıldığının kanıtı Zühri' aktarımından başka, peygamber zamanında yapılan bir iki anlaşmadır. Hicri dokuzuncu yılda bir kabile ile yazılan bir anlaşmanın sonuna bu tarih yazılmıştır. Yine bir Müslüman'ın Peygamberden kardeşine İslam'ı davet etmesi için yazmasını istediği  mektubun sonuna efendimiz, hicri dokuzuncu yıl kaydını düşürmüştür. [80]

Bu gelişmeler ve anlatımların toplamından şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Hicret, Rasulullah (s) in hayatında çok önemli bir gelişme olarak diğer gelişmelere tarihsel başlangıç sayılıyordu. Ancak Peygamber (s) in vefatından sonra başkaca olayların meydana gelmesiyle muhtemelen önemi azalmış hatta unutulmaya terkedilmiş olabilir. İbn Abbas'ın bir rivayeti buna delalet etmektedir: “Resul-i Ekrem Medine'ye ayak bastığı zaman, o bölgede bir tarih mevcut değildi. Halk O'nun girişinden bir iki ay sonrasından (ki, normalde hicret olmalı) bir tarih kullanmaya başladı. Bu tarih Peygamber (s) in vefatına kadar sürdü, ondan sonra kesildi. Ebubekir hilafeti döneminde ve Ömer hilafetinin ilk dört yılında her hangi bir tarih mevcut değildi. Ondan sonra (hicri) tarih uygulamaya konuldu. [81]”

Bu şekilde her iki görüş arasında uygunluk tespit edilebilir. şöyle ki: Hicretin tarih başlangıcı olması Peygamberin (s) hayatında doğal olarak (veya efendimizin emriyle) uygulamaya konulmuş olabilir. Bu önceki, önemli olayların tarih başlangıcı olarak yapılan uygulamanın devamı olabilir. Ama Peygamberin vefatından sonra unutulmuş!, birkaç yıl sonra tarihsel bir başlangıca ihtiyaç duyulmasından dolayı; Peygamberin metodunu uygulama hususunda hassas olan İmam Ali'nin önerisiyle tekrar canlandırılmış olabilir.

Bu unutkanlığın etkisiyle –belki de maalesef yılın başlangıcı normalde –Hicret ayı olan- Rabiül-evvel ayı olması gerekirken Muharrem ayı kılınmıştır [82]. şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki: Peygamber (s) her, yılı, o yıl yaşanmış olan önemli bir olayın adıyla anıyordu. Hatice ve Ebu Talib'in öldüğü –Bi'sat'ın onuncu- yılı “Hüzün yılı” hicretin birinci yılının “izin yılı” hicretin ikinci yılının “savaşa emir yılı” ve üçüncü yılın (Uhud savaşı) nedeniyle “Sınav yılı” diye adlandırılması gibi[83].

Dr. Resul Caferiyan

[1] Tac'ül – Arus, 14/396; Müfredat; s.534

[2] Müzzemmit /10

[3] Müfredal, s. 534

[4] Tac'ül- Arus, 14/39

[5] Ankebut /26

[6] Mecma'üz – Zevait, 5/252, 253

[7] Sünen-i Nesai, 7/144

[8] Tabakat'ül- Kübra, 1/225, 226, Ensab, 1/257

[9] Sire İbn Hişam, 2/468; Tabakat'ül- Kübra, 1/226; Sire, İbn Kesir, 2/315

[10] Ensab, 1/257

[11] Sübül'ül- Huda, 3/319

[12] Ensab, 1

[13] Sire, İbn Hişam, 2/468

[14] es- Sahih, 2/228, 252

[15] Delail'ün- Nübüvvet, Beyhaki, 2/458, Süneni Tırmızi, 5/721

[16] Bunlardan bazıları onca eziyetten sonra yine de hicret etmişlerdir. Bak: Bihar, 19/35

[17] Tabakat'ül Kübra, 3/90

[18] Sire, İbn Hişam, 2/471

[19] Mecma'üz- Zevaid, 6/63

[20] Tarih-i Taberi, 2/369

[21] Sire, İbn Hişam, 2/477; Tarih-i Taberi, 2/259; Tabakat-ül- Kübra, 3/388

[22] Sire, İbn Hişam, 2/474, 476; Delail'ün- Nüvüvvet, Beyhaki, 2/460

[23] Sire, İbn Hişam, 2/477; Fıkhu's-Sire, s.166; el-Müstedrek, 3/3983; Mecma'üz- Zevaid, 6/60; Tarih'ül- Medine, 2/480, Tabakat, 2/227, 228

