Erdoğan'ın açıklamaları şu şekilde:
Değerli basın mensubu arkadaşlar, sizleri en kalbi
duygularımla selamlıyorum. NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi
münasebetiyle gerçekleştirdiğimiz Washington ziyaretini tamamladık. NATO’nun
75. kuruluş yıl dönümü törenlerine katıldık.
İcra ettiğimiz bu zirve ise ittifakın birlik ve insicamının
sergilenmesi noktasında faydalı oldu. Zirve kapsamında hangi konuları
görüştüğümüzü, hangi kararları aldığımızı basın toplantımızda da etraflıca
sizlerle paylaştım. Bunlara ilave olarak burada birkaç hususa ayrıca değinmek
isterim. Terör konusunda ödediğimiz bedelleri tüm dünya biliyor.
Müttefiklerimizden teröre karşı verdiğimiz mücadelede samimi dayanışma
beklediğimizi burada bir kez daha vurguladım.
Ayrıca savunma sanayi ticaretinin önündeki kısıtlamaların
süratle kaldırılması gerektiğini ifade ettim. Bildiğiniz gibi NATO’nun Vilnius
Zirvesi’nde bütün müttefikler bu yönde taahhüt vermişlerdi. Aradan geçen sürede
taahhütleri doğrultusunda gerekli adımları atan müttefiklerimiz de
çoğunluktaydı.
Ancak bazı NATO üyeleri verdikleri sözlere rağmen, menfi
tutumlarını değiştirmedi. Bu duruma hem ilk oturumda hem de zirve esnasında
gerçekleştirdiğim ikili görüşmelerde özellikle temas ederek, görüştüğüm
liderlere bunları anlattım. “NATO müttefikleri arasında artık kısıtlamaları
konuşmak istemiyoruz.” dedim.
Ukrayna-Rusya savaşında ilk günden bu yana sürdürdüğümüz
dengeli tavrımız zaten bütün liderlerce malum. Ukrayna gibi Rusya
Federasyonu da bizim komşumuzdur. Güçlü bağlarımızın olduğu bir ülkedir. Her
iki ülkeyle de çok boyutlu ilişkilerimiz mevcuttur. Savaşa rağmen bunların
korunmasına da önem veriyoruz.
Daha fazla kan dökülmeden diplomasiye dönülmesi ve müzakere
zemini hazırlanması gerektiğine dikkat çektim. Bu doğrultuda İstanbul sürecini
devam ettirmeye hazır olduğumuzu vurguladım. Bildiğiniz gibi Hollanda eski
Başbakanı Mark Rutte, NATO’nun yeni Genel Sekreteri olarak tayin edildi.
Adaylık sürecinde ülkemizi ziyaret eden Rutte’ye hassasiyetlerimizi ve
beklentimizi ifade etmiştim.
Kendisinin bu istikamette hareket edeceğine inanıyorum. 1
Ekim’de görevi devredecek olan değerli dostum Genel Sekreter Jens
Stoltenberg’le de tabiatıyla bir araya geldik. Son 10 yılda yaptığı özverili
çalışmalar ve ülkemizle geliştirdiği yakın iş birliği nedeniyle
teşekkürlerimizi ilettim. Zirve vesilesiyle birçok devlet ve hükümet başkanıyla
ikili görüşmeler gerçekleştirdim. Ziyaretimizin ve temaslarımızın hayırlara
vesile olmasını diliyorum.
NATO’nun 75. yılı idrak edildi, dünyanın mevcut durumunda
NATO’nun, iddialarına nispetle işlevini nasıl değerlendiriyorsunuz? NATO Genel
Sekreteri Jens Stoltenberg “savunma sanayii dahilinde yeni imkan ve
yeteneklerin değerlendirilmesi” yönünde ikazlarda bulundu, siz de İstanbul’dan
hareket ederken aynı şeyi söylediniz. Stoltenberg’in bahsettiği bu savunma kime
karşı, neye karşı?
