İslam, kadına kadınlığı cihetinden bakmakta ve onun kadınlık şahsiyetini belirleyip yönlendirmektedir. Hakeza erkeğe de erkekliği cihetinden bakmakta ve her birine bazı vecibeler yüklemektedir. Hak ve hukuklarını da onların kabiliyet ve tabiatları esasınca belirlemiştir. Öyle ki amel ve fiiller fertlerin ihtiyaç ve durumlarına mutabık olacak bir şekilde kadın ve erkek arasında taksim edilmektedir. İşte toplumda kadın ve erkek arasında hüküm ve vazifeler sahasında vücuda gelen ihtilafların kaynağı da budur.
Binaenaleyh kadın ve erkeğin toplumda vazife ve hükümlerinin farklı olması da kadınlık ve erkeklik şahsiyetinin ihtiyaç ve kabiliyeti esasına dayanır. Bunun miyar ve ölçüsü de her birinin gereksinimi ile tabii ve fıtri şartlarıdır. Ama insanın insanlığı ile ilgili düzenlemelerde kadın ile erkek arasında hiçbir farklılık yoktur. Zira İslam'da kadın ve erkek insan olma hususunda eşittirler.
"Kadını da bir insan olarak değerlendiren tek mektep İslam'dır. İslam, kadın ve erkeği eşit kabullenmektedir. Ama ne yazık ki medeni olduğu iddia edilen Avrupa toplumunda dahi böyle yüce ve sabit bir düşünce mevcut değildir. Hatta kadını sadece bir dişi, cinsel ihtiyaçlarının tatmini ve lezzet için bir vesile olarak görüyorlar. Bu yüzden de sözde medeni Avrupa toplumunda kadının hayatı onun ruhi ve tabii durumuyla çelişen sayısızca müşkülat ve çıkmazlarla iç içedir."
İşte burada kadın, toplumda hem kendisinin ve hem de erkeğin bir insan olduğuna ve bu hususta erkekle eşitliğine inanmaktadır. Bir insan olarak toplumsal bir çalışma ve çaba içine girmektedir. Toplumsal ilişkilerin muhtelif merhalelerinde ve insani şahsiyet açısından erkekle eşit bir hale gelmektedir. O zamanda toplumda kadının çok yüksek bir insani düzeyde erkekle eşit olduğuna itiraf etme zarureti tahakkuk etmiş olmaktadır.
Ama eğer bundan başka bir şey olursa yani kadın toplumda kendisine sadece bir dişi olduğu gözüyle bakar, kendi insanlık makamını görmezlikten gelir ve bu basit tefekkür tarzı ile rüşde ererse kendi şahsiyetinin asil merhalelerini kat etme yolundan mahrum kalır ve bir dişi unvanıyla muhtelif renk ve vesilelerle münzevi, mağlup bir hale gelir. O zaman da sadece bir lezzet alma vesilesi olarak tanınır.
Bu iki farklı tefekkür tarzının misdaklarını, kadının İslam'ın gölgesinde yaşadığı dönemler ile muhtelif medeniyetlerdeki tarihinde açık bir şekilde müşahede etmek mümkündür. Zira İslam öğretileri ışığında asil kadın şahsiyetinin varlığını gösteren birçok örnek ve şahitlere rastlıyoruz. Hâlbuki diğer medeniyet ve topluluklarda kadının dişiliğinden başka bir şey bulmak mümkün değildir ve kadın böylesi medeniyetlerde
kendi azamet ve yücelik esasını dişilik ölçüsünden başka bir şey üzerinde bina edemez. Zira insani ölçülerden uzak sadece dişiliğine teveccüh edilen bir kadın, kendi fıtri ve tabii kabiliyetlerinin gelişimi, hayır ve salaha ermek için herhangi bir yol bulamaz.
ehlader