[24] Tabakat'ül- Kübra, 2/228; Sire, İbn Hişam, 2/450

[25] Tağabun/14

[26] Tarih'ül- Medine, 2/490, 491; Mecma'ül- Beyan, 10/300

[27] Uyun'ül-Eser

[28] Sire, Halebi, 2/25, 26

[29] Sire, İbn Hişam, 2/484

[30] Yıllar önce Haz. Muhammed (s) henüz otuz beş yaşında bir genç iken Hacer'ül- Esved taşının yerine konulmasıyla ilgili anlaşmazlık çıktığında ve Hecer'ül- Esved'i Peygamber yerine yerleştirdiğinde bu yaşlı Necdi ortaya çıkıp, soylular ve büyükler dururken bu gencin taşı yerleştirdiğine itiraz etmişti. Sire, Halebi, 2/25. Bu konunda kitabın ilk bölümünde açıklamalar yapmışız.

[31] Sire, İbn Hişam, 2/482, Ensab, 1/260

[32] Sire, İbn Hişam, 2/483, Ensab, 1/260

[33] Tabakat'ül- Kübra, 8/223; el- İsabe, 4/303

[34] Vefa'ül- Vefa, 1

[35] Sire, İbn Hişam, dipnot, 2/483; sire, Halebi, 2/28; Sübül'ül-Hüda, 3/330; Sent'ün- Nücum'ül- Âvali, el- Ayyaşi, 1/228

[36] Sire, İbn Hişam, 2/483; Tabakat'ül- Kübra, 1/228

[37] Ensab, 1/260; Tefsir-i Ruat, s.421; İbn Abbas'tan: Tarihi-i Dimışk “Tercümetü- Ali”, 1/154; Bihar Meclisi; 19/87; A'alem'ül- Vera, s.190 (İbn Abbas'tan naklen); Sübül'ül-Hüda, 3/327

[38] Amali, şeyh Tusi, 2/82, 83; es-Sahih, 2/240, Tusi'den

[39] el-Müstedrek, 3/4; Sübül'ül- Hüda, 3/327; Amali İbn'üş- şeyh,s.286; Bilar, 19/54, 55

[40] Bakara /207

[41] el-Tibyan, 2/183; Mecma'ül –Beyan, 2/301; İrşad, s.31; Tarihi Dimşk, 1/153, 154; Tefsir-i Ayyaşi, 1/101; Bihar, 19/78; el- ğadir, 2/48; Fusul'ül-Mühimme, s.33; el- Menakib, Harezmi, s.49, Tezkiret'ül- Havass, s.21; Nur'ül- Ebsar, s.86

[42] Tarih-i Taberi, 2/374; el- Burhan, 1/207; Tefsir-i Ayyaşi, 1/101; Bihar, 19/78; Sire, Halebi, 2/36; Sire, İbn Kesir, 2/235; Makdesi derki: Resulullah evinden yalnız çıkıp gitti, Ali'ye de Ebubekir geldiğinde Sevr mağarasına gelmesini söyle dedi: el-Büdün ve'l Tarih; 4/170

[43] el- Hisal, 2/123, 124; Bihar, 19/92

[44] Mecma'ül- Beyan, 5/31; A' alam'ül- Vera, s.63; Sire, Halebi, 2/37

[45] İbn Hişam siresi gibi bazı kaynaklarda “Arkat” olarak geçiyor, 2/491

[46] A'alam'ül- Vera, s.63

[47] Uyun'üt- Tevarih, 1/100 (dipnot)

[48] Terih-i Dimışk, 1/154; A'alam'ül- Vera, s.190. Bu rivayet Ehli sünnet kaynaklarında da aktarılmış, ama bazı kaynaklarında da Ebu Bekir birini gönderip iki dev aldırttı, ama Peygamber kendi bindiği devenin parasını ödeyip bindi. Bu hususta; hazret kendi olanaklarıyla hicret etmeyi seviyordu, denilmektedir.Vefa'ül- Vefa, 1/237

[49] Ensab, 1/263

[50] El-Müstedrek, 3/6, 7; sire, İbn Hişam, 2/489. Bu rivayetin çeşitli aktarım senetleriyle ilgili bakınız: Delalil'ün- Nübüvvet, Beyhaki, 2/483, 489

[51] Tabakat'ül- Kübra, 1/230, 231

[52] el- Müstedrek, 3/9; tabakat'ül- Kübra, 1/230, 231

[53] el- Bedeü Ve't- tarih, 4/175

[54] şimdi Kuba Medine şehriyle birleşmiş, çeşitli bahçelerin bulunduğu güzel bir yerdir: Mu'cem'ül- Maalim... S.248, 249

[55] Makdesi, el- Bedeü ve't- Tarih, 4/176

[56] Ensab, 1/264; Mu'cem'ül- Büldan, 4/302

[57] Ensab, 1/263; Hazretleri , İmam Ali gelinceye kadar orada kaldığına göre ikinci görüş daha mantıklıdır.