Dünya süratle bir değişim yaşıyor. Bu hızlı değişim
içerisinde güçler özellikle büyük rol oynuyor. Güçlü olanların cirit attığı bir
dünya düzeni ile karşı karşıyayız. Mesela Rusya, Çin ile dayanışma
içinde. Bu durum Batı’yı ciddi manada rahatsız ediyor. Batı, Ukrayna’ya gerek
parasal, gerekse ayni noktada bütün imkanlarıyla, silah, mühimmat dahil her
türlü desteği veriyor.
Bütün bu desteklere rağmen şu anda Ukrayna’da
bekledikleri neticeyi henüz alabilmiş değiller. Bu noktada en büyük
güvenceleri NATO’nun varlığı. NATO büyük bir güç ve onları biraz rahatlatıyor.
Bu Batılı ülkelerin başında Amerika Birleşik Devletleri geliyor. Amerika’nın
yanında Almanya, Fransa, İngiltere gibi Batı ülkeleri yer alıyor. Böylece bu
güç takviye oluyor. Bu takviyeye rağmen büyük güç rekabetinde arzu
ettikleri neticeyi elde edemeyişleri bu ülkeleri ister istemez belli
bir noktaya taşıyor. Burada Türkiye olarak bizim konumumuz ise farklı.
Biz, hem Rusya hem Ukrayna ile iletişim halindeyiz. Bunu
yaparken de mümkün olduğunca adilane yaklaşmanın gayreti içerisindeyiz. Bu
durum zaman zaman Rusya’yı da Ukrayna’yı da rahatsız edebiliyor. Ama biz
diyoruz ki, “Her ikiniz hem bize komşusunuz, geçmişten bu yana aramızda
ciddi münasebetlerimiz var. Örneğin Karadeniz Tahıl Koridorunda adil bir adım
attık. Rusya’nın da Ukrayna’nın da taleplerini karşıladık. “Batı’ya bu tahıl
koridorundan aldıklarınızdan verin ama bunun yanında Afrika’ya da verin,
Türkiye olarak siz de alın.” dediler.
Biz de bunu elimizden geldiğince yapmaya çalıştık. Şimdi
diyoruz ki; tahıl koridorunu biz yeniden açalım. Şimdi bunun görüşmelerini hem
Rusya hem Ukrayna’yla yapıyoruz. Henüz bu konuda bir netice alamadık. Rusya
Devlet Başkanı Sayın Putin’le son görüşmem bunun üzerindeydi. NATO
Zirvesinde Ukrayna Devlet Başkanı Sayın Zelenski ile yine bu konuları
görüştük. Ukrayna tarafıyla da tahıl koridorunu çalıştırmak istiyoruz.
Temenni ederim ki bu koridoru yeniden işletmeye başlarız.
NATO içerisinde nevi şahsına münhasır bir yerimiz var.
Peki NATO ile kurduğumuz münasebet ne kadar adil ve dengeli sizce? Fayda -
maliyet analizi yaptığınızda, NATO’ya verdiklerimiz ve aldıklarımızı mukayese
ettiğinizde bir mütekabiliyet mevzubahis mi?
Bir fayda-maliyet analizinde Türkiye olarak biz
mütekabiliyet ilkesine aykırı bir konuma düşmedik. Sadece terörle mücadelede
NATO’yu duruma müdahale etme noktasında henüz netice alabilmiş değiliz. Bundan
rahatsız olduğumuzu da Sayın Stoltenberg’e de defalarca ifade ettim. Bir NATO
ülkesi olarak Batı’ya bu rahatsızlığımızı hep anlattık.
Birinci derecede Almanya, Fransa, İngiltere, malum
terörün belli ölçüde destek alanı buldukları yerler. Özellikle
Almanya’ya bunları etraflıca anlattık. Mesela terörle mücadelede ülkemizin,
dolayısıyla NATO’nun sınırlarının korunması ve tehditlerin bertaraf edilmesi
noktasında çoğu zaman yalnız bırakıldık. Bununla da kalınmadı, NATO’nun
sınırlarını tehdit eden teröristlere bu tehditlerini güçlendirici yardımlar
yapıldı, destekler verildi.
Bunlar çok olumlu bir tablo olarak karşımıza çıkmıyor. Diğer
taraftan Almanya’yla bizim şu anda Akkuyu Nükleer Santrali için gelmesi
gereken türbinlerin Alman gümrüğünde bekliyor olması gibi bir sıkıntımız var.
Bu, bizi ciddi manada rahatsız etmiştir. Bunu Almanya Başbakanı Olaf Scholz’a
ikili görüşmemde tekrar hatırlattım. Gerek Eurofighter Typhoon uçak
alım talebimizin karşılanmaması, gerek türbin konusu, gerekse bizim
firkateynlerimizde kullanılan bazı makinelerin alınması hususunda ortaya çıkan
sıkıntıları aşmamız gerekiyor. Gelişmeleri takip edeceğiz.
NATO Genel Sekreter Yardımcılığı konusu da gündemde.
2010-2013 yılları arası bildiğim kadarıyla Türkiye’den Hüseyin Diriöz Genel
Sekreter Yardımcılığı yapmıştı, 2016-2020 arasında da Tacan İldem aynı görevi
yaptı. Yeni NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile görüşmede Türkiye’ye bir Genel
Sekreter Yardımcılığı verilmesi talebiniz oldu diye biliyoruz. Bakışı nasıl, bu
gerçekleşecek mi, gerçekleşirse belirlenmiş bir isim var mı?
NATO Zirvesi sonrası düzenlediğim basın toplantısında da
açık bir şekilde ifade ettim. Bunun kararına ne ben veriyorum ne
Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan veriyor. Bu konudaki talebimizi kendilerine
ilettik. Sayın Rutte devir teslimden önce Türkiye’ye geleceğini söylemişti. Bu
ziyaret gerçekleşirse orada tekrar bu konuları kendisiyle görüşeceğiz. Biz
NATO’nun en önemli ülkelerinden biriyiz.
İttifakın bir arada olması ve etkinliğini muhafaza etmesi
için çok değerli katkılar sunuyoruz. Genel Sekreterlik yapılanmasında
Türkiye’nin de böylesi bir makamda temsil edilmesi olağandır. Nitekim Sayın
Rutte de böylesi bir makamın Türkiye’ye yakışacağını ifade etmişti. Biz
ülkemizden bir ismin Genel Sekreter Yardımcısı olarak görevlendirilmesini
sadece ülkemizin o makamda temsil edilmesi için değil, bu nazik dönemlerde
NATO’ya büyük katkı sağlayacağını düşündüğümüz için de istiyoruz.
Basın toplantısında da değindiniz ama biz F-35
meselesinin nasıl çözüleceğini merak ediyoruz. Programa geri dönüş mü söz
konusu ya da F-16’yla ilgili bir mahsuplaşma mı olacak?
Bizim burada önceliğimiz F-16 talebimizin karşılanması.
Alt kümelerde farklı durumlar olabiliyor ama biz oradaki parasal ilişkileri pek
gündeme almak istemiyoruz. Çünkü biz F-35 üzerinden zaten ödememizi
yaptık. Hatta 5 tane F-35 hangara da alınmıştı ama ne yazık ki olay
farklı gelişti ve daha sonra ABD, bizim F16’larımızı da vermeme
noktasına dahi gelmişti.
Son görüşmede ABD Başkanı Biden “3-4 hafta içerisinde
F-16 sorununu çözeceğim” dedi. Bizim için bu noktada önemli olan
F-16 konusudur. Bu uçakların ve parçalarının bize gelmesi halinde zaten
bizim şu anda teknik kadrolarımız yeterlidir. Bu alanda bütün atölyelerimiz
F-16 modernizasyonu konusunda çok çok başarılı. Bu süreci gerek biz, gerek
ilgili bakanlarımız ve kurumlarımız yakından takip ediyor ve kısa sürede netice
alabilmek için de çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
NATO Zirvesi öncesinde Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet
Başkanları Zirvesi’ndeydiniz. Türkiye'nin üye olma talebini de ifade ettiniz.
Batı basınına baktığımızda da NATO üyesi ülkelerin liderleri arasında “Putin
ile görüşebilen, tek lider” olarak sizi tanımladılar ve yorumladılar.
Dolayısıyla Türkiye tam bir denge merkezinde görülüyor. Biraz önce de Tahıl
Koridoru’yla ilgili yeni çalışmaları, Rusya-Ukrayna meselesindeki son durumu
ifade ettiniz. Türkiye bu açıdan uluslararası politika bakımından da önümüzdeki
bu netameli süreç bakımından da nasıl bir denge politikası yürütüyor?
Gerek Rusya, gerek Çin, hatta Belarus’la kırmadan,
dökmeden münasebetlerimizi devam ettiriyoruz. Şanghay İşbirliği Teşkilatı
Zirvesi’nde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile çok samimi bir havada
görüştük. Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin'le de, Belarus Devlet Başkanı
Sayın Lukaşenko ile de güzel görüşmelerimiz oldu. Bütün bu temasların bana göre
getirisi er veya geç olacak. Bunu göreceğiz.
Bu arada bakan arkadaşlarımızın da görüşmeleri gerçekleşti.
Partimizin üst düzey yönetimi Çin'deydi. Çin'de iktidar partisiyle üst düzey
çok verimli görüşmeler yaptılar. Bu görüşmelerle ilgili arkadaşlarım bana
brifing verdiklerinde “kendilerine çok üst düzey muamelesi yaptıkları.”
aktardılar. Bu denli güzel ve başarılı bir ziyareti arkadaşlarımız
gerçekleştirdi.
Arkasından da biz Sayın Şi Cinping ile Astana'da bir araya
geldik. Onunla bu şekilde görüşmelerimizi yaptık. Kendisi bizi yeniden
Çin'e davet etti. Ben de kendisini ülkemize davet ettim. "Önümüzdeki
yıl iade i ziyaretimi yapayım." dedi. Bu şekilde de aramızdaki gerek
siyasi, gerek ticari bütün bunları görüşme fırsatını da yakaladık. Şimdi büyük
ihtimalle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısından sonra bizim bir Çin ziyaretimiz
olabilir. Ama 2025'te de inanıyorum ki Sayın Şi Cinping, bize iade-i ziyaretini yapacaktır.
Suriye ile ilişkilerin düzelmesine dair “Beşşar Esed’e
davetimizi yapacağımızı belirtiyoruz” dediniz. NATO Zirvesi sonrası
düzenlediğiniz basın toplantısında da “daveti yaptık cevap bekliyoruz” şeklinde
bir yaklaşımınız oldu. Bu davetin Ankara, İstanbul gibi bir yerde mi, yoksa
sınır hattında bir bölgede mi gerçekleşmesi öngörülüyor? Rusya'nın bu
yakınlaşmaya nasıl baktığını biliyoruz ama ABD ve İran cephesiyle ilgili bir
tavır, bir tepki söz konusu mu?
Görevi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a verdim. Dışişleri
Bakanım da şu anda muhataplarıyla görüşmek suretiyle işin bütün yol haritasını
belirleyecekler. Ona göre de inşallah adımı atacağız. Biz Suriye’de adil
bir barışın mümkün olduğunu düşünüyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğünün
bizim de çıkarımıza olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Suriye’de inşa
edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacak. Bu inşa
sürecinin en önemli adımı da Suriye ile yeni bir dönem başlatmaktan geçtiğini
söylüyoruz.
Şu ana kadar bu süreç olumlu istikamette gelişti. Temenni
ediyorum ki yakın bir zamanda somut adımları da atarız. ABD ve İran’ın da bu
müspet gelişmelerden memnuniyet duyması ve çekilen onca acının son bulması için
süreci desteklemesi gerekir. Biz komşumuzdaki yangını söndürmek için yıllardır
çaba sarf ediyoruz.
Suriye’nin bir ve bütün olarak yeni bir gelecek inşa etmesi
için oluşacak iklimden kimsenin rahatsızlık duymaması temel beklentimizdir. Bu
süreci terör örgütleri zehirlemek için elinden geleni yapacaklardır.
Provokasyonlar tertipleyip oyunlar kuracaklardır. Tüm bunların farkındayız ve
hazırlıklıyız. Biz Suriye’de barış istiyoruz ve barışın yanında olan
herkesi de bu tarihi çağrımıza desteğe bekliyoruz.
Irak'ta PKK terör örgütüne yönelik operasyonlarda terör
örgütü üyelerinin köyleri, kasabaları, bazı yerleşim yerlerini ateşe vererek
güneye çekildiklerine dair haberler geliyor. Kundaklama eylemleri yaptıkları
ortaya çıktı. Bu saldırılarda da Bafel Talabani'ye yakın isimlerin de olduğu,
onlara ait peşmergelerden isimlerin de olduğu haberleri çıktı. Bu konuda Erbil
yönetimi tarafından açıklamalar da yapıldı. Milli Savunma Bakanlığımızın da son
günlerde “kilit kapanıyor” paylaşımları oldu. Sahadaki son durumu nasıl
değerlendiriyorsunuz. Bizimle paylaşacağınız notlar var mıdır?
Irak ziyaretimizden sonra Irak yönetiminde ilk defa PKK ile
mücadele konusunda sahada çok somut adımlar atıldığını gördük. PKK'nın
faaliyetlerinin Irak'ta yasaklandığına dair açıklamayı Milli Güvenlik
Kurulu’ndan geçirdiler. Şimdi bunun sahadaki yansımalarını görüyoruz. O
ziyaretten sonra güvenlik güçlerimiz ile Erbil yönetiminin iş birliği
memnuniyet verici.
Irak'ta hem Savunma Bakanlığıyla hem de istihbarat
örgütleriyle de iyi bir ilişkimiz var. Irak'taki kundaklama ve yangın
faaliyetlerinin PKK tarafından yapıldığını, Irak İçişleri Bakanlığı resmi
olarak açıkladı. Bunun üzerine de Erbil yönetimi bunu teyit edici açıklamalar
yaptı. Bunlar yakın dönemde PKK ile mücadelede ilk kez ortaya çıkan gelişmeler.
Dolayısıyla bu durum bizim açımızdan yeterli değil ama
memnuniyet verici. Sonuçta ilerleyen bir süreç var. Irak’ta Süleymaniye
yönetimi ile Erbil yönetimi arasındaki gerilim de devam ediyor. Erbil'e
gittiğimizde de söyledik; Süleymaniye yönetimi PKK ile aralarına mesafe
koymadıkça bizim Süleymaniye'ye karşı tavrımızda bir değişiklik olmayacak. Hava
sahasına yönelik ambargo devam edecek. Biz onlara her vesileyle, “Süleymaniye
tarafında bazı adımları atarsanız pozisyonumuzu değerlendiririz” dedik. Top
şu anda onların sahasında.
Amerika Birleşik Devletleri'yle bir türlü istenilen
düzeyde ilişki yürütemiyoruz. Özellikle PKK, PYD ve FETÖ'ye olan
yaklaşımlarından dolayı güvenilmez bir müttefiklik ilişkisi yürütmeye
çalışıyoruz. Malum ABD’de yaklaşan bir seçim var Kasım ayında. Washington PKK,
PYD'ye verdiği desteğin kılıfı olarak DEAŞ'la mücadeleyi ortaya koyuyor. Diğer
yandan FETÖ'ye de kol kanat geriyorlar. Buna bir bahane bile uydurmuyorlar. Bu
noktada ABD, Türkiye'yi kaybetmek pahasına sizce neyin hesabını yapıyor
olabilir?
Bu konuları NATO Zirvesi’nde Sayın Biden ile
konuşamadık. FETÖ'yle şöyle hesap var, böyle hesap var, bu konulara
girmedik. Şu anda zaten FETÖ ortada yok. Ne olduğu belli değil. Bir de üç buçuk
ay sonra ABD’de bir seçim var. Bizim ajandamızda da Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu var. Genel Kurul'da da dünya ne konuşuyor? Bunları göreceğiz.
Biz de orada mesajlarımızı tekrar vereceğiz. İnşallah bu
mesajlarla birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndan hayırlı neticeleri
elde ederiz diye düşünüyorum. Terör örgütleri ile Türkiye gibi bir müttefiki
terazinin iki kefesine koyma düşüncesi bile baştan sakat bir yaklaşımdır. FETÖ,
PKK gibi kuklalara desteğin, onları öyle ya da böyle kullanmanın bir bahanesi
olamaz.
FETÖ de PKK da komşunun tarlasına zarar vermek için ekilen
zararlı otlara benzer. Komşunuz onlarla mücadelenin bir yolunu muhakkak bulur,
tarlasından o zararlı otları temizler, ama o tohumlar bir şekilde sizin
arazinize de sıçrar ve emin olun size de zarar verir. Yıllardır terörün
bumerang özelliğini vurguluyorum. Çeşitli vesilelerle haklılığımız zaman
içerisinde ortaya çıktı.
Siz ABD Başkanı Biden'ın kendisine yönelik “çekil”
baskısına karşı direneceğini düşünüyor musunuz? Direnir mi? Direnmeli mi? Bugün
basın toplantısında cevap verdiniz ama Donald Trump'ı mı, Joe Biden'ı mı
istersiniz?
Ortada bir gerçek var, o da şu; her şeyden önce Biden zaten
“çekilmiyorum” dedi. Amerikan medyası şu anda kimi nereye getirecekler
bunları bile açıklamaya başladı. Her iki isim de ABD halkından ikinci dönem
için destek talep ediyor. Amerikan halkı iki ismin de başkanlık dönemlerinde
yaptıkları ya da yapamadıkları işleri tartıp bir karar verecek. Bu kararı
bekleyip göreceğiz.
Fransa'da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un kararıyla
gidilen erken genel seçimlerde, sandıktan birinci çıkan solcu Yeni Halk Cephesi
ittifakının başlıca seçim vaatleri arasında Filistin devletinin tanınması yer
alıyor. Eğer başarılı olurlar ise Filistin’e yönelik tutumları diğer Avrupa
ülkeleri için de örnek teşkil eder mi? Bu konudaki yorumunuz nedir?
Cumhurbaşkanı olarak şu anda kim hükümeti kiminle kuracak
bunun kararını Fransa Cumhurbaşkanı Macron verecek. Şu anda koalisyon güçleri
hangileriyse bunların hepsi de parlamentoda gereken çalışmaları yapacaklar ve
bu konuda da nihai söz Macron'a ait. Diğer yandan tarihin doğru tarafında
durmak isteyenlerin yapması gereken, Filistin’i devlet olarak tanımaktır.
Hakkaniyetli, adaletli yaklaşım bunu gerektirir.
Avrupa’da zaten Filistin’in haklılığının ve Filistin
Devleti’nin tanınması sürecinin fitili ateşlenmiştir. En son İspanya’nın,
Norveç’in, İrlanda’nın, Slovenya’nın aldıkları isabetli kararlar o kapıyı
aralamıştır. Fransa’nın böylesi bir karar alması bizi memnun eder. Filistin’i
tanıma kararı dünya barışına, huzura katkı sağlar. Bugün itibariyle Filistin’i
devlet olarak tanımayan bütün ülkeler, vakit geçirmeden bu doğru kararı
almalıdır. Hem bölgesel hem küresel barışın yolu, 1967 sınırlarında iki devletli
çözümden geçmektedir.
İran'da Cumhurbaşkanı değişti, Ermenistan'da Paşinyan
barıştan yana cümleler kuruyor. Türkiye - Azerbaycan perspektifi Kafkaslarda
barışı getirmek üzerine… Bu bağlamda Ermenistan-Azerbaycan barış anlaşması ve
İran'ın Zengezur Koridoru’na bakışı konusunda neler söylersiniz? Ermenistan ile
Azerbaycan barış anlaşması imzaladığı zaman o bölge tamamen barış iklimi olacak
ve belki Ermenistan-Türkiye sınırının açılabileceğini işaret etmiştiniz. Bu da
düşünülebilir mi?
Niye düşünülmesin. Yani biz bu konuda zaten Paşinyan'a
her şeyi söyledik. Artık bütün yelkenleri barışa açmamız lazım. Azerbaycan
ile Ermenistan arasında kalıcı barış yakında sağlanır diye umut ediyoruz. Bu
barışı Türkiye olarak yürekten destekliyoruz. Zengezur Koridoru’nun
açılması da bu barış anlaşmasını taçlandıracak ve tamamlayacak adımdır.
Azerbaycan’ın da Ermenistan’ın da Türkiye’nin de bölgedeki diğer ülkelerin de
refah ve huzuruna bu adımlar olumlu katkı sağlar.
Bu kadar olumlu yönü bulunan kararların geciktirilmeden
alınması ve gereğinin yapılmasını arzu ederiz. Bölgeden olumlu sinyaller
geliyor, bunların müjdeli haberlere dönüşmesini temenni ediyoruz. Diğer
ülkelerin de barış sürecine katkı sağlamak noktasında benzer bir yaklaşım
ortaya koymaları kalıcı barışın bir an önce tesisi için önemlidir. İran
Cumhurbaşkanıyla yaptığımız görüşmede Zengezur Koridoru konusunu konuşmadık.
Biz sadece bu seçimi nasıl kazandığı konusunda
değerlendirmeler yaptık. Türkiye-İran münasebetlerini çok daha farklı bir
noktaya taşıyalım istiyoruz. Zengezur Koridoru özellikle Azerbaycan,
Ermenistan ve İran herkesin çıkarına olacak stratejik koridordur ve bu koridor
devreye girdiği anda İran da rahatlayacak, Azerbaycan da rahatlayacak.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev için o koridor çok önemli. İnşallah
oradaki raylı sistem devreye girdiği anda burada Azerbaycan çok çok
rahatlayacak.
3. Dünya Savaşı riski hiç olmadığı kadar sık belirtilmeye
başlandı. Siz son 2 büyük uluslararası zirveye katıldığınız. Şangay Zirvesi,
sonrasında NATO Zirvesi. Bu iki zirvenin sonunda bu riskin yüksek olduğunu
görüyor musunuz? Böyle bir kaygınız var mı? Eğer varsa bunu engellemek için
hangi somut adımlar atılması gerekir?
Doğrusu ben görmüyorum, görmek de istemiyorum.
Dünyayı bundan önce savaşa sürükleyen gerekçeleri ve alınmayan önlemleri
düşündüğümüzde bugün o hatalara düşmemeye özen göstermenin gerektiği
ortadadır. Savaştan çok barışı söylemeli, barışı konuşmalıyız.
Attığımız her adımı gerilim değil barış için atmalı, planlarımızı barışı
sağlamak ve kalıcı hale getirmek üzere yapmalıyız. Bütün ülkelerin gerilim
değil, barış ve huzur iklimini inşa edecek çabaları hayata geçirmesi gerekiyor.