[58] Ensab, 1/263, Sire, İbn Kesir, 2/270; Tarih-i Taberi, 2/382

[59] Sire, İbn Kesir, 2/269; Sire, Zehebi, S.333

[60] Sire, İbn Kesir, 2/269; Sire, Zehebi, s.333

[61] Vefa'ül- Vefa, 4/170; Zad'ül- Mead, 3/10; es- Sahih, 2/312'den

[62] Tabakat'ül- Kübra, 1/233

[63] el- Bedeü ve't- Tarih

[64] Sire, Halebi, 2/55; Vefa'ül- Vefa, 1/250; Sübül'ül- Hüda, 3/380

[65] İbn Hişam (sire) 2/498

[66] Dürr'ül- Mensur, 3/277, 278

[67] Tarih'ül- Medine, 1/52, 54, Fütuh'ül-Büldan, s.18; Mecma'ül Beyan, 5/72

[68] Mu'cem'ül- çdeba, 4/302

[69] Dürr'ül- Mensur, 3/278, Mescid-i Kuba'da namaz kılmanın faziletlerine dair çokça rivayet aktarılmıştır: Tarih'ül- Medine, 1/40, 44. Yine Peygamber (s) in Ramazan ayının 17 nci gecesi sabah namazını bu Mescid'de kıldığı rivayet edilmiştir. Aynı eser s.45

[70] Bihar, 19/65 (Amali, An şeyh'ten naklen)

[71] Sire, Halebi, 2/5. Rivayetin son bölümüyle ilgili bak: Tarih-i Dimişk: “Tercümetü Ali”1/154; çsdü'l-ğabe,4/19Marifet'üs- Sahabe, 1/21; el-ihtisas, s.146, 147, A'lam'ül- Vera, s.191; Bihar 19/85; Uyun'üt- Tevarih, 1/102; tarih-i Yakubi, 2/41; Keşf'ül- ğumme, İrbili 1/406, 407

[72]Tarih-i Taberi, 2/382; Sire, İbn Hişam, 2/493; Tarih-i Dimışk, 1/155

[73] Bu gerekçe ikinci halife tarafından da öne sürülmüş ve yılın ilk ayının muharrem olmasına karar verilmiştir el-İ'ilan  bit – Tariyh, Farsça tercümesi; Tarih-i Tarih Nigari der İslam, 2/200

[74] Bu tür geçici başlangıçlar hakkında bak: Tarih-i Taberi, 2/391, 392

[75] çrneğin: Ubeyde b. Haris Erkam'ın evine gitmeden önce Müslüman oldu deniliyordu: Sire, İbn Hişam, 1/253

[76] el- Bidayetü ve'n- Nihayet, 7/73, 74. Bazı kaynaklarda farklı olsa da çoğusunda öneriyi Hz. Ali'nin yaptığı kaydedilmiştir

[77] Tarih-i Taberi 2/388; es- Sahih 2/41

[78] es- Sahih 2/37, 55

[79] Birinci hicri yılı Muharrem ayının birinci günü yaklaşık olarak 15, Temmuz, 622 miladi tarihine denk geliyor.

[80] Birincisi için: Fütuh'ül- Büldan, s.67; ikincisi için: Ahbar-ı İsfehan, 1/52, 53

[81] el-İ'ilan bit- Tariyh (Farsça tercümesi) 2/201

[82] Böylece ilk yıla iki ay eklenmiş oldu. Bazıları ise sonraki yılın Muharrem ayından itibaren birinci yıl saydılar, on ay eksilterek. Bu nedenle Hendek savaşının tarihini bazıları beşinci hicri yılı derken bazıları dördüncü hicri yıl demişlerdir: Delail''ün- Nübüvvet Beyhaki, 3/396

[83] el-İ'ilan bit- Tariyh, Farsça tercümesi: Tarih-i Tarih Migari der İslam, 2/203

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM